Çocuk ve sokak ayrılmaz bir ikili gibidir. Bu ikili ilişki, çocuğun bireysel gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Çocuk, sokakta toplumsal bir varlık olmaya başlar. İnsanların bir arada birbirini anlayarak, paylaşarak, ortak hareket ederek bir arada yaşayabilmesinin temelleri, aslında çocuklukta ve sokakta atılır. Çocuk, evden sokağa indiği an kendi yaş grubu ile iletişime geçer. Bu iletişimin temel alanı sokaktır.
Sokak, çocuklar için büyük bir oyun bahçesi niteliğindedir. Diğer çocuklar da oyunun birer parçası; diğer aktörleridir. Çocuk, evde ailesi ile paylaşamadığı ve dile getiremediği istek ve heyecanlarını, aynı duygular içinde olan diğer çocuklarla paylaşır. Bu süreçte çocuklar, bireysel gelişimlerini tamamlar, hep beraber toplumun geleceğini şekillendirir ve toplumun daha hoşgörülü olmasını sağlarlar. Hoşgörüsünü ve bireysel gelişimini sağlarlar. Kısaca sokak, çocuğun gelişmesinde önemli bir rolü olan eğitim ve oyun alanıdır.
Ancak, çağlar boyunca sokağın çocuklar açısından anlamı bununla sınırlı kalmamıştır. Yoksullukla beraber sokağın çocuk için anlamı değişmeye başlamıştır. Kimi çocuk için oyun ve eğitim alanı olarak gördüğümüz sokak, kimi çocuk için hayatın zor anlarının yaşandığı bir çalışma alanına dönüşür.
Sevecen ve güler yüzlü sokaklar, yoksulluğun ve yoksunluğun artmasıyla beraber, yoksul çocukların, artık çıkmak istemediği alanlar haline gelmeye başlamıştır. Oyun alanı olarak gördüğümüz sokaklar, yoksul çocuklar için çalışma alanı haline gelmiştir; “oyun bahçesi”, “iş bahçesi”ne dönüşmüştür. “Oyunda kazanma mücadelesi” de “hayatta kalma mücadelesi”ne dönüşmüştür. Bu dönüşümle birlikte çocuğun gelişimi de engellenmiştir.
Çocuk oyun oynarken paylaşmayı, hoşgörüyü, ortaklaşa çalışmayı deneyimlerken; sokakta çalışmayla, yaptığı iş çerçevesinde, diğer çocuk ve yetişkin çalışanlarla rekabeti, ve doğa şartlarıyla (sıcak-soğuk) mücadeleyi deneyimlemektedir.
Türkiye’nin neredeyse her yerinde gözümüze çarpan “kağıt” ve plastik atık” toplayıcıları; geri dönüşüm işçileri vardır. Bu işçilere dikkat ettiğimizde, ayrım yapmaksızın neredeyse her yaşta kız ve erkeği görmek olasıdır. Kimi tek başına, kimi ailesiyle birlikte, sırtına yüklediği kendinden büyük el arabasıyla kağıt ve plastik atık toplar.
Bu sektörün işçileri arasında en çok göze çarpan ise her zamanki gibi çocuklardır. Özellikle akşamdan sonra ve neredeyse sabaha kadar çöplerde kağıt ve plastik atık toplayan bu çocuklar için, sokaklar, “iş” alanlarına dönüşmüştür. Genelde oynamak için sokağa çıkan çocukların yüzündeki mutluluğu bu çocuklarda göremezsiniz. Çocuğun sokağa çıktığında yüzündeki mutluluğun izini ne yazık ki bu çocuklarda göremezsiniz. İşe giden yetişkin bir insanın yüzündeki bezginliği, bu yaştaki bir çocuğun yüzünde görmenin bizi ürküttüğünü söylemek sanırım pek yanlış olmayacaktır.
Kayıt dışı sektörde ve kayıt dışı olan bu yaşamlarda, sokağın sevecenliği kalmamıştır. Artık sokak, tüm kötülükleri ile çocukların karşısındadır. Çalışan çocuğa, çöplerde mikrop, havada aşırı soğuk ve sıcak sunulur sokaklarda. Ve bu yüzden oyun alanından çalışma alanına dönüşen sokakta çocuklar mutlu bir şekilde değil, hırçın bir şekilde bakarlar. Çünkü sokak artık çok acımasızdır bu küçük ve savunmasız bedenlere. Çocuk sokakta atık toplarken de eğlenir; bu çocukluktan kaynaklıdır. Aşağıda size tanıtacağım geri dönüşüm işçisi kardeşlerde de bu gözlenmiştir. Ancak iki gülüşün ardında gerçekler saklıdır. Gerçek; çöplerde, mikroplu ortamlarda mücadeledir, para kazanma savaşıdır.
Şimdi size kardeş, iki geri dönüşüm işçisini tanıtmak istiyorum:
Resimdeki kardeşlerden biri 14, diğeri 12 yaşında. Adlarını doğru söylediklerini pek sanmıyorum; daha çok birbirlerine taktıkları lakapları söylediler. Bu belki korkudan belki de umursamazlıktandı. Büyüğü kendisini Josef, küçüğü de Ramazan (Tatar Ramazan) olarak tanıttı. Toplam dokuz kardeşler ve aileleri ile beraber Gaziantep’ten Ankara’ya gelip, kayıt dışı sektörün kağıt toplayıcıları arasında yerlerini almışlar.
Anlatımlarına göre, topladıkları bu atıkları, kendilerine daha önce bildirilen bir noktada kamyona veriyorlar, kamyon da bu geri dönüşüm maddelerini alan merkezlere götürüyor. Kardeşlere okul durumlarını soruyorum: Biri “okula gidiyoruz” diyor, diğeri ise izin aldıklarını belirtiyor. Hangi okula gittiklerini soruyorum “Gaziantep’te kaldı” diye yanıt veriyorlar. Kısaca yalan söylemeyi bile beceremiyorlar. Çünkü çocukluğun vermiş olduğu bir acemilikleri var. Çocukların bu şekilde okula devam etmeleri olası değil. Bu çocukların 8 yıllık temel eğitimi de görmedikleri ortadadır. Bu çocuklar yaşamdan soyutlanarak, kayıt dışı sektörün kayıt dışı çocukları haline gelmişlerdir.
Josef ve Tatar Ramazan’ın, bu saatte olmaları gereken yer, evleri; yapmaları gereken iş de, ders çalışmaktır. Ne yazık ki, bu kardeşler, sosyal devlet iddiasında olan devletin, kendilerini korumadaki beceriksizliğinin faturasını, gelecekleriyle ödemektedirler. Kardeşlerin bırakınız ikisini, yalnız birisinin ileride daha iyi bir işe ve eğitime kavuşabilme olasılığı var mıdır? Bu iki kardeşin bugün olduğu gibi gelecekte de kayıt dışı sektörün kayıt dışı işçileri olacağını söylemek için sanırım ne falcı ne de kahin olmaya gerek yok.
İki kardeşin yaşam savaşında çektikleri zorluğu gözlerinden okuyabilirsiniz. Acaba bu fotoğrafa bakarak size büyük kardeş küçük, küçük kardeş de büyük dersem ne anlarsınız? Kardeşlerin boylarına bakınca, kimin yaşça büyük olduğu ortada sanabilirsiniz. Ancak görüntü bizi yanıltıyor. Boyca küçük görünen Josef, Ramazan’dan büyük. Acaba bu büyük-küçük karşıtlığının küçük yaşlarda sokaklarda vb. yerlerde çalışmayla ilgisi yok mudur?
Devleti yöneten, karar vericiler, ailelere en az üç çocuk yapmayı önerirken, var olan çocukların sorunlarını görmezden geliyorlar. Bu iki kardeşin de içinde olduğu dokuz çocuklu aileye ne sağlanmıştır? Çocuklara yönelik sosyal politika önlemleri ne kadar yaşama geçirilmiştir? Hava karardıktan sonra çalışmaya başlayan çocuk geri dönüşüm işçilerini herkes görürken, yetkililer görmüyor, görmek istemiyor.
Kayıt dışı sektör, günümüzde iyice büyümüştür. Bu büyüme, bir anafor şeklinde olmuş ve her yaştan ve her cinsiyetten insanı içine çekmiştir. Özellikle bu durumdan en fazla zarar görenler çocuklar olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Yetişkin insanların dahi yapmasını uygun görmediğimiz işlerin çocuklar tarafından yapılması ya da onlara yaptırılması kabul edilebilecek bir şey değildir. Görünen o ki, 8 yıllık zorunlu eğitim , bazıları için kağıt üzerinde kalmıştır. Ülkenin bir ucundan söz etmiyoruz; Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkentinden ve onun “en çağdaş” görünen, en çok bilinen ilçesi Çankaya’dan ve onun sokaklarından bahsediyoruz. Çocuk işçiliği / çalışmasına yönelik burnumuzun ucundaki sorunu görmezlikten gelip çözemiyorsak, sosyal devletten ve sağlıklı toplumdan söz edilebilir mi?!
Çözüm için ilgililer hep sorarlar; “Ne yapmalı?” Vereceğimiz yanıt başlangıç için kısa ve nettir: “Biraz duyarlı olmalıyız” . Yıllarca bu sorunla ilgili hep “Ne yapmalı?” sorusuna yanıt verilip çözüm arandı. Ortaya çıkan sonuç ise “ne yapmalı” yaklaşımının sorunu çözmede tam başarılı olamadığıdır. Acaba yöntemi mi değiştirmeliyiz? Yani her tür çocuk işçiliğini engelleyebilmek için biraz da “ne yapmalı” yerine “ne yapmamalıyız” sorusuna mı yanıt aramamalıyız.
* Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)