Kızların küçük yaşta gelin edilmesi ile yoksulluk ve eğitimsizlik olguları iç içe. Yalnızca o mu ?!
Kadına verilen değer de sorunun ana kaynaklarından biri. Bütün bunlar geleneklerle örüle örüle dev bir canavar haline gelmiş. Küçücük kızları yeyip beslenen bir canavar… Ama onu alt edebilmenin yolu da, yasaklardan değil, bu canavarı besleyen yoksulluk-eğitimsizlik-kadına verilen düşük değerin çözülmesine bağlı.
“National Geographic Türkiye” Haziran sayısında bu konuya yer vermiş.
Dergide biri Hindistan’dan, biri Türkiye’den iki yazıya yer verilmiş. Fotoğraflarla yasaklı bir eylemin hangi koşullarda gerçekleşebildiğini ortaya koymuşlar. Gerçekten de, hem Hindistan’da, hem de Türkiye’de çocuk yaştaki kızları gelin etmek yasak.
Selen Doğan, “Küçük Yaşta Evlilik Büyük Geliyor” yazısında şöyle yazıyor:
“Küçük yaşta evlenen mağdurlardan biriyim” diye başlıyor söze … Van’da bir toplantı salonunda herkes pür dikkat onu dinliyor. O ise belki de ilk kez birilerinin kendisini dinlediği bir ortamda içi sıkıntısıyla konuşmaya devam ediyor:
“13 yaşımda, herkes okula giderken ben 30 yaşında bir adamla evlendirildim. Hiç tanımadığım, hiç görmediğim, sadece babamın arkadaşının oğlu olduğunu bildiğim biriydi. Sırf bunun için beni evlendirdiler. O şahsı gördüğüm zaman, sanki karşımda babamı görüyordum. Hiçbir gün yanına yaklaşamadım, evde olduğu zaman çok korkuyordum. Odasına bile giremiyordum. Her zaman baba gözüyle baktım ona. O yüzden babaları şiddetle kınıyorum.” (s.155)
“Babalarımıza anlatın” diyor Düzce’den bir lise öğrencisi kız çocuk; “Çocuklarını evlendirmenin suç olduğunu bilsinler. Kanuna karşı gelmesinler. Biz koca değil, eğitim istiyoruz, okuyup meslek sahibi olmak istiyoruz. Bunu yaparsak kimi seçeceğimize de kendimiz karar veririz.”(s.154)
Cynthia Gorney “Çocuk Gelinlerin Gizli Dünyası”nda şöyle yazıyor :
“Düğün yasa dışıydı ve davetliler hariç herkesten gizliydi. Ayrıca Racastan’da nikah törenleri genelde gece geç saatte yapılırdı. İşte bu nedenlerle, Hindistan’ın kuzeyindeki bu kurak kırsal yerleşimde üç çocuk gelin, kutsal yeminlerini etme hazırlıklarına ancak akşamüstü saatlerinde başladı. Toprak zeminde yan yana çömeldiler. Köylü kadınlardan bir güruh, iğreti bir perde gibi etraflarını sarı kumaşıyla sararken, bakır bir tastan kızların başına sabunla su döktü. Gelinlerden ikisi, Radha (15) ve Gora (13) adlı iki kız kardeş, olan biteni anlayacak yaştaydı. Üçüncü gelin, yani yeğenleri Recani ise beş yaşındaydı. Omzunda kelebek deseni olan pembe bir tişört giymişti. Erişkinlerden biri yıkanmadan önce onu çıkarmasına yardım etti. (…) Rüşvet kabul etmeyen bir polis memuru burada neler olup bittiğini duysa, düğünün yarıda kesilebileceğini, gözaltına alınıp, ailesini sonsuz utançla yaşamaya mecbur bırakacağını biliyordu.” (s.136)
“2008 yılında, babasının kendisini zorla evlendirdiği 30’larındaki bir adamdan boşanma isteğiyle, kendi başına kent merkezindeki bir mahkemenin yolunu bulan 10 yaşındaki Yemenli kız çocuğu Nujood Ali’nin yaşadığı dram, dünyanın dört bir yanında manşetlere taşınırken, 30 dile çevrilen 10 Yaşındayım ve Boşanmak İstiyorum adlı bir kitaba da konu oldu. ” (s.141)
Erendiz Atasü, “Kadın Öykülerinde Doğu” adlı kitaba verdiği “Dullar Evi” öyküsünde şöyle yazıyor:
“Kıyılarda köşelerde gizlenen, gizliliğin içinde ülkeyi uğursuz bir ağ gibi saran dul evlerinin sakinleri… Yediden yetmişe… Kimi varsıl ama zalim ailelerin bahtsız gelinleri, kimi başlık parası uğruna yedi-sekiz yaşındayken evlendirilmiş yoksul çocukları. Kocaları öldükten sonra terk edildikleri ‘dullar evi’ denen bu ışıksız barakalarda hepsi yoksul ve aç! Ekmek parası için ya dilenecekler, ya fahişelik yapacaklar. …”
Her zamanki kayıtsızlık, her zamanki suskunluk bu konuda da sürecek mi? İnsanlık insanlığını yitirme pahasına kafasını kuma gömecek mi? Bir iki küçük başarıyla kendini avutacak mı? Yoksa sorunların özüne inip de, “kimleri daha da zengin etmek” için insanlığın bu acıları sürdürdüğünü ve bu “birilerini daha da zengin etme” düzenini “düz” etmeden çözülemeyeceğini görecek mi? Göremeyecekse, bu kadar beyin gücünü, bu kadar emek gücüne, bu kadar insana pes doğrusu …
Kaynak: National Geographic Türkiye, Haziran 2011, No: 122, Sayfa: 132