ÇOCUK HAKLARI STRATEJİSİ VE UYGULAMA PLANI: Hayal mi?

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından gündeme getirilen “Çocuk Hakları Stratejisi ve Uygulama Planı (2012-2016) hala yayınlanamadı. 20 Nisan 2012 tarihinde açıklanan Belge Taslağı, vizyonunu “Çocuk Hakları Hayalimiz” başlığı altında açıklıyor. Ama ayrıntılı bir irdeleme, söz ile eylem uyumunun olmadığını ortaya koyuyor.
Çalışmalar 13 Ekim 2010’da başlamış; ama bugün, yani 2013 başında hala sonuçlanamamıştır. Söz büyük, adım küçüktür.
Biz bu olguyu daha önce de görmüş ve işaret etmiştik.
Bakanlık, “hayal”ini açıklarken, bunun Türkiye ile sınırlı olmadığını ortaya koymaktadır. Böylece daha ilk adımda sınırları aşmakta. Bunu gönüllü bir örgüt yapabilir; ama kamu kuruluşu, başka ülkelerin egemenlik alanlarındaki çocuklar için hayal kuramaz. Kurarsa bu “boş” olur. Bakanlık, yalnızca ulusal sınırları aşan hayal kurmakla kalmamakta, kendisini uluslararası örgütlerin yerine koymaktadır: “Bu değişim ve dönüşüm, mevcut verili dünya koşullarının aşılmasını içerdiği için bugünü ve geleceği de kapsayan tarih ve medeniyet bakışını taşır.” (s.1) demektedir. Bu kendi çapını aşmaktır.
Tüm uzmanların üzerinde bitiştiği olgu, çocuk hakları alanında ülkemizde başarının tek adımda ve birdenbire gerçekleştirilemeyeceğidir. Bunun için, hedefler kısa erimli ve uzun erimli olmak üzere ikiye bölünmüştür. Kısa erimde, çocukların zararını en aza indirecek önlemler öne sürülürken; uzun erimde köklü çözümlere işaret edilmektedir.
Bugün hapishanelerde ömürleri çürüyen “suçlanan” çocuklar, 18 yaşın altında olduğu halde evlendirilen ya da töre cinayetlerine kurban giden kızlarımız, sanayi sitelerinde küçük ciğerleri-dizleri-kulakları yıpranan bedenler, tecavüz kurbanları ve gelecekleri yok edilmiş kuşakların ülkemizdeki varlığını en duyarsız kulaklar bile duydu.
Durum böyleyken, onların sorunlarını başka ülkelerin tarihleri ve medeniyete bakışları ile yargılamaya olanak yoktur. Ülkemizde, çocuklar için yapılacaklar çok şey vardır; bunun başında da sosyal devletin yapması gereken “zorunlu hizmetler” gelmektedir.
Strateji belge taslağında, paydaşların önerilerinin alındığı ve ayrıntılı olarak irdelendiği söylenmektedir. Ama ortada ne bir plan, ne de bir eylem vardır. Bu söylenenler kulak ardı edilmiştir. Yoksa yukarıda saydığımız sorunlarla ilgili iyi niyetli adımların varlığını fark etmiş olmalıydık.
Bakanlık, “hayal”ini açıklarken, hükumet programının (yani AKP seçim bildirgesinin) ötesinde, ülke ölçekli genel bir stratejik yaklaşım benimsendiğini belirtmektedir. O zaman “Çocuk Hakları Stratejisi ve Uygulama Planı”nın gerekçelerine göz atarak, hem “siyasal yaklaşımı” ve hem de “boş olup, olmadığı” irdelenmelidir. Belge Taslağı 2.sayfasında gerekçelerini şöylece sıralamaya başlamaktadır:
1. Çocuk hakları stratejisi, nasıl bir dünya istediğimizle ilgilidir.
2. Çocuk sorunu, öncelikle, bugünün dünyasında var olan egemenlik ilişkilerinin yarattığı uygarlıktan kaynaklanan bir sorundur.
3. Her medeniyet en iyisini önce çocuğa vermeyi amaçlamadıkça, dünya çocuklarının sorunları çözülemez ve çocukların güzel bir dünyada yaşama hakları gerçekleşemez.
4. I. Türkiye Çocuk Hakları Stratejisi ve Uygulama Planı, uzun vadeli ve bütüncül bir medeniyet yaklaşımına ve birikimine sahiptir.
5. Çocuğun iyi olma hali endeksi gereklidir.
6. Türkiye, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne taraf olan bir ülke olarak çocuğun bütün hakları ve esenliğinin sağlanması için yasal ve idari önlemleri almak amacıyla bu belge taslağını hazırlamıştır.
Bu gerekçelerin ışığında, 10 öncelikli yaklaşım sıralanmıştır (Bakınız : Kutu No.1). Ama bunlar ne sorun ne de hedef odaklıdırlar. Dolayısıyla bunları bir önceliklemeden çok bir “niyet mektubu” olarak görmek yerinde olacaktır.
KUTU NO .1
ÖNCELİKLER
Birinci Türkiye Çocuk Hakları Stratejisi ve Uygulama Planı, çocuk hakları odaklı uygulamaları için 10 öncelikli yaklaşımı şu şekilde belirlemiştir :
1. Çocuk haklarının yasal düzenlemelerle kabulü ve BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin fiilen kalkmış bulunan 17., 29. ve 30.maddelerine konulmuş çekincelerin kaldırılması,
2. Yasalarda kabul edilen ilke ve ölçütleri uygulamaya dönüştürecek kurumsal yapıların oluşturulması ve var olanların güçlendirilmesi,
3. Sorumlu kuruluşlarca ulusal çocuk politikalarının faaliyet, uygulama ve eylem planlarının bireyin, toplumun ve devletin katılımıyla hazırlanması ve gerçekleştirilmesi,
4. Çocuk hakları politikaları ve uygulamaları konusunda kamuoyunda bilinç ve duyarlılık oluşturulması,
5. Çocuk hakları politikaları ve uygulamalarından sorumlu kurum ve kuruluşların yaklaşımlarının geliştirilmesi; bütüncül, disiplinler arası, çok sektörlü ve eş güdümlü çalışma anlayışının karar ve uygulama birimlerinde güçlendirilmesi,
6. Ulusal çocuk politikaları ve faaliyet planlarına dayalı uygulama programları hazırlanması ve çocukların ilgili haklardan yararlanmalarının sağlanması,
7. Çocuklara sağlanan hakların korunması ve geliştirilmesi,
8. Çocuk hak ihlalleri karşısında başvuru sisteminin kurulması ve yaygınlaştırılması,
9. Çocuk hakları uygulamalarının bütün süreçlerine çocuk ve yetişkin bireylerin, toplumun, sivil toplum kuruluşlarının, yerel yönetimlerin, üniversitelerin, medyanın ve hükumet kuruluşlarının etkin katılımı ve işbirliği ortamlarının hazırlanması,
10. Çocuk ve yetişkin paydaşlığında etkin uygulama, değerlendirme, denetleme, izleme ve raporlama sisteminin kurulması.

Sözler süslü, hayaller geniş ama eylem cılızdır. Sözler süslü, ama özürlüdür. Bakanlığın adında başlayan bu özürlülük, belge taslağının diline de yansımaktadır. Şöyle ki: Bakanlığın adı, “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”dır. Oysaki, sosyal politika çoğul değildir; çoğul olan hizmetlerdir. Oysa bu hizmetlere yön veren, çatısı altına alan politika tektir. Burada olduğu gibi, “medeniyet” de çoğul olamayacak bir kavramdır. Çeşitli tarih ve üretim ilişkileri dönemleriyle evrelendirilebilse de, kavram olarak tek bir kavramdan söz ediyoruz. Medeniyetleri çoğul olarak alma özürlülüğü Huntington tarafından ortaya atılmış olup; din eksenli bir yaklaşımla zihinleri karıştırmayı denemektedir.
Bu özürlü yaklaşım, etkilerini uygarlığa bakış açısında da koymaktadır. Çocuk sorunu,“egemenlik ilişkilerinin yarattığı uygarlıktan kaynaklanan sorun” olarak görülmektedir. Bu teknolojiye ve onu üretene kızıp, onu yanlış amaçlarla kullanan insanın sorumluluğunu gözardı etmeye benzemektedir. Uygarlığı düşman bellemek, yakın tarihimizde, dillerden düşmeyen iki karşıt düşünceyi ve bu iki karşıt düşüncenin ideolojik köklerini anımsatmaktadır. Bu düşüncelerden biri Mehmet Akif Ersoy’a aittir ve medeniyeti tek dişi kalmış canavar olarak nitelemektedir. Diğer düşünce ise Mustafa Kemal Atatürk’e aittir ve çağdaş uygarlık düzeyini, ulaşılması gereken en önemli hedef olarak tanımlamaktadır. Türkiye, 23 Nisan 1920’de kurulduğu dakikadan başlayarak hep “daha iyisini yapmaya, daha ileri gitmeye ve geri kalmamaya” çalışmıştır. Bunu yaparken de, bir ayağı ulusalda, bir ayağa evrenselde olmuştur. Kendi kültürünü yüceleştirmemiş (fetişleştirmemiş); çağdaş olan ne varsa onu öğrenmek için dünyanın öteki ucuna gitmeyi göze almış ve bugüne değin geri bıraktırılmışlığının sorumluluğunu başkalarına yıkmamıştır.
Bunun yanı sıra, Belge Taslağı, kısır bir “medeniyet” algısına sahiptir. “Çocuk haklarının yorumlanmasında, medeniyet değerleri olan, dil, inanç, ahlak, adalet/hukuk, iyilik, doğruluk, güzellik/estetik, temel değerlerdir.” (s,5) Belge, medeniyet (uygarlık) kavramının bunlarla sınırlı sanmaktadır. Bu medeniyet değerlerinin, dokunulmaz olduğu ve bir toplumdan ötekine farklılık gösterdiği iddiası da başka bir yanılgıdır. Ek olarak, bu algı ve yanılgı, “çocuğa saygı” anlayışı ile bağlantılandırılmaktadır. Bütün bunlar, strateji belgesine yön verecek olan “medeniyet değerleri” olarak nitelendirilmektedir.
Belge taslağı, yeterince işlenmemiş, nasıl belirleneceği açıklanmamış kavramlar içermektedir. “Çocuğun iyi olma endeksi” bunlardan biridir.
Çocuğun iyi olması hiç kuşkusuz önemlidir. Belge Taslağı bunu gerekçelendirmektedir. Çocuğun büyüme ve gelişme sürecine toplumsal katılımı, potansiyellerini gerçekleştirmesi ve bunun izlenmesi gereklidir. Bunun için bir endeks oluşturmak istenmektedir. Çocuğun iyi olma endeksi için şu sekiz alanda oluşturulan göstergelerden yararlanılması amaçlanmaktadır:
 Maddi durum
 Sağlık
 Eğitim
 Ev ve çevre koşulları
 Güç koşullar ve güvenlik
 Katılım
 Sosyal ilişkiler
 Öznel iyi olma hali.

Bu endeksin bütüncül bir bakışa olanak verdiği öne sürülmektedir. Oysa yöntem bilimsel (metodolojik) yönden bu sayılanlar, eşit değerlere sahip ölçekler olmadığı gibi, her bir göstergenin kendi içinde puanlandırılması için de daha ileri çalışmalara gerek vardır. Burada bir endeksten çok, çocuğun iyi olma halini etkileyen etmenlerin art arda sıralanması vardır. Bu olsa olsa, bir raporun içindekiler bölümünü oluşturabilir. Bu endeksin, “uluslararası çalışmalar ile karşılaştırmalı veriye olanak tanıdığı” öne sürülmektedir. Oysaki, bu endeks, Bakanlık tarafından icat edilmiş olup, uluslararası planda bir karşılığı bulunmamaktadır. Ulusal düzeyde ise 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun ile benzeşiklik göstermektedir. “Sağlıkta iyi olma hali” kavramı, 1961 tarihli bu Yasa’da ele alınmaktadır. Yasa’nın girişinde, “bedensel, ruhsal ve sosyal iyilik hali”nden söz edilmektedir. Bakanlık, sunduğu bu endeksin bütün özürlülüğüne karşın, ondan büyük bir beklenti içerisindedir. Neredeyse, Strateji ve Uygulama Belgesi’nin Başarı Karnesi olarak algılanmaktadır. Belge Taslağı’nda bu beklenti şöyle açıklanmaktadır : “Çocukların gereksinmelerinin uygulanabilir ve talep edilebilir bir hak olarak tanımlanabilmesi açısından, stratejinin hayata geçirilebilmesi, ölçme ve değerlendirme, izleme ve denetleme çalışmaları için önemli ve belirleyici bir sistem görevini yerine getirecektir. Türkiye, çocukla ilgili güvenilir, karşılaştırılabilir veri, bilgi ve gösterge oluşturacak sistemi kurarak, bu stratejinin uygulamaları için değerlendirme kılavuzları oluşturacaktır.” (s.4)
Ne yazık ki, “Çocuğun İyi Olma Hali” gibi berrak olmayan bir başarı ölçütüne dayanılarak yapılandırılan hayaller “boş” olmasa da, uygulayanların “eli boş” kalacaktır. Hayal kurmak iyi bir şeydir; gelişmenin tetikleyicisidir. Ama boş hayal, insanı boşuna yorar ve bir adım öteye götürmez.
Her ne kadar bu Belge Taslağı’nın AKP ve hükumet programından bağımsız olduğu öne sürülmekteyse de, davranış biçiminde büyük bir benzerlik vardır. Belge Taslağı’nda söz ve eylem birliği bulunmamaktadır. “Bu Strateji Belgesine, BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin temel ölçütü olan çocuğun yüksek yararı… ilkeleri yön verecektir.” (s.4) denilmesine karşın, bugün hapishanelerde özgürlüğünden yoksun bırakılan çocukların % 90’ı henüz suçlu değillerdir. Mahkemelerinin sonuçlarını hapishanelerde beklemekte ve çocukluk yıllarını tüketmektedirler. Buna karşın BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, “suçlanan” çocukların özgürlüklerinin asıl olduğunu, yine Belge Taslağı’nda belirtildiği gibi, “… yaşaması, yetiştirilmesi ve gelişiminin sağlanmasını ve katılımını” temel ilke olarak benimsemektedir.
Yine Belge Taslağı’nda, “çocukların sağlıklı büyüyecekleri, iyi bir eğitim alacakları, güç koşullarda kalmaları durumunda korunacakları ve ayrılacak kaynak ve gerçekleşecek hizmetlere erişebilecekleri ülke ölçekli bütüncül bir Çocuk Koruma Sistemi’nin gerçekleşmesine yönelik genel amaçları ve somut eylemleri içermektedir. Strateji ile temel haklara saygı denetimi uygulaması için yeni yapılar ve yaklaşımlara öncülük edilecektir. Bu strateji belgesi, Türkiye’nin çocuk haklarını koruma ve geliştirme amacıyla ortaya koyduğu iradenin somut ifadesidir” denilmektedir (s. 4). Bunu okuyan, tek başına ve sınırsız bir egemenlik kuran AKP iktidarının 11.yılında olduğumuzu, bu sözlerin tüm seçim beyannamelerinde ve hükumet programlarında rastlandığını anımsamakta ve neden hala sözde kaldığını merak etmektedir. Bu AKP’nin olduğu gibi, 11 yıllık dönemde değişik adlarla karşımıza çıkmış bile olsa ilgili Bakanlığın söz ve eylem birliği içinde olmadığını ortaya koymaktadır.
Belge Taslağı’nda dikkat çeken noktalardan biri de, katılımdan söz edildiğinde “çocuk ve yetişkin birey”lerin yan yana ele alınmasıdır. Bu “Öncelikler” ile ilgili kutumuzda görülebilmektedir. Tıpkı 4+4+4 formülünde somutlaşan yeni eğitim yasasında olduğu gibi, “çocuk”, yetişkinin gölgesinde ve onun tarafından yönlendirilmesi gereken bir “ham madde” olarak görülmektedir. Bağımsız ve gelecek düşünceleri olan bir varlık olarak kabul edilmemektedir. Bunun için de, “yönlendirilmesi” gerekmektedir. Nitekim, çeşitli konularda görüşlerini dile getiren üniversite gençleri de tepki ile karşılanmaktadır. En ağır biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılmakta; üniversiteden uzaklaştırmakta; aşırı güç kullanımıyla yaralamakta; görüşlerinin nasıl ifade edileceğine ilişkin kısıtlamalar, nasıl yetişmeleri ve yetiştirilmeleri gerektiği konusunda “bilgiç”liklerle karşılaşılmaktadır. Çocukların “hata yapma” özgürlükleri olduğu bile düşünülmeksizin, yetişkinlerce sayısız hatalar yapılmaktadır.
Belge Taslağı’nın ana temalarını içeren ilk 6 sayfanın ardından gelen 16 sayfa birçok tekrar içermektedir. Sözgelimi, başlangıç bölümünde, gerekçeler ve önceliklerden söz edilmişken; sonra, iki kez daha stratejik amaçlardan söz edilmektedir. İlkinde kısa dönemde atılması gereken adımlar ve hedeflerin sonuçlar, stratejik amaçlar başlığı altında belirtilmektedir. Bu amaçlar şöyle sıralanmıştır:
 Çocuğa saygı kültürü
 Çocuğun katılım hakkı
 Medeni haklar ve özgürlükler
 Çocuk hakları öğretimi ve bilim, sanat ve spor eğitimi
 Çocuğun sağlığını ve sosyal güvenliğini sağlamaya yönelik hizmetler
 Aile ve çocuğa yönelik destek ve özel koruma hizmetleri
 Çocuk adalet sistemi
 Çocuk dostu medya
Stratejik amaçlardan bir kez de, Ek-1’de Strateji Belgesi Uygulama Planı’nda söz edilmektedir. Burada sıralanan amaçların, dizilişi ve içerikleri farklılık göstermektedir.
Belgenin sonuç ve öneriler bölümü ise yalnızca bir sayfanın üçte biridir. Bu bölüm de tekrara düşmekten kurtulamamıştır.
Sonuç-öneriler bölümünde yeniden vurgulanan, “dünyada çocuk haklarının izlenmesi ve savunulmasına yönelik uluslararası işlev”, yazımızın başında çap-aşımı olarak görülmüştü. Aynı biçimde, bakanlık, başka bakanlıkların konusuna giren konuları da “eylem planı” taslağına alarak, bu kez ulusal düzeyde çap-aşımı gerçekleştirmektedir. Şöyle ki:
 “Çocuk Hakları Öğretimi ve Bilim, Sanat ve Spor Eğitimi”, Milli Eğitim Bakanlığı ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanlığının yetki alanına girmektedir.
 “Çocuğun Sağlığını ve Sosyal Güvenliğini Sağlamaya Yönelik Hizmetler”, Sağlık Bakanlığı ile Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığının yetki alanına girmektedir.
 “Çocuk Adalet Sistemi”, Adalet Bakanlığının ve mahkemelerin yetki alanına girmektedir.

Bu saptamalarımız Ek-1 Strateji Belgesi Uygulama Planı’nda “sorumlu kuruluş” olarak çoklukla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gösterilirken; “ilgili kuruluşlar” başlığı altında sayılan kurumlar ile yukarıda yazdıklarımız doğrulanmaktadır. Sözgelimi “Toplumsal hayatın bütün süreçlerinde çocuğa saygı anlayışını esas almak” eyleminin, şu kamu kuruluşlarınca yapılması istenmektedir: Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Yerel Yönetimler. Ülkemizde bir kurumun başka kurumlar için biçtiği görevlerin yerine getirilmediği ve bu tabloların daha yazıldıkları anda işlevsiz kalmaya mahkum oldukları, bir çok deneyle görülmüştür. Bürokrasi, bir başka bakanlığın kendisini “sorumlu” diğerini “ilgili” gösterdiği eylemleri; “tokmak onun elinde, davul ise benim” yaklaşımıyla yadsımaktadır.
Ne yazık ki, bu Belge Taslağı, Türkiye’de (ve dünyada) çocukların yazgısını değiştirebilme gücünden yoksundur. Bunu hala kesinleşememesinden ve eyleme dönüştürülememesinden de anlamak olasıdır.
Hep eleştirerek, hep yapılmak istenenleri küçümseyerek de bir yere varılamamaktadır. Bunun için, yazara düşen, somut ve sonuç alıcı hedef göstermektir. Aşılması gereken en önemli engel, yoksulluğun ve işsizliğin bir şiddet aracı olarak kullanılmasının engellenmesidir. Bunun için, “işsizliğin” sözlüklerden silinmesi anlamına gelen “Tam İstihdam” hedefi benimsenmelidir. “Yoksulluğun” sözlüklerden silinmesi için, kişilerin, kendi haklarını savunabilmelerinin, örgütlenmelerinin ve seslerini yükseltmelerinin önü açılmalıdır. Tepeden inme önerilerle değil, sorunları yaşayanların “hak”larını savunmaları temelinde “eylem”ler yükseltilmelidir. Ancak böylesi ortamlarda yetişen çocuklar, “yönlendirilmeden” düşünüp davranabilen, hem kısa erimde ve hem de uzun erimde haklarına kavuşabilirler.

* Prof. Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü – İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , ,

Arşivler