Deneyin Koşulları Değişmedi, Ne Yapılmak İsteniyor?

 

Giriş:

Neden-sonuç ilişkili araştırma tekniği, 20. yüzyılda sosyal bilimlerde de kullanılmaya başlandı. Kullanımın örnekleri nüfusbilimde de verildi. Yapılan çalışmalarda doğurganlığı açıklayan değişkenlerin eşlerin eğitimi, ailenin gelir düzeyi ile kentlileşme olduğu görüldü. Ara değişken olarak tanımlanan gebeliği önleyici yöntem bilgisi, buna ulaşım, yöntemleri etkin kullanma biçimi, eğitim-gelir-kentlileşme değişkenleri boyutunda doğurganlık davranışını gelişmiş ülkelerde etkili biçimde değiştirdi. Bu toplumlarda artık aileler için amaç: Nitelikli çocuk yetiştirmek, çocuktan haz almaktı.

Gelişmekte olan ülkelerde 1935-1955 döneminde ölüm hızları, geliştirilen tıbbi teknoloji ürünlerinin koruyucu sağlık hizmetleriyle sunumu sonucu birden düşürüldü. Doğurganlık yüksek düzeyini sürdürdüğü için bu ülkeler tarihte görülmeyen biçimde nüfuslanmaya başladı. Eğitimin tüm kitleye ulaştırılamadığı, tarıma dayalı büyümenin egemen olduğu bu toplumlarda, aileler çocuklarından aileye ekonomik katkı yapmalarını, yaşlılıklarında kendilerine bakmalarını bekliyordu. Ailelerin cinsel yaşamda kullandıkları gebeliği önleyici usuller, dinsel öğretilere dayanıyordu.

Bu ülkelerde ana-çocuk sağlığı ile aile planlaması hizmetlerinin birleştirilerek sunulmasının, nüfus artışına karşı ivedi çözüm olabileceğini varsayan kuramsal görüş Batı’da ileri sürüldü. 1960’lı yıllarda hizmetin kapsamı tüm toplumu içerecek biçimde genişletilerek, değişik ülkelerde “ Doğum Sonrası Aile Planlaması”, “Doğum Hizmetlerine Bağlı Aile Planlaması” gibi geniş programlar uygulamaya konuldu(1). Doğum sonrasını kapsayan uygulamaların uçlarda olan kadınlara sunulması, kadınlar arasında hizmetten yararlanma farkının giderilmesi amacıyla Taylor-Berelson, hizmetin ekonomik düzey açısından farkının azaltılmasını öngören, kırsal alanda yaşayan kadınlara ulaşılmasına önem atfeden programları önerdiler(2). Merkez ülke güdümündeki uluslararası örgütlerin öncülüğünde, 1960’lı yıllarda bazı Güney Asya ülkelerinde, dünyanın nüfus laboratuarı denilen etkin aile planlaması programı uygulaması başlatıldı.

Nüfussal Fırsat Penceresi: Eğitim-Gelir-Kentlileşme kaynaklı olmaktan öteye, gebeliği önleyici etkin usullerin yaygın sağlık programları eşliğinde uygulandığı, iktisat yazınında “sya kaplanları” olarak tanımlanan ülkelerde kısa sürede yüksek doğurganlıktan, düşük doğurganlığa geçildi. Süreç içinde çalışma çağı nüfusu bu ülkelerin tarihinde görülmeyen biçimde artmaya başladı(3). Ne var ki söz konusu ülkelerde artan nüfusu istihdam edecek sanayi olmadığı için, hem işçilik ücretleri çok düşüktü hem de işsizler havuzunda beklenilenden fazla bir nüfus oluşuyordu(4). Dünyanın nüfus laboratuarı olarak adlandırılan bu oluşumu iyi değerlendiren dışsal dinamikler, ucuz işgücünden yararlanmak için yatırımlarını bu ülkelere yönlendirmeye başladılar. Yatırım riskini en aza indirmek için de bu ülkelerdeki demokrasiyi güdümlü hale getirdiler. Zaman içinde ucuz işgücü sorununun giderilmesi, çalışma koşullarının insanileştirilmesi gibi demokratik istemlerin gündeme gelemeyeceği siyasi yapılar oluşturuldu.

Doğurganlığın azalmaya başladığı tarihten, nüfusun kararlı/durulmuş(müstakar) bir yapıya ulaştığı kısa zaman diliminde çalışma çağı nüfusundaki artış ile ülke üretimi artışı arasında görülen ilişki merkez ülkenin iktisatçıları tarafından ekonometrik analiz çalışmaları yapılarak incelendi. Bulunan sonuçlara göre, bu ülkelerde artan çalışma çağı nüfusu ile ülke üretim artışı arasında anlamlı bir ilişki olduğu ortaya konuldu. Nedense “Ülke toplam hâsılasında görülen artışın birey başına nasıl yansıdığı?”, “Üretimden elde edilen hâsılanın, toplumun refahını aile düzeyinde nasıl etkilediği?” bu çalışmalarda fazla yer almıyordu.

Merkez ülke sosyal bilimcileri bu çalışmalara dayanarak, gelişmekte olan ülkelerde de benzer bir dönüşüm olacağını düşündüler. Bu toplumlarda doğurganlığın kısa zaman diliminde azalmasına bağlı olarak 0-14 yaş grubunun kararlı konuma geleceği, yaşlı nüfusun henüz oluşmadığı sosyal sistemde, nüfusun kararlı/durulmuş bir yapıya ulaşıncaya kadar 15-64 yaş grubunda çalışabilecek nüfus artışı görülebilecekti. Bu ülkelerin nüfus tarihinde bir kez yaşanacak bu olayın, gelişmekte olan ülkeler için “nüfussal fırsat penceresi” olabileceğine ilişkin kuramsal görüşlerini ileri sürdüler. Kurama göre, üretken yaşlardaki nitelikli nüfusun arttığı, doğurganlığın düşük düzeyde kararlı olduğu, nüfusun henüz yaşlanmadığı ülkelerde, eğer artan nitelikli iş gücüne istihdam olanağı sağlanırsa, ekonominin başarımı eskiye göre farklı biçimde artabilirdi.

Türkiye Örneği: Türkiye’de toplam doğurganlık hızının (TDH) en yüksek olduğu 1955-60 dönemi sonrasında, doğurganlık hızının böyle sürmesi halinde hedeflenen kalkınma düzeyinin gerçekleşmeyeceği Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda tartışıldı(5). Öngörülen kalkınma hızının gerçekleşmesi için TDH’nın düşürülmesi gerektiği ileri sürüldü. Dönemin siyasal iktidarı TDH konusunda bir hedef göstermedi; fakat ailelerin bakabileceği kadar çocuğa sahip olmasını sağlayacak sağlık hizmetinin kamu öncülüğünde ücretsiz sunulması için yasal düzenlemeyi yaptı. Ne var ki uzun yıllar hızlı nüfus artışı geleneği olan bir ülkede siyasal iktidarlar bu geleneğe karşı çıkacak uygulamadan kaçındılar, buraya harcanacak parayı ekonomik yatırımlara yönlendirmeyi tercih ettiler.

Ülkemizdeki TDH azalışı, Asya Kaplanları olarak tanımlanan ülkelerden daha uzun sürede, nedeni yalnızca gebeliği önleyici usul kullanımına bağlı olmaksızın azalmaya başladı. Yapılan araştırmalarda başta kadının eğitimi olmak üzere, göçle kente gelen, kentte tutunmak isteyen ailenin gelir-kentlileşme düzeyi de TDH azalışının bir kısmını açıklıyordu. 2000’li yıllarda yapılan nüfus araştırmalarında TDH’nın, bir nüfusun kendini yenileyebileceği düzey olan kadın başına 2,1 çocuk düzeyine geldiği saptandı. Düşük düzeydeki doğum-ölüm hızlarının oluşturduğu bu yeni dengeye göre ülkemiz nüfusunun, 88-95 milyon büyüklükle 2035-2040 döneminde durulmuş/kararlı bir yapıya ulaşacağı nüfus öngörü çalışmalarında ortaya konuldu(6)

Yeni dengede ülkemizin karşılaşacağı nüfus sorunları, dünden farklı olacaktı. Doğurganlığın azalmasıyla birlikte 0-14 yaş grubu kararlı bir şekilde nüfus yapısı içinde yerini almaya başladı. Kararlılık günümüzde 30-35 yaş grubuna ulaştı(Grafik 1).

Yapılan değişik çalışmalarda anne-babanın çocuğa atfettikleri psikolojik değerden ötürü, bu yeni kuşağın yetişmesi için ailelerin çoğunluğu (%80) artık onların eğitimi için kaynak aktarabilecek düzeydeydi. Yeter ki onların hayata tutunabilecekleri, yaşamlarını kendilerinden daha iyi olmasını sağlayacak bir meslekleri olsundu. Ailelerin beklentisi, kamunun bu konuda kendileriyle işbirliğine girmesi, çocuklarına iyi bir eğitim verilmesiydi.

Ülkemizde nüfussal fırsatın oluşmaya başladığı yeni nüfus dengesinde çalışma çağı (15-64) nüfusu yıllara göre artıyor; fakat ana-babalarından daha eğitimli olmalarına karşın gençler “iş-evlenme-gelecek” konularında yeterli olanağı bulamıyorlardı. Ülkemiz sosyal sistemi üretim örgütlenmesi, eğitim örgütünün yetiştirdiği işgücüne pek sıcak bakmıyor, daha farklı nitelikte insana gereksinim duyuyordu. Ülkemiz geleneksel orta-yüksek öğrenimi nedense, ülkemiz üretim örgütlenmesinin gerisinde kaldığı gibi, kendisini yenileme, bu üretime girdi olarak sunduğu işgücünü istendik konuma getirmede hedef belirlemiyordu. Öte yandan eğitim sistemi özellikle yüksek öğretimde en iyileri, merkez ülke ile çevre ülkelerin istediği gibi onların diliyle yetiştiriyor; fakat bunlara istihdam olanağı ancak merkezçevre ülkelerde olduğu için gençler arasında bu ülkelere göç, gerçekleştirilmesi gereken değer haline geliyordu. En iyi biçimde yetiştirilenler, çalışmak için nedense ülkemizi değil, merkez-çevre olan yaban elleri tercih ediyordu.

2035-2040 döneminden sonra sosyal sistemimizde yüksek oranda kararlı biçimde yer alacak yaşlı nüfusumuz 1990-2000 döneminde oluşmaya başlamıştı. Şimdiye değin sosyal sistemimizin birçok sorununu çözen aile kurumunun gelecekte bu sorunu da çözeceği beklentisine girme, sorunları ağırlaştırmaktan başka bir şey getirmiyordu. Toplumun, özellikle de gençlerin her konudaki tutumları, değerleri, davranışları hızla değişiyordu. Gençlerde görülen bu değişime karşın, onların yaşlı aile bireylerine olan davranışlarını, sorumsuzlukla açıklama kolaycılığına kaçmak yerine; dönüşen sistemi yeni kurallar bütünü içinde çağdaş kurumlarla kurgulamamız gerekiyor. Dönüşüm, kendi dinamiklerine bırakılıyor, bunun sosyal sisteme getireceği pahanın çok fazla olacağı nedense göz önüne alınmıyor.

Ne yapılmak isteniyor?

Nüfusumuzun bu dönüşümüne paralel olarak merkez ülke güdümündeki uluslararası örgütlerin bizim gibi ülkeler için önerdiği sosyal güvenlik ile sağlıktaki dönüşüm programları toplumda fazla tartışılmadan 2000’li yıllarda yasal hale getirildi. Böylece Cumhuriyet dönemi boyunca insan hakkına dayalı koruyucu sağlık uygulamaları geleneği dışlandı; para öncelikli tedavi hekimliği ön plana çıkarıldı. Kamu sağlıkta, özel kesime kaynak aktarır oldu.

Nüfus öngörülerinde ortaya konulan 2035-2040 dönemi durulmuş/kararlı nüfus yapısında görülecek on milyonu aşacak yaşlı nüfus nedeniyle Başbakan Erdoğan kendi imzaladığı yukarıdaki yasal düzenlemelerin nüfussal dönüşüme dayalı gerekçesini bir tarafa attı, yüksek doğurganlık söylemine sarıldı. Bu hedefin gerekçesini yaşlı toplum olmama biçiminde ortaya koydu. Bunu tarihi bir yıl ile (2071) bütünleştirdi: “Dinamik, genç nüfusla 2071’e ulaşmayı” hedef gösterdi. Bu genç nüfusun yetiştirilmesi için strateji belirtildi: Amaç, dindar kuşak yetiştirmekti. Belirlenen stratejiyi gerçekleştirecek taktiklerle yasal düzenlemeler yapıldı. Düşünülmeyen nokta, çocuklarına psikolojik değer atfeden ailelerin (%80) yüksek doğurganlık konusunda gerek modernleşme kuramlarında(7) belirtildiği gerekse nüfusbilim çalışmalarında(8) gösterildiği gibi geriye dönüşün olmayacağı gerçeğiydi. Deneyin koşulları belliydi. Açıklayıcı değişken olan eğitimle ülkemizde kurgulanan dinsel model içeriğinde başarılacak nokta, çocuklarına ekonomik değer atfeden ailelerde yüksek doğurganlığın sürdürülmesi belki sağlanabilirdi. Bu uygulama toplumda önümüzdeki yıllarda dinsel bağlamda bir kırılganlık yaratılabileceği gibi, o ailelerde bile “çocuklarınızı hayırlı yetiştirin” dinsel söyleminden ötürü geriye tepebileceği gerçeğini de içinde barındırıyordu.

Hedef gösterilen yıla (2071) evli kadınların en az üç doğurmaları halinde büyüklüğü 150 milyonu aşan(9), niteliği nüfussal fırsat penceresi kuramı için öngörülen biçimde olmayacak nüfusla ulaşan Türk toplumu ne yapabilecektir? Bunun basit örneklerini ülkemizin “Asya Kaplanları” olarak tanımlanan illerinden olan Gaziantep üzerinde 2000 sonrasında yapılan değişik çalışma bulgularıyla kabaca tartışabiliriz. Antep üzerine yapılan çalışmalarda vurgulanan noktalar şöyle özetlenebilir(10):

“Sanayide ara mal üreten kentin, uluslararası rekabet gücünü, nüfusunun %65’ni 30 yaşın altında olan vasıfsız işgücünden oluşması etkilemekte, bu doğrultuda mekânsal eşitsizlik üzerinden yoksulluk yeniden üretilmektedir. Buna karşın hızla büyüyen Asya ülkelerinde çalışanların hem eğitimi artmakta, hem de bu ülkeler ara malı üretimi yanında nihai mal üretimi yaparak uluslararası yarışa katılmaktadır.

Gaziantep ekonomisi, kadının eğitimine göre çalışma biçimini farklılaştırıyor. Örneğin ilkokulu bitirmiş/ilkokulu terk eden kadınlar çoğunlukla kayıt dışı ekonomide düzensiz olarak düşük ücretle çalışma olanağı buluyor, alt gelir grubu içinde yer alıyor. Yoksulluğun kadınlaşması, sürdürülmesi gerçekleşiyor. Kadınların eğitimsiz, hünersiz oluşları yanında sahip oldukları çocuk sayılarının fazlalığı (TDH: 3.5) da kayıtlı ekonomideki istihdamları konusunda en büyük engeli oluşturuyor. Buna karşın meslek lisesi, üniversite mezunu kadınların bazısı kısmi hünerli ya da hünerli olarak kayıtlı ekonomide iş bulabiliyorlar. Gelir açısından orta ile üst tabaka mensubu olan bu kadınların sahip olduğu çocuk sayısı 1-2 düzeyinde kalıyor. Yenidünya düzenine bağlı küresel ivmeler sonrasında ortaya çıkan, kadın istihdamının giderek artacağı ülkelerle, yeterli eğitimi olmayan, çok çocuk doğuran kadın nüfusu olacak olan Gaziantep nasıl rekabet edebilecektir? Çalışma çağındaki kadınların dörtte üçünün sadece evde yeniden üretim sürecine katıldığı, yaratıcı enerjilerinin üretime yansımadığı bir ilin ne kadar büyüyeceği, rekabet gücünün ne boyutta olacağı önemli bir sorunsalı oluşturur”. Gaziantep böyleyse diğerlerinin hali nasıldır?

Sonuç: Türkiye ölüm hızlarının birden düşürüldüğü dönemden başlamak üzere hızlı bir nüfus artışını Batı ülkeleri ve Asya Kaplanları’ndan farklı yaşadı. Ölüm hızlarında görülen düşüşe göre 1950 nüfusunu ( 20 947 188) temel aldığımızda, nüfusumuz 25 yıl içinde ( 1975=40 347 719) Avrupa’ya olan işçi göçünü de dikkate alırsak, ikiye katlandı. Nüfus artış hızının azalması ile birlikte 2012 nüfusumuz yurt dışında çalışanlarla birlikte ikinci kez ikiye katlandı(11).

Türkiye’nin ekonomik büyüme açısından gerek kısa (2023) gerekse orta dönem (2071) için hedef gösterilen büyüklüğe ulaşması; doğurganlığın artırılması, niteliksiz “genç-dinamik bir nüfusla” başarılacak bir modelle sağlanamaz. Günümüzde 75 milyon insanın sorununu sosyal bilimlerin uğraşı alanları bağlamında oluşturdukları kavramlar açısından çözümleyememiş bir sosyal sistem, 54 yıl içinde 150 milyon olacak ülkenin sorununu hangi kaynaklarla, nasıl çözümleyecektir?

Doğurganlık konusundaki ülke deneyimleri, bağımsız ve ara değişkenlerin etkisinin önemli olduğunu gösteriyor. Türkiye’de ailelerin çoğunluğu (%80) bu değişkenler bağlamında iki çocuğa sahip olmayı benimsiyor, çoğunlukla da bunu gerçekleştiriyor. Başka ülkelerde olmayan fırsat ülkemiz aile yapısında görülüyor. 1968-73 döneminde yapılan çalışmalarda anneler özellikle kız çocuklarının, okuyabildikleri kadar okumalarını istiyorlardı; fakat ailelerin kaynakları sınırlıydı(12).

Günümüzde anneler yine çocuklarını cinsiyet farkı gözetmeksizin okutmak istiyor. Günümüzde buna kaynak ayırabilecek güçlerinin varlığını belirtiyorlar. Çocuklarının eğitimleri konusunda zorlanırlarsa, mali piyasalardan kısa dönem için borçlanabileceklerini de açıklıyorlar. Aile yapımızın gerek doğurganlık gerekse çocuklarına kaynak aktarma konusundaki tutumunu, davranışını çok iyi değerlendirerek; gençleri yarınlarda yaşama tutunabilecekleri, sorunlarını özgür akıllarıyla çözümleyebilecekleri, üretici rollerini severek yerine getirecek mesleklerini öğrenebilecekleri eğitimden geçirmeliyiz.

Değişen dünya koşullarında gençler üretici rollerini kendileri, aileleri ve ülkemiz için en iyi biçimde yerine getirdiklerinde; ne zaman, nerede, kiminle evleneceklerine, kaç çocuk sahibi olacaklarına kendileri özgür iradeleriyle çok rahat karar verebileceklerdir. Gençler bu konuda kimsenin parmak sallayarak, ebeveyn edasıyla kendilerine sahip olacakları çocuk sayısı konusunda emir verilmesini de hoş karşılamıyorlar. Gençlerin kararları çok açık: İki çocuk istiyorlar(13). İstekleri: İş, aş, evlenme konusundaki sorunlarına sosyal sistem tarafından çözüm üretilmesi, umut kültürü bağlamında bu ülkede yaşamlarını sürdürecek koşulların yaratılması. Beklentileri, geleceklerini görebilmek.

* Dr., Sosyolog

Dipnotlar

(1) Howard C. Taylor : “Introductory Remarks”, Maternal and Child Health Family Planning Program içinde, Technical Workshop Proceedings 31 October-2 November 1972, The Population Council, s. 22-26, New York City, 1980.

(2) E. C. Taylor and Berelson, Bernad: “Comprehensive Family Planning Based on Maternal/Child Health Services: A Feasibility Study of a World Program” Studies in Family Planning 2 içinde, No: 2, s.22-46, 1971.

(3) Praney Gupte: The Crowded Earth, People and the Politics of Population, , s.106-131, London, 1984. 4 Ronald Freedman, ve John Takeshita,: “ Studies of Fertility and Family Limitation in Taiwan” Public Health and Population Change (Editörler: Mindel C. Sheps ve Jeanne C. Ridley), s:174-197, The University of Pittsburgh, 1965.

(4) Simon Kuznets,: “ Economic Aspects of Fertility Trends In The Less Developed Countries”, Fertility and Family Planning (Editörler: S.J. Behrman, L. Corsa, R. Freedman) içinde, s:157-179, Michigan, 1969.

(5) Devlet Planlama Teşkilatı: Kalkınma Planı, Birinci Beş Yıl, “Nüfus Meselesi”,s. 73-84, Ankara, 1963.

(6) Öngörü çalışmaları, Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, Devlet Planlama Teşkilatı, Türkiye İstatistik Kurumu uzmanlarınca yapıldı. Çalışma sonuçlarındaki farklılık doğum, ölüm, göç varsayımlarından kaynaklandı.

(7) Emre Kongar: Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1981.

(8) D.V. Glass ve Roger Revelle (Editör): Population and Social Change,Edwarld Arnold,London, 1972.

(9) Evli kadınların üç çocuk doğurmaları halinde nüfus artış hızımız(r=1,3) oluyor. Bulunan nüfus artış hızından nüfusun ikiye katlanma süresi ise (70/r eşitliğinden) 54 yıl çıkıyor. 2012 yılında 75.6 milyon olan nüfusumuz 2066 yılında 151.2 milyon.

(10) Mehmet Nuri Gültekin (derleyen): “ Ta Ezelden Taşkındır” Antep” içindeki değişik yazılardan alıntılandı, İletişim Yayınları, İstanbul,2011. ,

(11) Adrese dayalı kayıt sisteminde halen yaşayan TC kimlikli tanımlanmış insan sayısı 80 milyon dolayında. Bu nüfusun 75.6 milyonu yurt içinde diğerleri yurttaş olarak yurt dışında yaşamını sürdürmektedir.

(12) Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü: Türkiye Aile Yapısı Araştırması (1968), Türkiye Nüfus Yapısı ve Sorunları Araştırması (1973) , Ankara.

(13) Nüfusbilim Derneği ve Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu: 2007 Türkiye Gençlerde Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı Araştırması, s.109-118 Ankara, 2007.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , , ,

Arşivler