Çocuk İşçilik Olgusuna Nedensellik Bağlamında Bakmak ya da “Bizi Bize Anlatmak”

 

Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, … Hep bizim adımıza, bize benzemeyen insanlar çıkarıyorduk aramızdan. Kimse bizim tanımımızı yapmıyordu ki biz kimiz bilelim. Gerçi bazı adamlar çıktı bizi anlamak üzere; ama bizi size anlattılar, bizi bize değil. Tabii sizler de bu arada boş durmadınız. Bir takım hayır kurumları yoluyla hem kendinizi tatmin ettiniz, hem de görünüşü kurtarmaya çalıştınız. Sizlere ne kadar minnettardık. Buna karşılık biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık: kıtlık yıllarında, sizler bu dünyanın gelişmesi ve daha iyi yarınlara gitmesi için vazgeçilmez olduğunuzdan, durumu kurtarmak için açlıktan öldük; yeni bir düzen kurulduğu zaman, bu düzenin yerleşmesi için, eski düzene bağlı kütleler olarak biz tasfiye edildik (sizler yeni düzenin kurulması için gerekliydiniz, bizse bir şey bilmiyorduk); savaşlarda bizim öldüğümüze dair o kadar çok şey söylendi ki bu konuyu daha fazla istismar etmek istemiyoruz; bir işe, bir okula müracaat edildiği zaman fazla yer yoksa, onlar kazansın, onlar adam olsun diye biz açıkta kaldık; yani özetle, herkes bir şeyler yapabilsin diye biz, bir şey yapmamak suretiyle, hep sizler için bir şeyler yapmaya çalıştık. Bütün bunlar olurken birtakım adamlar da anlayamadığımız sebeplerle anlayamadığımız davalar uğruna yalnız başlarına ölüp gittiler. Böylece bugüne kadar iyi (siz) kötü (biz) geldik.

Bize, sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün. Aramızda hukukçu olmadığı için söz uzatılmadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. Gereği düşünüldü. Sanıkların ellerinden başarılarının alınmasına oybirliğiyle karar verildi. (Oğuz Atay, Tutunamayanlar, 69.Baskı, İletişim, İstanbul, 2014, sayfa 225-226).

Oğuz Atay’dan alıntılanan bu kesit, öylesine bir edebi süsleme olsun diye veya bir duygu sömürüsü yapmak için değil, bu yazının meramını dile getirebilmesine yardım etsin diye (ki bu yardımı fazlasıyla yapmaktadır) yazının başına konuldu! Bunun, konunun bütünüyle ilgisi var, o nedenle, yazının sonunda bundan söz etmek daha iyi olur.

Daha önce uluslararası kuruluşların gerek çocuk işçilik, gerekse çocuklara ilişkin başkaca olguları incelemeye yönelik yaklaşımları üzerine yazılar kaleme alıp, bu yaklaşımların, sorunları nedensellik ilişkisi içerisinde açıklamaktan uzak olduğunu ileri sürmüştük. Elbette, sözü edilen yaklaşımların, bir cehalet neticesinde değil, bir ideolojik tutum gereği, gayet bilinçli bir şekilde, tercihen benimsendiğinin farkındayız!

Dolayısıyla, bu bağlamda, üç görevimiz vardır. Birincisi, bu karşıt ve katı ideolojik tutumun takipçisi olup onu hep açık etmektir. İkincisi, onun üzerini örttüğü nedensellik ilişkisini ortaya koymaktır. Üçüncüsüne ise, konunun doğrudan muhataplarıyla birlikte hareket etmektir. Buna yazının sonunda Oğuz Atay’dan yapılan alıntı ile birlikte değinilmektedir.

Birincisini önceki yazılarda elden geldiğince yapmaya çalıştık. Şimdi ikincisini yerine getirmeye gayret edelim.

Çocuk işçilik olgusunu, yöntemsel olarak, herhangi bir ülke, bölge ya da sektör özelinde bir incelemeye girişmezden önce, bir meta kuramla, küresel düzeyde ele almak ve dünyadaki egemen toplumsal sistemle ilişkilendirmek gerekmektedir. Wallerstein’in (2013: 189) ifadesi ile, “Tüm zaman ve mekanlar için değişmez kalan toplumsal gerçeklikler yoktur; ama herhangi bir toplumsal gerçekliği ancak bir üst anlatının bir parçası olarak bilebiliriz”.

Bugün dünyada egemen toplumsal sistem kapitalizmdir ve kapitalizmin bugününe egemen olan ekonomi-politik yaklaşım ise piyasa düzenidir. Piyasacı yaklaşımın geri kalmışlık, yoksulluk, işsizlik gibi sorunlar hakkındaki açıklaması ise, Bernstein’in (1992: 24), İngilizce residualist (*) olarak adlandırdığı (ve karşı çıktığı) yaklaşımla, bu sorunların, en temelde, piyasa düzenine eklemlenip-eklemlen(e)memek ile ilişkili olduğu yönündedir. Diğer bir ifade ile, bu sorunlar, kapitalist gelişmeyi sağlayamamış olanlara özgüdür ve çözümü de kapitalist piyasa düzeninin tesis edilmesinden geçmektedir. Bu yaklaşımın savunucularından Amartya Sen’e (2000: 7) göre, piyasanın ne getirip getirmeyeceği bir yana, piyasalara dahil olma özgürlüğünün kendisi kalkınmaya ciddi bir katkıdır.

Bernstein (1990), Dünya Bankası’nın meseleyi kavrayışının ve uygulamaya koyduğu politikaların bütünüyle bu yaklaşıma yaslandığını da tespit etmektedir. Selwyn (2014: 2), bu yaklaşımın Birleşmiş Milletler’in Milenyum Kalkınma Hedefleri’ne de bütünüyle sinmiş olduğuna, öyle ki, bu projenin mimarlarından Jeffrey Sach’ın, küresel Güney’de, “terleme atölyeleri” (sweatshop) diye anılan, ağır çalışma koşullarının hüküm sürdüğü küçük üretim atölyelerinin yaygınlaşmasını, söz konusu proje açısından olumlu bularak desteklediğine dikkat çekmektedir.

Bu tartışma daha fazla uzarsa, yine yeniden uluslararası kuruluşların yaklaşımlarına saplanıp kalınmış olduğu gibi bir izlenime yol açabilir! Neyse ki öyle değil, sağlıklı bir nedensellik çözümlemesi yapabilmek için bu kadarla kalmak koşulu ile ana akım yaklaşıma değinmek kaçınılmazdı.

Yoksulluğun, işsizliğin ve de çocuk işçiliğin en başta gelen nedeni, bugün küresel ölçekte hakim olan ve yerel ölçekte uygulanan politikalara da şeklini veren, bu (residualist) ekonomi-politik yaklaşımdır.

Bu yaklaşıma göre yorumlarsak, az gelişmişlik; örnek alan/alması gereken, gelişmişlik; örnek alınan/ alınması gereken, aynı şekilde, yoksul; örnek alan/ alması gereken, refah düzeyi yüksek olan; örnek alınan/ alınması gereken konumunda bulunmaktadır. Örnek alanla alınan arasında bir ilişkisellik olmayıp, olsa olsa bir mesafe ya da zaman bulunmaktadır. İkincisi birincinin ulaşması gereken ideal tiptir. Bunun yolu da ona öykünerek ya da onun izinden giderek, onun vardığı yere varıp, ona benzemektir.

Oysa ki, bu konumlar arasında ters orantılı bir ilişkisellik bulunmakta ve bu ilişkisellik residualist yaklaşım tarafından sürekli olarak yeniden üretilmektedir. Tartışma, açlık, yoksulluk, çocuk işçilik, işsizlik vb sorunların piyasa düzenine katılmakla çözüleceği gibi bir noktadan başlatılmaktadır. Bize göre, bu doğru bir başlangıç noktası değildir. Bu sorunları var edenin ne olduğu ve bunların tarihsel olarak ne zamandan beri varolduğu sorularını sorarak başlamak doğru bir başlangıç noktasıdır. Bu soruları sormak, residualist yaklaşıma karşı ilişkisellik ve tarihsellik yaklaşımını savunmanın bir gereğidir. Meseleye ilişkisellik yaklaşımı ile baktığımızda, çocuk işçiliğe ilişkin şu tespitleri yapabiliriz:

Piyasa düzenini küresel ölçekte tesis etme baskısı, sözü edilen sorunları var eden ana kaynaktır. Bu baskı devreye girdikten sonra, bunun yerel ölçekteki yansımaları ülkeler, bölgeler ve sektörler düzeyinde farklı biçimde ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Türkiye’de mevsimlik tarımsal işlerde çalışan çok sayıda çocuk (Kalkınma Atölyesi, 2013) Jeffrey Sach’a göre, piyasa düzenine eklemlenme yönünde merdivenin ilk basamağına adımını atmıştır. Ya da Amartya Sen’e göre, şükürler olsun ki, piyasaya erişme özgürlüğüne kavuşmuştur. Buna karşın, ilişkisellik yaklaşımına göre ise, bu çocuklar, tarımsal destekleme alımı politikalarının piyasacı tarım politikalarıyla ikame edilmesinin sonucunda yoksulluğun içine düşürülmüştür. Çocukluklarını çalışarak geçirmek zorunda kalarak da bu sınıfsal konumlarını piyasa düzeninde sürekli olarak yeniden üretmek gibi bir girdaba kapılmaktadırlar.

Piyasa düzeni tesis edilirken, işgücü piyasalarının, esneklik söylemi altında, devletin sosyal politikalarla düzenleyici müdahalesinin dışına çıkartılması, çocukları kendi gelişimleri ve gelecekleri için piyasaya dahil etmek amacıyla mı, yoksa ucuz işgücü kaynağı olarak sermaye lehine işgücü havuzuna dahil etmek için midir? Dertli’nin (2018) resmi veriler üzerine yaptığı değerlendirme, bunun ikincisi için olduğunu açıkça ortaya koymaktadır

Eğitim süreçlerinin piyasalaşması sonucu zorunlu temel eğitimden sonrasına devam etmek için gerekli giderleri karşılayamayan ve zorunlu tek seçenek olarak çıraklık “eğitimine” yönelen çocuklar, onları mağdur eden bir başka ekonomik yapıdan, ‘mutlu olacakları’ piyasa düzenine geçiş yapmıyorlar. Piyasa düzeni tesis edilirken ellerinden alınanların ardından piyasanın onlara sunduğu bu tek seçeneği seçmek zorunda kalıyorlar (Akpınar ve Gün, 2016).

Örnekler çoğaltılabilir, ancak bu benimsediğimiz yaklaşımı ve ulaşacağımız sonucu değiştirmez. Bununla birlikte görevimiz de burada bitmez, tam tersine, tam da burada üçüncü ve en temel görev başlar. Yoksa diğer iki görevi yerine getirmiş olmanın çok anlamı ve önemi kalmaz. Üçüncü görev, bütün bu tartışmaları, karşıt iddiaları, çözümlemeleri, konunun doğrudan muhataplarıyla birlikte yapmak ve birlikte bir çözüm arayışına girişmektir. Oğuz Atay’dan alıntıladığımız kesit işte bunların hepsini birlikte içermektedir. Sorunu sınıflararası ilişkisellik bağlamında ele alıp, çıkarları zıt olanları karşı karşıya koymakta ve bununla da yetinmeyip, bu ilişkisellikte ezilen tarafı belirleyici özne haline getirmektedir. Ezilen tarafın nasıl özne haline getirileceğine ilişkin elde hazır bir reçete yok, olamaz da, ama bu, oluşturulamaz demek değil, mutlaka bir yolu bulunur. Bunun yolu, tek taraflı olarak onlar adına konuşmaktan değil, onları onlara anlatmaktan ve onları onlardan dinlemekten, kısacası ezilenlerin kendileriyle birlikte düşünüp birlikte eylemekten geçiyor.

Kaynaklar

Akpınar Taner and Gün Servet (2016), “Testing the human capital development model: the case of apprenticeships in Turkey”, International Journal of Training and Development, 20(3): 214-223.

Bernstein Henry (1992), “Poverty and the Poor”, In Rural Livelihoods: Crises and Responses, (Edited by Henry Bernstein, Ben Crow and Hazel Johnson), Oxford: Oxford University Press, pp. 13–26.

Dertli Nail (2018), “Türkiye’de Çocuk İşçiliğin Güncel Durumu Hakkında Kısa Bir Not: Kayıtdışılaşma ve Çalışma Ortamının Kötüleşmesi”, Çalışma Ortamı, 158: 7-9.

Kalkınma Atölyesi (2013), Mevsimlik Tarım İşçiliği ve Çocuklar -Sorun Analizi ve Politika Önerileri, 2.Basım, Ankara.

Selwyn Benjamin (2014), The Global Development Crisis, Cambridge: Polity Press.

Sen Amartya (2000), Development as Freedom, New York: Alfred A. Knopf. Wallerstein Immanuel (2013), Bilginin Belirsizlikleri, (Çev.: Berivan Alataş), lstanbul: Sümer Yayıncılık.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , ,

Arşivler