Çocuk emeği insanlık tarihi kadar eski bir sorundur. Ancak emek sömürüsünün en vahşi biçimini oluşturan çocuk işçiliği, hiç kuşkusuz şirketlerin kar hırsını doruk noktasına taşıyan Sanayi Devrimi ile en acımasız biçimine ulaşmıştır. Bu dönemde 6-8 yaşlarındaki çocuklar, tekstil sanayinden maden ve kömür ocaklarına kadar hemen her türlü ağır işte, 10 ila 16 saat süreyle, sefalet ücretleriyle çalıştırılmışlardır. Yaygın bir cehalet ve sefalete neden olan bu durum, yalnızca ölüm oranlarının doğal olmayan bir seyir izlemesine ve işçilerin çoğunun genç yaşlarda sakat kalmalarına neden olarak birkaç kuşağı telef etmekle kalmamış, toplumsal huzursuzlukları da artırmıştır.
Bu durum 19. yüzyıldan itibaren güçlü bir sınıf bilincinin doğmasına neden olmuş; devletin yasal koruyuculuğundan mahrum olan işçiler grevler, ayaklanmalar hatta devrimlerle devleti ekonomik olarak güçsüz olan işçi sınıfının yanına çekmeyi bir ölçüde de olsa başarmışlardır. Bu çerçevede çalışma yaşamının ilk koruyucu politikaları, kötü çalışma koşullarından en çok etkilenen çalışan çocuklar için gerçekleştirilmiştir.
İngiliz Parlamentosu’nca 1802 tarihinde kabul edilen “Çırakların Bedeni ve Manevi Sağlıkları Hakkında Yasa”, Sanayi Devrimi’nin doğurduğu kötü çalışma koşullarına karşı çocukları korumak için atılan ilk yasal adımdır. Yasa, çırak çocukların çalışma sürelerini 12 saat ile sınırlamakta, gece çalıştırılmalarını yasaklanmakta, çıraklar işverenin yanında geceli ve gündüzlü olarak kalmakta iseler, işverenlerin kızlar ve erkeklere ayrı yatakhaneler kurmasını şart koşmaktadır. Ayrıca Yasa, işverenleri, çocukların okuma yazma öğrenmek üzere okula devam etmelerini sağlamak ve yılda bir kat takım elbise vermekle yükümlü tutmuştur. Talas’ın deyimiyle oldukça çekingen hükümleri içeren bu ilk yasanın kabulü bile çok zor olmuştur. Ancak İngiliz Parlamentosu 1820’li yılların başından itibaren çocuk ve genç işçilerin sorunları ile sürekli ilgilenmeye başlamıştır. Avrupa ülkelerinde ulusal düzeyde gerçekleştirilen benzer uygulamalar, 1919 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün kurulması ile uluslararası bir boyuta taşınmıştır (Talas, 1990:192).
Uluslararası Adımlar
ILO’nun kuruluş amaçlarından biri de çocuk işçiliğini ortadan kaldırmaktır. Bu nedenle 1919 yılında ILO’nun kabul ettiği ilk sözleşmelerden biri de “Sanayide Asgari Yaş Sözleşmesi”dir. ILO daha ilk günden bu yana, istihdama kabulde asgari yaş ile zorunlu olan temel eğitim yaşını ilişkilendirmiş, 1973 yılında 138 sayılı Sözleşme ile istihdama katılma yaşının zorunlu temel eğitimi tamamlama yaşından düşük olmaması gerektiğini ileri sürmüştür (ILO İstihdama Kabulde Asgari Yaşa İlişkin 138 Sayılı Sözleşme). Türkiye 138 sayılı Sözleşme’yi 1998 tarihinde onaylamıştır.
ILO 138 sayılı sözleşmeyi tamamlamak üzere, 1999 yılında 182 sayılı Kötü Şartlardaki Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Önlemler Sözleşmesi’ni kabul etmiş, Türkiye de bu kez fazla vakit kaybetmeden 2001 yılında 182 sayılı sözleşmeyi onaylamıştır. ILO bu sözleşmeyi hazırlarken 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni de hatırlatmıştır. ILO’nun 1992 tarihli Çocuk İşçiliğinin Önlenmesine Yönelik Uluslararası Programı (IPEC) da bu amaçla atılmış önemli adımlardan biridir.
ILO’nun kuruluşundan ve çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasına yönelik hedefinden bu yana neredeyse yüz yıllık bir süre geçmiş olmasına rağmen, çocuk işçiliğinin ortadan kaldırıldığı veya çocuk emeği ile ilgili koruyucu politikaların yeterli ve etkili olduğu ileri sürülebilir mi? Yoksulluğun ve eşitsizliklerin küresel düzeyde arttığı, güvencesizlik ve esneklik uygulamalarının çalışma yaşamında giderek yaygınlaştığı bir süreçte kalıcı çözümler üretmek mümkün mü?
Dünyada Durum
(ILO)’nun tahminlerine göre, 2000 2008 döneminde 30 milyon azalmasına rağmen, dünyada çoğu tam zamanlı olmak üzere 215 milyon çocuk çalışmaktadır. En temel özgürlüklerden mahrum kalan bu çocuklar, fiziksel, sosyal, kültürel, duygusal ve eğitsel gelişimlerine zarar veren ortam ve koşullarda çalışmaktadır. Örneğin okul ve oyun çağındaki bu çocuklar, okula gidemedikleri gibi oyun oynamaktan da mahrum kalmaktadırlar. Bu çocukların çoğu uygun ve yeterli beslenme ve bakım olanaklarından da uzaktır. Çalışan çocukların yarısından çoğu tehlikeli ortamlar, kölelik ve diğer zorla çalıştırma biçimleri, uyuşturucu trafiği ve seks ticareti gibi yasadışı faaliyetler ve silahlı çatışma gibi çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinde çalıştırılmaktadırlar (http://www.un.org/en/events/ childlabourday/).
Yoksulluk, insan onuruna yakışmayan işlerde çalışan anne-babalar, sosyal koruma yetersizliği ve çocuk işçilik için yasal minimum yaşın düşük olması nedeniyle tüm çocukların okula devam edememesi, ILO’ya göre çocuk işçiliğinin temel nedenlerini oluşturmaktadır.
Teorik ve ampirik çalışmalar, yoksulluğun çocukları çalışmaya ittiğini göstermektedir. Dünya Bankası’nın Brezilya’da yaptığı bir araştırmaya göre, çalışma yaşamına erken yaşlarda katılım, yaşam boyu elde edilecek ücreti %13-20 oranında geriletmektedir. Dolayısıyla çalışan çocukların çocuklarının da çalışma olasılığı artmaktadır. İnsan onuruna yakışmayan işlerde çalışan anne-babalar genellikle düşük ücretle, güvencesiz, sendikasız, çoğu zaman da taşeron olarak çalışmaktadır. Bu aileler çoğu zaman çalışan yoksullar olarak da adlandırılmaktadırlar. ILO’ya göre dünyada çalışma çağındaki nüfusun (ve ailelerinin) yalnızca %20’sinin etkili ve yaygın sosyal güvenlik olanaklarına sahip olması, bu tür işlerin oldukça yaygın olduğunu göstermektedir (ILO, 2013).
Türkiye’de Durum
Türkiye İstatistik Enstitüsü (TÜİK) Çocuk İş gücü Anketi Sonuçları’na göre 2012 yılında Türkiye’de 6-17 yaş grubunda bulunan 15 milyon 247 bin çocuğun 893.000’i (%5,9’u) ekonomik faaliyette bulunmaktadır. 2006 yılı ile kıyaslandığında çalışan çocuk sayısında 3.000 kişilik bir artış görülmektedir (Tablo 1). 1999-2006 döneminde istihdam edilen çocuk sayısının 2 milyon 270 binden 890.000’e (%5,9) düştüğü dikkate alındığında, çocuk işçilikte düşüş eğiliminin oransal olarak durduğu, ancak sayısal olarak arttığı görülmektedir (DİSK-AR, 2015).
Çalışan çocuk sayısı 6-14 yaş grubunda 292.000 çocuk ile 15-17 yaş grubunda çalışan 601.000 çocuğun yaklaşık yarısını oluşturmaktadır. 2006 yılı ile kıyaslandığında, 15-17 yaş grubunda çalışan çocuk sayısı 4.000 kişi gerilerken, 6-14 yaş grubunda çalışan çocuk sayısı ise 7.000 kişilik bir artış göstermiştir. Artışın 6-14 yaş grubunda olması üzerinde ayrıca durulması gereken bir konudur (Tablo 1).
Türkiye’de çalışan çocukların üçte ikisi erkektir. Çalışan çocukların %45’i kentlerde çalışmaktadır. Sektörlere bakıldığında en yoğun çocuk işçiliğinin olduğu sektörün, meslek hastalıkları ve iş kazaları açısından en tehlikeli sektörlerden biri olan tarım sektöründe olduğu görülmektedir (%44,7). 2006 yılında %36,6 olan tarım sektöründe çocuk işçilik oranının yaklaşık %8’lik bir artış gösterdiği görülmektedir. Bu nedenle tarım sektöründe yaygın olan ücretsiz aile işçiliği durumunun çalışan çocuklar için de geçerli olduğu, çalışan çocukların %46,2’sinin ücretsiz aile işçisi olarak çalıştığı görülmektedir (Tablo 1).
Türkiye’de ekonomik faaliyette bulunan çocukların haftalık fiili çalışma süreleri de yüksektir. 6-17 yaş grubundaki çocukların haftalık fiili çalışma süresi 40 saati bulurken, 15-17 yaş grubu için 45,8 saate yükselmektedir. Okula devam etmeyen çocuklarda ise bu süre haftalık 54,3 saate ulaşmaktadır. Cinsiyete göre bakıldığında erkek çocukların kız çocuklara göre haftada 10 saat daha fazla çalıştığı görülmektedir. Erkek çocuklar haftada 43,2 saat çalışırken, kız çocukları 33 saat çalışmaktadır. Uzun çalışma sürelerine rağmen, ücretli, yevmiyeli veya kendi hesabına çalışan çocukların %52’si 2012 yılında ancak aylık 400TL’lik gelir elde edebilmiştir (DİSK-AR, 2015).
İstihdamda olan (ekonomik faaliyette bulunan) çalışan çocukların yanı sıra, ev işlerinde faaliyette bulunan çalışan çocuklar da bulunmaktadır. Ev işlerinde çalışan çocuklar genellikle alışveriş yapma, yemek pişirme, çamaşır yıkama, ütü yapma, küçük kardeşlere bakma, evi temizleme, eşyaları onarma gibi faaliyetleri yürütmektedir. Bu faaliyetlerin aynı zamanda kadınları çalışma yaşamından uzak tutan, ücretsiz ev içi faaliyetler olduğu dikkati çekmektedir. Türkiye’de ev işlerinde çalışan çocukların sayısı istihdamda bulunan çocuklara göre oldukça yüksektir ve hızla artmaktadır. DİSK’e göre istihdam içinde değerlendirilmeyen ev işlerinde çalışan çocukların sayısı 1999 yılında yaklaşık 4,5 milyon iken, 2006 yılında 6,5 milyona, 2012 yılında ise 7,5 milyona yükselmiştir (DİSK-AR, 2015).
TÜİK verilerine göre 2012 yılında süresi ne olursa olsun ev işlerinde ailesine yardımcı olduğunu ifade eden 6-17 yaş grubundaki 7 milyon 503 bin çocuğun; %47,2’sini (3 milyon 540 bin kişi) haftalık çalışma süresi 2 saat ve daha az olanlar, %80,1’ini ise (6 milyon 12 bin kişi) haftalık çalışma süresi 7 saat ve daha az olanlar oluşturmaktadır. Yetişkinler için geçerli olan istihdam piyasasının toplumsal cinsiyete göre ayrışması, çalışan çocuklar için de geçerlidir. Yukarıda vurgulandığı üzere ekonomik faaliyette bulunan çocukların üçte ikisini erkekler oluşturmasına rağmen, gelir getirmeyen ev işlerinde ailesine yardımcı olan çalışan çocukların %56,8’ini (4 milyon 261 bin kişi) kız çocukları oluşturmaktadır. Ev işi türlerine göre ilk sırayı %29,7 ise hane için alışveriş yapan çocuklar almaktadır (TÜİK, 2013).
DİSK’e göre 4+4+4 uygulaması ile hem oku hem çalış dönemi başlamıştır. 2012 yılında çalışan çocukların %49,8’i bir okula devam ederken çalışmaktadır. 2006-2012 döneminde okula devam ederken çalışma %64 oranında artarak 272.000’den 445.000’e ulaşmıştır. Okula devam ederken okuma 2012 yılında 6-14 yaş grubundaki çalışan çocuklarda %81,8’e ulaşmaktadır.
İstanbul İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi verilerine göre 2014 yılında iş kazası sonucu yaşamını yitiren 1886 işçinin 54’ü çocuk işçidir (www.guvenlicalisma.org).
Türkiye’de çocuk işçiliğin artışında artan yoksullaşma, yüksek işsizlik oranları, düşük ücretler ve sadaka kültürüne dayanan ve gittikçe zayıflayan sosyal koruma politikalarının önemli bir yer kapladığı düşünülmektedir. Öte yandan Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın özel okulların eğitim sistemi içindeki payını artırmaya yönelik politikaları kamusal eğitimi zayıflatmış, fırsat eşitliğini aşındırmıştır. 2011-2012 eğitim öğretim yılında 885 olan özel ortaöğretim kurum sayısı, 2013 yılı itibariyle bin 396’ya ulaşmıştır. 2012 yılında yasalaşan 4+4+4 uygulaması da zorunlu ilköğretim yaşını 6-13 yaş aralığına çekmiştir. Bu durumda çocuk işçiliğin başlama yaşı fiili olarak 13 yaşa gerilemiştir.
12 Haziran Dünya Çocuk İşçilikle Mücadele Günü
ILO, 2002 tarihinden bu yana “12 Haziran” gününü “Dünya Çocuk İşçilikle Mücadele Günü” ilan ederek, çocuk işçiliğine karşı farkındalığı artırmayı amaçlamıştır. ILO bu yıl dünya çocuk işçilikle mücadele gününün temasını “kaliteli eğitim” olarak belirlemiş olup, “Çocuk İşçiliğe Hayır, Kaliteli Eğitime Evet” sloganı ile propaganda yapmaktadır. Bu yılın temasının kaliteli eğitim olarak belirlenmesinde, 2015 yılı Birleşmiş Milletler Milenyum Hedefleri arasında yer alan eğitimdeki hedeflerin gerçekleştirilememiş olması önemli bir etken olmuştur. Böylece eğitim hedeflerine neden erişilemediğini tartışan uluslararası topluma bu alanda yeni hedef ve stratejiler belirleme fırsatının da sunulması amaçlanmıştır.
Birleşmiş Milletler Milenyum Hedefleri 2015 yılına kadar dünyadaki bütün kız ve erkek çocukların en azından temel eğitimlerini (ilköğretim) tamamlamalarını hedeflemişti. UNESCO’nun son verileri, ilköğretim yaşında olan çocuklardan 58 milyonunun, ortaöğretim döneminde olan çocuklardan ise 63 milyonunun okula devam etmediklerini, devam edenlerden de birçoğunun düzenli olarak devam edemediklerini göstermektedir. Uluslararası toplumun çocukların okula devamsızlıkları ile ilgili araştırmalarında, çocuk işçiliğin hala önemli bir engel olarak belirlendiği vurgulanmaktadır.
Bu çerçevede ILO;
– Bütün çocuklara en azından yasal çocuk işçi çalıştırma yaşına kadar olan sürede ücretsiz, zorunlu ve kaliteli bir eğitim verilmesi,
– Çocuk işçilik ve eğitim ile ilgili ulusal politikaların birbiri ile tutarlı ve etkili olması,
– Kaliteli eğitime erişimin garanti altına alınması ve öğretmenlerin niteliklerini artırmaya yönelik politikaların uygulanması için çağrıda bulunmaktadır.
Ancak, yoksulluk oranlarının küresel düzeyde yükseldiği, işsizlik oranlarının arttığı, sendikalaşmanın gerilediği, 2008 yılından bu yana etkili olan küresel ekonomik krizin başta sosyal güvenlik olmak üzere sosyal koruma politikalarını gerilettiği, emek piyasasının esnekleşip kuralsızlaştığı, zorunlu temel eğitim hedeflerine ulaşılamadığı bir ortamda çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik çabalardan yeterli bir sonuç alınabilmesinin oldukça zor olacağı unutulmamalıdır. Bu nedenle, her şeyden önce bir insan hakları sorunu olan çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik çabaları ısrarla sürdürmek, bu amaçla özellikle emek yanlısı politikaları gündeme getirmek etkili olacaktır.
Kaynakça
DİSK-AR (2015). Türkiye’de Çocuk İşçiliği Gerçeği Raporu. (http://www.disk.org. tr/2015/04/disk-ar-turkiyede-cocuk-isciligigercegi-raporu-2015/ Erişim Tarihi 1 Haziran 2015).
İstanbul İş Sağlığı ve Güvenliği Meclisi web sayfası (www.guvenlicalisma.org).
ILO (2013). World Report on Child Labour: Economic vulnerability, social protection and the fight against child labour, Geneva.
BM (2015). Dünya Çocuk İşçilikle Mücadele Günü, 12 Haziran (http://www.un.org/ en/events/childlabourday/ Erişim Tarihi 13 Haziran 2015).
Talas, C. (1990). Toplumsal Politika, İmge Kitabevi Ankara.
TÜİK (2013). Haber Bülteni: Çocuk İşgücü Anketi Sonuçları, 2012.
* Doç. Dr., Ankara Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sağlık Kurumları Yöneticiliği Bölümü Öğretim Üyesi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi