ÇOCUK EMEĞİ ÜZERİNE DÜŞÜNELİM

                                            

19 Kasım 2009 tarihinde Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Aziz Köklü Salonu’nda “Çocuk Emeği Üzerine Düşünce Ortamı” başlıklı sempozyumumuzu gerçekleştirdik. A.Ü.S.B.F. Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi ile Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği etkinlik, tarihsel bakış açısından, niceliklerin ortaya serilmesine; model çalışmalardan mücadele stratejilerine kadar birçok konuda, izleyenleri doyuran sonuçlar ortaya koydu. Gönüllülüğü yücelten iş birliğine çok güzel bir örnek bu. Bu sayımızın büyüteç bölümünde, sempozyum kayıtlarından, Dr. Taner Akpınar ve Dr. Onur Sunal’ın özetlediği konuşmaları paylaşacağız.

                                                                       Açılış Oturumu

Prof. Dr. Ahmet Makal

(Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü)

Çalışan çocuklar konusu sosyal politikanın temel ve kritik sorun alanlarından biridir. Endüstri devriminden sonra kadın ve çocuk emeği en önemli sorun alanı olarak ortaya çıkmıştır. Ücretli çalışanları koruyucu sosyal politika önlemleri de öncelikle çocuk ve kadın çalışanları koruma kapsamına alarak gelişmiştir. Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi olarak çocuk emeği sorununa eğilmemiz temel sorumluluklarımızdan biridir. Fişek Enstitüsü zaten uğraşı alanı itibariyle büyük ölçüde çocuk emeği ile ilgili faaliyetlerde bulunan bir kuruluştur. Gürhan Fişek’e ve onun şahsında Fişek Enstitüsü’ne çok teşekkür ediyorum. Bir teşekkür de aramızda bulunan SBF dekan yardımcısı Doç. Dr. Yalçın Karatepe’nin şahsında SBF yönetimine iletmek istiyorum.

Prof Dr. Gürhan Fişek

(Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni)

Ben neden buradayım?

Bunu kendime sorduğum zaman aklıma üç olay geliyor. Birincisi: 1978’lerde Çalışma Bakanlığı müfettişi olarak küçük sanayi sitelerine gittiğimde, çıraklar derlerdi ki; “gelmeyin, buraya gelmeyin”. “Olur mu yavrum, sizi korumaya geliyoruz” dediğimde “hayır” derlerdi. “Siz geldiğiniz zaman işveren; ‘hadi açın, atın kendinizi pencereden aşağı’ der, biz sakatlanırız. Yani siz bizim sağlığımızı korumuyor, sağlığımızı bozuyorsunuz. Onun için buraya gelmeyin” derlerdi.

İkincisi: 1984’lerde çalışan çocuklar üzerine anket yaptığımda, onlara şu soruyu sordum; “ustalar hangi çırakları sever?” Dediler ki; “ustalar işi iyi yapan çırakları sever”. Demek ki, oyun oynamak isteyen, köşeye kaçıp uyuyan çırakları kimse sevmiyor. Halbuki çocuk bunlar ve bütün çocukları sevmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Üçüncüsü: Vakıf olarak çıraklardan bir grubu yaz tatiline götürmüştür. Kumsaldayız, iki yaşlı yanaşıp çocuklardan birine sordu; “yavrum hangi okuldansınız”. Çocuk şaşaladı, okulla bağı kesileli yıllar olmuş, durdu; “ben çırağım” dedi. İki yaşlının suratındaki ifadeyi görecektiniz, sanki uzaydan gelen birini görmüş gibilerdi, “nereden düştü bu kumsala çıraklar”, kayboldular ortadan. O zaman anladım ki, kumsallar öğrenciler içinmiş, başlarında öğretmenleriyle tatile gelen öğrenciler içinmiş.

Bunlar bu alanda bir eşitsizlik olduğunu kavramamı sağlayan ve çalışan çocuklara ilgimi ayakta tutan konulardı. Benzer duyguları hisseden insanlar Fişek Enstitüsü’nü meydana getiriyor. Onların katkılarıyla çalışmalarımızı gerçekleştiriyoruz. Ama bir şeye daha inanıyoruz; birlikten güç doğar diyoruz.

O zaman birliktelikler önem kazanıyor. İşte Karikatür Vakfı ile yaptığımız, işte ILO ile yürüttüğümüz, işte SPF Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi ile yürüttüğümüz çalışmalar bu birlikteliklerin, birlikten güç doğarın sonuçları. Bu bakımdan ben bizle birlikte yürüyenlere teşekkür ediyor, başarılar diliyorum.

Doç.Dr. Yalçın Karatepe

(Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekan Yardımcısı)

Ben fakülteyi temsilen burada bulunuyorum, işletme hocasıyım. Biz genellikle işletmeleri analiz ederken sayılara bakarız. Ne kadar iş yapmıştır, ne kadar satmıştır, ne kadar kar elde etmiştir, ne kadar üretmiştir, verimlilik ne kadar olmuştur gibi konulara bakarız ama bunun arkasında yatan insan unsuruna çok da fazla dikkat etmeyiz. Değeri yaratanların ne tür demografik özelliklere sahip olduğu, kaç yaşında oldukları… kağıt üzerinde buna dikkat etmediğimiz, görmediğimiz, gözden kaçırdığımız bir unsur. Anlıyorum ki çok önemli, özellikle çocuk çalışanlar açısından Gürhan Hoca’nın verdiği örnekler oldukça çarpıcı.

Çocuk çalışanlara ilişkin istatistikler AB yolunda ilerleyen Türkiye’nin bu konuda Bangladeş, Senegal ve Nijerya gibi ülkelerle aynı kategoride yer aldığını gösteriyor. Çalışan işgücünün % 20’si çocuklardan oluşuyor. Umarız ki, Türkiye hedeflediği noktaya giderken bu sorunu çözer, bu sempozyum da sorunun çözümü için yol gösterici olur.

  1. Oturum: Tarihsel Perspektiften Türkiye’de Çocuk Emeği

Giriş Konuşması

Prof.Dr.Kuvvet Lordoğlu

(Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Çalışma Ekonomisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi)

“Bu toplantıda kolaylaştırıcı görevini bana verdikleri için Çalışma Ekonomisi Bölümü Başkanlığına ve Fişek Enstitüsüne çok teşekkür ederim. Çocuk emeği ile ilgili anılar beni yıllar öncesine götürdü. Çocuk emeği ile ilgili ilk çalışmamı 1986 yılında Bursa’da yapmıştım. O zaman daha henüz mevcut çıraklık yasası yoktu. Konuyla ilgim daha sonra da devam etti. 1993 yılında Friedrich Ebert Vakfı çocuk emeği ile ilgili bir çalışma önerdi. Bu çalışmada da alanın içine daha fazla girmek mümkün oldu. Birçok çocukla karşılaşmak onları çalıştıran işverenlerle karşılaşmak ve sorunları daha yakından izlemek fırsatım oldu. Bu çalışmaların devamı ve gelişimi bu alanda yeni çalışmaya başlayan arkadaşları özendiriyor.

Dünyada çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda çabaların olduğunu biliyoruz. Çocuk işçiliğinin önlenmesi yönündeki çabaların hiçbirini küçümsemeden, ama aslında azaltan veya durduran bir biçimde değil, tam tersine daha arttıran bir küresel dünya ekonomisi içinde yaşıyoruz. Özellikle küreselleşme, 1970’li yıllardan başlayan bir devinim içinde, çocukların sömürülmesinin, yalnızca onları çalıştırarak ve çalıştırma yoluyla ürettikleri artık değerin işverene aktarılması biçiminde (ucuz emek olarak) değil, bedenlerini dahi kullanarak her yönüyle yararlanmak biçiminde olduğunu görüyoruz.’’

1802’den 182’ye Çocuk İşçiliğine Yönelik Sosyal Politikalar

Dr. Onur Sunal

(Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı)

1802 şu açıdan önemli bir tarih; İngiltere’de ilk defa çırak sağlığı konusunda bir yasa kabul edilmiştir. 182 ise 1999 yılında kabul edilen çocuk işçiliğinin en kötü biçimlerinin önlenmesine hakkındaki ILO Sözleşmesi.

Konuya BM ve gelişmiş ülkeler açısından bakıldığında, tek taraflı bir bakış açısının olduğu görülmektedir. batılı ülkelerin çoğu çocuk işçilik sorununu halletmiş görünüyorlar. Çocuk işçilikle mücadelede en önemli konulardan biri de gelir dağılımı eşitsizliklerini ortadan kaldırmaktır. Gelişmiş Batılı ülkelerde 2.Dünya Savaşından sonra oluşturulan refah devleti modelleriyle çocukların çalışma yaşamından çekilerek eğitime yönlendirilmesi toplumun geneline yayılmıştır. Bu nedenle Batıdaki gelişmiş ülkelerin çocuk işçilik konusunda büyük bir sıkıntılarının olmadığı görülmektedir. Bunun temelinde yatan en önemli neden, çocukların çalışmaya ihtiyaç duymamasıdır. Çocuk işçilikle mücadele konusunda yasal açıdan alınacak önlemlerle kısa vadede çocuk işçiliğin ortadan kaldırılması gerçekçi bir yaklaşım değildir. Dünyanın diğer bölgelerinde çocuk işçilik sorunu devam etmektedir. Soruna yönelik büyük çaplı bilimsel araştırmalar Batılı bilim adamları tarafından yönlendirilmekte ve bu araştırmalar BM tarafından finans edilmektedir. Bu durum tek taraflı bir bakış açısının gelişmesine yol açıyor.

Dünya genelinde yaklaşık 350 milyon çocuk gelir getirici bir faaliyette bulunuyor. Bunların yaklaşık % 70’inin yaptığı işler çocuk işçiliğinin en kötü biçimleri olarak kabul edilen işlerdir.

Çocuk işçilikle mücadele konusunda elbette ülkelerin ve devletlerin üzerine düşen büyük görevler var. ancak finansal açıdan kaynak gerektiren çalışmaları bir devletin tek başına sürdürmesinin olanaklı olmadığını tahmin etmek zor değil. Bu nedenle ILO’nun 1992’de başlattığı IPEC programı çerçevesinde çocuk işçilikle mücadele konusunda yapılmış önemli çalışmalar var. Ancak, “bu ne kadar yeterli?” bence gerçekte sorulması gereken soru budur. Örneğin IPEC programı çerçevesinde Türkiye’de 85 bin çocuğa ulaşılmıştır. Bu önemli bir sayı ama, Türkiye’de yaklaşık 1 milyon çocuğun çalışma yaşamı içerisinde olduğu tahmin edilmektedir. Sorunun çözümü açısından çalışmaların yetersiz olduğu ortadadır.

Bugün baktığımızda az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin çocuk işçilik konusunda büyük sorunları olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerdeki soruna çocuk işçilik demek de mümkün değil, kölelik bir bakıma. Çocuk askerler, madenlerde çalışan çocuklar, köle gibi alınıp-satılan çocuklar, kakao ya da kahve tarlalarında çalışan çocuklar, aynı şekilde pamuk tarlalarında çalışan çocukların durumu…

Benim dikkat çekmek istediğim konu bir taraftan dünyanın en değerli madenlerine sahip olan az gelişmiş ülkelerde bu madenlerden elde edilen gelirin tamamı silah satın almak için kullanılıyorken, diğer taraftan bu ülkelerde çocukların temel gereksinimlerini karşılayacak kadar bile kaynak ayrılmamaktadır. Çocuklar bu madenlerde köle gibi çalıştırılmakta, buna karşın, yarattıkları değerden pay alamamaktadır. Çocuklar üzerinden sağlanan bu tür büyük çıkarlar çocuk işçiğini önleme çabalarının başarıya ulaşmasını engelleyecek bir görüntü vermektedir.

Türkiye’de Erken Cumhuriyet Döneminde Çocuk Emeği

Prof. Dr. Ahmet Makal

(Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Başkanı)

Erken Cumhuriyet dönemi ifadesi Cumhuriyetin başlangıç yıllarından 2.Dünya Savaşı sonrası yıllara kadar olan dönemi ya da 1950’lere kadar olan dönemi nitelendirmek için kullanılmaktadır. Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı’dan birçok konuda miras alırken, bu mirasın bir parçası da çocuk emeğine ilişkin oluşumlardır. Üretim yapısı ağırlıklı olarak tarıma dayalı Osmanlı’da tarımsal üretimde çocuk emeği yaygındır ve ağırlıklı olarak ücretsiz aile işçiliği biçiminde görülmektedir. Ancak bununla sınırlı değildi. Zanaat kesiminde evde çalışma olgusu da çok önemliydi Osmanlı’da. Özellikle dokumacılıkta, halı gibi bazı faaliyet alanlarında küçük imalathane ve fabrikalar dışında evde çalışma olgusu da çok önemliydi. Hem evde çalışma faaliyetleri çerisinde hem de Osmanlı’da 19.yüzyılın ortalarından itibaren ortaya çıkmaya başlayan küçük imalathaneler ve fabrikalarda da çocuk emeği olgusu ciddi bir biçimde karşımıza çıkmaktadır.

Bu döneme ilişkin veriler, özellikle de 1913-1915 sanayi sayımı sonuçları büyük sanayi kuruluşlarında dahi, ciddi bir çocuk emeği ile karşı karşıya kaldığımızı ortaya koyuyor. 1913-1915 sanayi sayımı sonuçları sadece çocuk emeğinin niceliği değil, çocukların çalışma süreleri, ücretleri konusunda da bize çok değerli bilgiler sunuyor.

Çocuk emeğine ilişkin bu iktisadi yapı Cumhuriyet dönemine miras olarak kalıyor. Erken Cumhuriyet dönemine ilişkin farklı veri kaynakları çocuk emeğinin niceliği konusunda farklı veriler sunmaktadır. Ücretli işçilik içerisinde çocukların payının % 10 dolaylarında olduğunu söyleyebilirim. Bunun içerisinde hem erkek hem de kız çocuklar var. Erkek çocuklar daha çok küçük ölçekli sanayi kuruluşlarında çalışıyorlar, kız çocuklar daha çok büyük ölçekli sanayi kuruluşlarında çalışıyorlar. Cumhuriyetin başlangıç yıllarında tekstil alanındaki kuruluşlar görece büyük kuruluşlardır.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında erkek işgücü askere alındığı için, işgücü eksikliği kadın ve çocuk işgücü ile giderilmeye çalışılıyor. 2.Dünya Savaşı yıllarında çocuk işgücünün oranı iki katına çıkıyor, savaş sonrası dönemde yine % 10’luk düzeye iniyor.

Ücretler açısından bakıldığında çocuk işçilerin ücretleri hem yetişkin erkek işçi ücretlerinden, hem de kadın işçi ücretlerinden ciddi ölçüde düşük.

1947 yılında TBMM’de bir komisyon kuruluyor ve bu komisyon Türkiye genelinde sanayi kuruluşlarını inceleyerek bir rapor hazırlayıp TBMM’ye sunuyor. Bu rapor çocukların çalışma koşullarına ilişkin olarak da çok değerli bilgiler içermektedir. Bu raporda yer alan bilgilere baktığımızda, çocukların çalışma sürelerinin çok uzun olduğunu ve sağlık ve güvenlik açısından çok tehlikeli koşullarda çalıştırıldığını görüyoruz.

Bu dönemde çocuk işçiliğine ilişkin koruyucu mevzuat yok denecek düzeydedir. 1951’de 18 yaşından küçük çocukların maden ocaklarında çalıştırılması yasaklanmıştır. Ondan sonra çok sınırlı önlemler vardır. Borçlar Yasası’nda çıraklıktan neredeyse bir söz edilip geçilmiştir, çocukları koruyucu önlemler yoktur. 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu kadın ve çocukların korunması çok önemli hükümler içermektedir. Ama sanayide çocukların çalışma yaşı 12 olarak belirlenmiştir. Bu, dönemin uluslararası normlarına aykırı bir standarttır. Dönemin çocukların çalışma yaşı konusundaki uluslararası standardı 14’tür.

1936 tarihli İş Yasası’nda da minimum çalışma yaşı 12 olarak yer almıştır. Bunun dışında çocukların ve kadınların hangi işlerde çalışmayacağı tüzüğe bırakılmıştır ama bu tüzük 1948 yılında çıkartılmıştır. Bir bütün olarak bakıldığında çocukları koruyucu mevzuat hem yetersiz hem de uluslararası normlara aykırıdır. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de 1940 yılında çıkartılan Milli Korunma Kanunu ile varolan mevzuatın yetersiz gördüğümüz koruyucu düzenlemeleri de askıya alınmıştır.

Erken Cumhuriyet döneminde devlet çocuk işçiliğini önlemek için gereken önlemleri almaktan kaçınmıştır.

Türkiye’de Çocuk İşgücü İstatistikleri

Murat Şahabettinoğlu

(Türkiye İstatistik Kurumu İşgücü İstatistikleri Şubesi)

Türkiye’de çocuk işgücüne ilişkin Ekim 1994, Ekim 1999 ve Ekim-Kasım-Aralık 2006 dönemlerine olmak üzere üç anket yapılmıştır. Bu anketlerin temel bulguları;

1.Okula devam etme durumu

1994-2006 yılları arasında;

*6-14 yaş grubundaki okula devam oranları tüm uygulama dönemleri itibariyle, gerek kız gerekse erkek çocuklar için artış göstermiştir. 1999 yılından 2006 yılına kadar olan dönemde yaşanan artış daha fazladır.

*15-17 yaş grubundaki çocukların eğitime devam etme oranlarında da yıllar itibariyle dikkat çekici artışlar söz konusudur (zorunlu temel eğitimin etkisi).

2.Ekonomik işlerde çalışan çocuklar

1994-2006 yılları arasında;

*6-14 yaş grubundaki toplam istihdam % 66,6 azalmıştır.

*15-17 yaş grubundaki toplam istihdam % 51,4 azalmıştır.

*Her iki yaş grubunda da, kız çocukların istihdamındaki düşüş oldukça yüksektir

*1994 anketinde 6-14 yaş grubundaki çocukların % 8,8’i ekonomik işlerde çalışmaktadırlar. Bu oran 1999 yılında % 5,1’e, 2006 yılında ise % 2,6’ya düşmüştür.

*15-17 yaş grubundaki çocuklarda ise, bu oran 1999- 2006 yılları arasında yaklaşık % 9,5’lik bir azalışla % 26,3’ten, % 16,9’a düşmüştür.

3.Okula devam etme durumuna göre istihdam edilen çocuklar

1994-2006 yılları arasında;

*6-14 yaş grubunda okula devam etmeyen ve istihdam edilen çocukların oranı % 39,8’den, % 13,1’e azalmıştır. Bu, en yüksek azalış oranıdır.

4.Sektörlere göre istihdam edilen çocuklar

1999-2006 yılları arasında;

*Sayısal olarak bakıldığında, 6-17 yaş grubu çocuklar için istihdamı artan tek sektör “ticaret” olmuştur. 1999 yılında ticaret sektöründe çalışan çocuk sayısı 159 bin iken, 2006 yılında bu sayı 205 bine yükselmiştir.

*Oransal olarak bakıldığında, tarım sektörünün yanı sıra hizmetler sektöründe de, Ekim 1999 uygulaması sonuçlarına göre, az da olsa bir azalış meydana gelmiştir. Sanayi ve ticaret sektöründe çalışan çocuk oranında zamanla bir yükseliş görülmektedir.

5.İşteki duruma göre istihdam edilen çocuklar

1994-2006 yılları arasında;

*Her iki yaş (6-14 ve 15-17) ve cinsiyet grubu için tüm işteki durum gruplarında (ücretli veya yevmiyeli, ücretsiz aile işçisi) istihdam edilen çocukların sayısında yıllar itibarı ile bir azalma görülmektedir.

2006 yılında yapılan araştırmanın özet sonuçları

*6-17 yaş grubundaki çocuklar toplam kurumsal olmayan nüfusun % 22,3’ünü oluşturmaktadır.

*6-17 yaş grubundaki çocukların % 84,7’si eğitime devam etmektedir.

*6-17 yaş grubunda ekonomik işlerde çalışan çocukların oranı % 5,9’dur (958 bin kişi).

*Okula devam eden çocukların % 2,’si, edemeyenlerin % 26,3’ü ekonomik işlerde çalışmaktadır.

  1. Oturum : Türkiye’nin Çocuk İşçiliği İle Mücadelesi

Giriş Konuşması

Doç.Dr. Banu Uçkan

(Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü Öğretim Üyesi)

Çocuklar, bir toplumun geleceğini oluşturmaktadır. Sanayi devriminden günümüze gelene kadar çocuk işçilik sorunu, dünyada ve ülkemizde tartışılmıştır. Ne yazık ki hala bu sorun, çözüme kavuşturulamamış gözükmektedir. Sabah ki oturumda konuya tarihsel bir perspektiften yaklaşıldı. Sorunun nicel boyutu tartışıldı. 12-17 yaş grubunda, ILO’nun verilerine göre dünyada 283 milyon, ülkemizde ise TÜİK’in 2006 verilerine göre, 6-17 yaş grubu içinde kalan çocukların %6’sı yani yaklaşık 1 milyonu çalışmaktadır. Ancak, bunların resmi veriler olduklarını da unutmamak gerekiyor. Çocuk işçilik sorununun birçok boyutu var: çalışan çocuk boyutu, çalıştıran aile boyutu, çalıştıran işveren boyutu, sosyolojik ve ekonomik boyutu var. Bu kadar çok boyutlu bir sorunun üstesinden gelebilmek için tek bir aracın, diğer bir deyişle sadece hukuksal aracın kullanılması yeterli değil. Ekonomik ve sosyal politikaların da etkin olarak kullanılması gerekiyor. Artık günümüzde ILO’nun dışında çok uluslu şirketler de konunun önemini kavramış durumda. Etiketlerinde çocuk işçilik sorununa yer vererek, sosyal sorumluluklarını yerine getirmeye çalışmaktalar. Sabah yapılan oturumda konuya daha çok tarihsel bir perspektiften yaklaşıldı, bu oturumda Türkiye’de çocuk işçiliği sorununun güncel boyutu ele alınmaya çalışılacak.

Türkiye’de Çocuk İşçilik Sorunu ve Mücadele Yolları

Nural Yılmaz Dağdemir

(Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İktisat Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi)

Sabah yer alan oturumdaki, çocuk işçilik konusundaki iyimser yaklaşımlara katılmayacağım. Çalışan çocuk sayılarına ev işlerinde çalışan çocukların da dahil edilmesi gerekiyor. Ülkemizde 6-17 yaş arasındaki her iki çocuktan biri çalışmaktadır. Dünyada çalışan çocuk sayısı azalırken, ülkemizde arttığı görülüyor. Dolayısıyla acaba ülkemizde çalışan çocuk sorununa gereken hassasiyet gösteriliyor mu sorusu akla geliyor. Ülkemizde, çocuk tanımında bile ortak bir noktada birleşilememiş olması düşündürücüdür. Türk Medeni Kanunu 18 yaş altını, İş Kanunu 14-15 yaş altını, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 12 yaş altını ölçüt olarak kullanmaktadır. Görülmektedir ki, Türkiye’de çocuk yaşı tanımı 18 üst sınırında bitirilmekte, çalışma yaşı ise 12’ye kadar indirilebilmektedir. Eğitim çağında olan 15 yaşındaki bir çocuğa evlenme izni verilebilmekte, 12 yaşında bir çocuk çalıştırılabilmektedir. Çocuk işçiliğin en önemli nedenleri, yoksulluk ve eğitimsizlik olarak görülmektedir. Eğitim durumu yükseldikçe yoksulluk oranı düşmektedir. İnsani Gelişme Endeksi’ne (İGE) göre, 177 ülke arasında ülkemiz 92.sırada. Üst sırada yer alan ülkelerin eğitim oranı ve gelirlerinin yüksek olduğu görülüyor. Ülkelerde gelişmişlik göstergesi olarak ele alınabilecek GSMH düzeyi ile eğitim düzeyleri birbiriyle eşanlı büyümekte veya küçülmekte ve aralarında doğrusal bir ilişki olduğu görülmektedir. İki endeks arasında hesaplanan ilişki katsayısı, 0.76’dir. Bu, yoksulluk ve eğitimsizlik arasında kuvvetli bir ilişki olduğunu ortaya koymaktadır. İGE ile eğitim düzeyleri yine birbiriyle eşanlı büyümekte veya küçülmekte ve aralarında doğrusal bir ilişki olduğu görülmektedir. İGE ve eğitim endeksleri arasında çok kuvvetli bir ilişki bulunmaktadır. İki endeks arasındaki ilişki katsayısı, 0.91’dir. ILO’nun uzun vadeli hedefi, çocuk işçiliğini sona erdirmektir. Kısa ve orta vadeli hedef ise, çocukların korunması ve çocukların çalışma koşullarının iyileştirilmesidir. Ancak, çocuk işçilik sorunu ülkelerin sahip oldukları kaynaklar göz önüne alındığında sonra erecek gibi görünmüyor.

Ülkemizde de eğitim oranı düştükçe yoksulluk oranı artmaktadır. Türkiye’de hala 4.930.000 kişi okuma-yazma bilmemektedir. Bu, Norveç ve İrlanda’nın toplam nüfusundan daha fazladır. OECD ülkeleri arasında eğitime ayrılan pay ortalama GSMH’nın %5.79’unu, ülkemizde ise %3.82’sini oluşturmaktadır. Türkiye’de verilere bakılacak olursa tarımda kullanılan işgücü azalmasına rağmen, 1999-2006 yılları arasında çocuk işçilik %57 oranında artmıştır. 2000’den 2006’ya gelinen kadar, tarımda çalışan yetişkinlerin sayısında %78’lik bir azalma olmuştur. Buna rağmen, tarım alanında çalışan çocuk sayısındaki artışın %57 olması, çocuk emeğinin daha fazla tercih edildiğini gözler önüne sermektedir. Türkiye’de çocuk işçilik sorunu, çözülmesi gereken en önemli sorunlardan biridir. Bu sorunun çözümü için yoksulluk yok edilmeye çalışılırken, eşanlı olarak eğitim de yaygınlaştırılmalıdır.

Kız Çocukların Eğitimi ve Nitelikli İşgücü Olarak Çalışma Yaşamına Katılmaları

Prof.Dr. Şengül Hablemitoğlu

(Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Sosyal Hizmet Bölümü Başkanı)

Dünyada, çalışan 218 milyon çocuğun 100 milyonunu kız çocuklar oluşturmaktadır. Bunlardan 20 milyonu, 12 yaşın altındadır ve 53 milyonu, çocuk işçiliğin en kötü biçimleri olarak adlandırılan sınıfın içinde yer almaktadır. Dünyada çocuk emeği açısından incelenen 16 ülke arasında, Mali ve Senegal’den sonra Türkiye, çocuklarını en uzun çalıştıran üçüncü ülke olma durumunda. Çocuk işçiliği önlemek konusunda en önemli araç eğitimdir. Dünyada ilkokula gönderilmeyen 55 milyon çocuğun %55’ini kız çocuklar teşkil ediyor. Türkiye’de 6-13 yaş arasında 220 bin çocuk eğitim yaşamının dışındadır. Bunların 130 bini, kız çocuklardan oluşuyor. Bütün dünyada çalıştırılan kız çocukların %30’u, kendi evinin dışında, bir başka hanede ev işlerinde hizmetçilik yapıyor. Aynı zamanda kendi evlerinde çalıştırılan kız çocukların yaptıkları işler de göz ardı ediliyor.

ILO, ‘Kızlara Bir Şans Verin’ başlıklı raporunda, çocukların işçileştirilmesine karşı temel politika aracı olarak eğitim yatırımlarının artmasını, yoksul ailelere dolaylı eğitim masrafları için yardım verilmesini öneriyor. Kriz dönemlerinde, hükümetlerin eğitim yatırımları azalıyor, bu da kız çocukların işçileştirilmesi riskini arttırıyor. Yoksul aileler, kız çocuklarının yerine erkek çocuklarını okula gönderiyor.

Eğitimin piyasa ekonomisine açılması, kız çocuklarını eğitimi satın alan bir müşteri konumuna sokuyor, bu durum mevcut cinsiyete dayalı eşitsizlikleri güçlendiriyor. 15-19 yaş arası kızların %16’sı okur-yazar olduğu halde, ilköğretim diploması alamamış durumda. Bu da kızların ilkokula devam etseler de birkaç yıl içinde okuldan koptuklarını göstermektedir.

Ekmek parası kazanmaya küçük yaşta başlayan buruk yürekler, ailelerin zoruyla ya da çaresizlikten okullarını terk eden ve çalışırken okuma hayalleri yok olan eğitimsiz kız çocukları, sevmediği işinden ayrılmak için evlenmeyi, birer çocuk anne olmayı kurtuluş yolu olarak görüyorlar. Onlar yarınlarımız. Onların yarınlarını karartmak, ülkemizin yarınlarını karartmak anlamına geliyor.

Türkiye’de Çalışan Çocuklara Yönelik Sosyal Politika Önerilerinde Kilometre Taşları

Prof.Dr.A.Gürhan Fişek

(Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü – İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi)

İnsanların en büyük heyecanlarından, meraklarından, tutkularından biri sonsuzu yakalamak… Hayaller kurdular, reenkarnasyona inandılar; ama bugüne kadar elle tutulur bir ilerleme gösteremediler. Bir tek çocuklarıyla torunlarıyla sonsuza ulaşma olasılığını ellerinde tutuyorlar.

İşte sonsuzu yakalamak için bir araç olarak gördüğümüz çocukları, günübirlik gereksinmeler uğruna tüketmek, insanlığın kabul edebileceği bir tüketim biçimi değil… Toplum, geleceğini ve sonsuzluk hayalini yitirmek istemiyor.

Büyük Sanayi Devrimi’nin olumsuz etkilerini ilk kez çalışan çocuklar üzerinde farkeden dünya, kendisini bu kısır döngüden kurtarabilmek; günübirlikçi yaklaşıma teslim olmamaya çalışıyor.

Cumhuriyet sonrası Türkiye’sinde, çocuk, bu kez, devrim ilke ve ülküsünü sonsuza taşıyacak ve ülkeye taze kan getirecek bir güç olarak görüldü.

Köy Enstitüleri ve KİT’lerin çırak okulların 1938’li yılların hayaliydi. Biri köy kalkınmasının, öteki sanayileşmenin motoru olacaktı. Küçük yaşta, yaşıtları tarlalarda çalışırken, Köy Enstitülüler, okullarında yarına hazırlandılar. Küçük yaşta yaşıtları, küçük ve köhne atölyelerdi çalışırken, KİT’lerin çırak okullarında çıraklar, başta öğretmenleri yarım gün dersliklerde, yarım gün atölyelerde ders gördüler. Ama üretim katılmadılar, riske atılmadılar.

Hem köy enstitülerinin, hem KİT’lerin çırak okullarının sonu, ne yazık ki, “sonsuzluk” hayalinin de yara almasına yol açtı. Bu güçlü etki ve tepkisinin sonrasında, çocukların küçük yaşta çalıştırılmaları sürdü.

Esnaf ve Sanatkar kuruluşlarının desteği ile 1977 yılında çıkarılan Çıraklık, Kalfalık ve Ustalık Yasası bir adım atıldı. Ancak başarılı ve kalıcı olamadı.

1986 yılında Mesleki Eğitim Yasası, çırakların işyerlerinde çalıştırılması olgusunu kabullenerek onlara sınırlı bir düzeyde eğitim vermeyi denedi. Çalışan çocuklara yönelik önemli müdahalelerden biri buydu. Birçok alanda, çıraklık eğitimi ve çırakların sosyal korunmasında yol alındı. Ama bu konudaki başarıyı “altıda bir hatta yer yer yedide bir” olarak tanımlamak yanlış olmaz. Çünkü çıraklar haftada bir gün gittikleri çıraklık okullarında örgün eğitimin nimetlerinden yararlanırken, geri kalan “beş, hatta altı” günlerinde eskisi gibi ağır ve tehlikeli koşullarda çalışmalarını sürdürdüler.

O günden bu güne çıraklar için çizilen bu çerçevede (8 yıllık zorunlu temel eğitimin getirilmesi dışında) herhangi bir değişiklik olmadı. Hala kayıt-dışı işçilik ve kaçak çocuk işçiliği var. Hala tarımda çocuk işçiliğine göz yumuluyor.

Ama çıkarılan bu yasaların yanında, 1979 yılından beri Türkiye’de çalışan çocuklar (ve çıraklar) konusunda müdahale çabaları var. Bunlar içerisinde ilki, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı tarafından gerçekleştirilen küçük işyerlerine yönelik sağlık-güvenlik hizmetleri ve araştırmalar, 1982 yılında başlatıldı ve 1992 yılında ILO/IPEC desteğiyle daha da geliştirildi. Bunun yanı sıra Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı, hem kısa erimli ve hem de uzun erimli bir çok çalışma yürüttü. Kısa erimli çalışmalara bir örnek 2000 yılında başlatılan ve çalışan çocukların “yıllık ücretli izin hakkı-çocukluklarını yaşama hakkı”nı temel alan “Nimetlerin ve Standartların Paylaşılması /Çırakların Tatil Keyfi” adıyla, çalışan çocukların deniz kenarına tatile götürülmeleri projesidir. Uzun erimli çalışmalara örnek, kamuoyu duyarlılaştırma çalışmaları ve Genç Kız Evi model çalışmasıdır.

Devlet Bakanlığı tarafından düzenlenen ve 1990’ların Çocuk Politikası Ulusal Kongresi Raporu (26-27 Mayıs 1989) başlığıyla ortaya konulan belge, bu alandaki ilk katılımcı ve seçkin belgeyi oluşturmaktadır. Bu özelliğiyle öncü niteliği de taşımaktadır.

1992 Uluslararası Çalışma Örgütü / Çocuk Emeğinin Sona Erdirilmesi Uluslararası Programı (ILO/IPEC), Türkiye’de bu alanda birçok kuruluşu eylemli kılmıştır. İşçi Sendikalarından, İşveren Konfederasyonu’na, Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na ve sivil toplum kuruluşlarından, üniversite öğrenci kollarına kadar çok sosyal ortaklı bir program olmuştur.

1994, 1999 ve 2006 TÜİK araştırmaları bize giderek tam zamanlı çocuk çalışmasını azalmakta olduğunu ve bunun yerine çocukların okul dışı zamanlarda çalışmalarının arttığını ortaya koymaktadır.

Bu beklenen bir sonuçtur. 15 yaşına kadar zorunlu ilköğretimin sınırları içerisinde yer alan çocuklar, bu müdahale sosyal politikalarla desteklenmediği için, kendisine başka çıkışlar aramak zorundaydılar. 2003 İş Yasası’nda 15-18 yaş işçilerini GENÇ işçi olarak tanımlamakla sorunların üstesinden gelinmiş olmaz. Şimdi sıra zorunlu ilköğretimin 12 yıla çıkarılmasıdır.

Toplumun gereksinme duyduğu sosyal politika şemsiyesi altında, çalışan çocuklara yönelik müdahalelerin, ana-babalarının tam istihdamı ve ulusal sağlık politikası başta olmak üzere sosyal politikalarla desteklenmesi zorunludur.

2010’a girerken kısa erimli hedef olarak, okullarda, okul-dışı zamanlarda çalışan çocuklara öncelikle eğilen “okul sağlık ve sosyal hizmet birimlerinin” kurulmasını zorunlu görmekteyiz.

III. Oturum : Türkiye’de Çalışan Çocuklara Yönelik En İyi Uygulama Örnekleri ve Gelecek Stratejileri

Giriş Konuşması

Gülay Aslantepe

(Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye Temsilcisi)

SBF Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi ve Fişek Enstitüsü’nün ortak gerçekleştirdikleri bu sempozyum, çocuk emeğini gündemde tutmak açısından son derece önemli. Bu konu gündemde tutulursa, ortak çözümler geliştirmek de mümkün olacaktır. Ülkelerin en değerli sermayeleri insanlardır. Burada emeği asla meta olarak almak bakımından değil, ancak kalkınabilmek açısından insanları eğitmek, içinde yaşadığımız bu bilim çağında son derece önemlidir. Genç nüfus, çocuk emeği ile harcanır ve bu insanlar 35-40 yaşlarına geldiğinde işsiz bireyler olarak karşımıza çıkarsa, ülkenin kalması elbette zor olur. Çocuk emeği ile mücadele etmek bu bakımdan zorunludur. Çocuk emeği, bir yoksulluk kısırdöngüsü olarak düşünülebilir. Çocuk emeği ile mücadele etmek konusunda tek çözüm yolu eğitim olarak görülmektedir. 1973 yılında ‘istihdamda Asgari Yaş’ sözleşmesi kabul edilmiştir. ILO’nun çalışmalarını yönlendiren Philadelphia Bildirgesi’dir. 1998 yılında ILO, ‘Çalışma Yaşamında Temel Haklar Bildrgesi’ni kabul etmiştir. Küreselleşmeye sosyal bir boyut kazandırmak amacı taşımaktadır bu temel haklar bildirgesi. Bu kapsamda, 1999 yılında 182 sayılı sözleşme de kabul edilmiştir.

Gökhan Erol

(Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu – TÜRK-İŞ)

Konfederasyonumuz, çalışan çocuklarının sorunlarının çözümünde işçi sendikalarına görev düştüğü inancıyla, son 17 yıldır bu alanda çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. TÜRK-İŞ Çalışan Çocuklar Bürosu, 1.11.1993 tarihinde kurulmuştur. 1993-1994 yılında ‘Çalışan Çocuklar Konusunda İşçi Sendikalarının Etkinliklerinin ve Duyarlılıklarının Artırılması Projesi’ni başlattı. 1994 yılında, Ankara’da ağaç ve metal sanayinde bir alan araştırması yaptı. 1995 yılında ‘İstanbul’da Deri Sanayinde Çalışan Çocuklar Üzerine Bir Ampirik Alan Araştırması’ konulu bir çalışma gerçekleştirdi. 1997 yılında ‘Çalışan Çocukların ve Genç İşçilerin Sorunları ve Çözüm Yolları Sempozyumu’nu yaptı. 27 Ağustos15 Eylül 2001 tarihleri arasında 6-14 yaş grubunda toplam 1600 çalışan çocuk yatılı ve pansiyonlu ilköğretim bölge okullarına yerleştirilerek parasız eğitim olanağına kavuşturulmuş ve sokakta çalışmaktan uzaklaştırılmıştır. TÜRK-İŞ ve TİSK Çalışan Çocuklar İçin Toplumsal Destek Merkezi, 2006 yılında Adana’da açılmıştır. TÜRK-İŞ, HAK-İŞ ile birlikte 2008 yılında ortak bir proje yaşama geçirmiştir. TÜRKİŞ, işçi sendikalarının katılımını arttırmak konusunda 10 basamaktan oluşan bir model ortaya koymaktadır. Bu basamaklar: araştırma, yapısal gelişim, politika gelişimi, kontrol mekanizması, duyarlılığın arttırılması, kampanyaların yapılması, toplu pazarlık, çalışan çocuklara doğrudan destek, seferberlik, uluslararası belgelerin denetim mekanizmalarının kullanılması.

Dr.Nezih Varol

(Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu – TİSK)

1993 yılında 1.Proje gerçekleştirildi. Bunun sonucunda, büyük işletmelerde çocuk emeği görülmediği ortaya çıktı. Türkiye’de 50’nin üzerinde işçi çalıştıran işletme sayısı, %2,7’dir. Büyük işletmelerde, daha çok meslek liselerinden gelen stajyerler bulunduğu görülünce, 1995 yılında işveren duyarlılığının geliştirilmesi başlıklı 2. Proje başlatılmıştır. 1998 yılında ise 3.proje olan eylemsel döneme geçilmiştir. 15 yaşın altında çalışan çocukların çalışma yaşamından uzaklaştırılması ve 15-18 yaş arasındaki çalışan çocukların da mesleki eğitim alması için çalışmalar yapılmıştır. 2001 yılında, sürdürülebilirlik teması öne çıkmıştır. Bunun için, Çalışan Çocuklar Bürosu’nun kurulması, işletilmesi, işbirliği, toplumsal duyarlılık ve sosyal sorumluluk gerekmiştir. Sağlık, eğitim, danışmanlık ve rehberlik hizmetleri verilmiştir. Bunlarla birlikte ‘Sosyal Taraflar Prokolu’ imzalanmıştır.

Dr. Gülbiye Yenimahalleli Yaşar

(Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı)

Fişek Modeli (1982), çalışan çocukların çalışma ortamları içerisinde, sağlık ve güvenlik yönünden korunmalarını amaçlamaktadır. Modelin özelliği, eylem noktası olarak küçük işyerlerini almasıdır. Küçük ölçekli işyerleri, hem sayıca çoktur hem de bünyelerinde çocuk işçi barındırmaktadır. Yürüyen kliniklerle sunulan hizmetlerde amaç, çalışan çocukları çalışma ortamları içinde tanımak ve sağlık muayenelerini gerçekleştirmektir. Mesleki Eğitim Merkezleri’nde açılan ‘okul sağlığı birimleri’ de bulunmaktadır. Amaç, haftada bir gün okula gelen çırakların öncelikle birince sınıfta olanlarının sağlık muayenelerinin yapılması ve sosyal çevrelerinin araştırılmasıdır.

Genç Kız Evi, uzun erimli hedeflerden biridir. Genç Kız Evi, kız çocuklarının eğitime devam etmelerini destekleyerek, çocuk emeğinin sona erdirilmesini amaçlamaktadır. Finansman kaynağı, genç kız annelerinin ve vakıf gönüllülerinin el emekleri ile yaptıkları hediyelik eşyaların satılması ile sağlanmaktadır.

Genç Kız Evi modelinin temelini, ‘kentli evi’ kavramsallaştırması oluşturmaktadır. Bu kapsamda çocukların çalışma yaşamından uzak tutulması, kız çocuklarının kimlik ve meslek eğitimi, annelere yönelik yaşam desteği çalışmaları, toplumsal kurumlardan yararlanmayı öğrenme, örgüt ve örgütlenme bilincinin geliştirilmesi hedeflenmektedir.

Kız çocukların eğitim ve sosyal yaşama katılım düzeylerini arttırarak, yoksullukla başa çıkma ve kentli değerleri benimsemede kadınların ve genç kızların ön plana geçmesini sağlamak, önemli hedefler arasındadır.

Zehra Kaya

(Türkiye Esnaf Sanatkarlar Konfederasyonu – TESK)

Türkiye’de son zamanlarda, çalışan çocuklarla ilgili faaliyetlerde bir azalma olduğu görülüyor. TESK’in 491 farklı meslek grubuna mensup 1.923.000 üyesi bulunmaktadır. Ülkemizde bir milyon çalışan çocuk var, bunların %40’ı sanayi ve hizmet sektöründe ve önemli bir kısmı bizim üyelerimizin yanında çalışıyor. Bu çocukların 250.000 tanesi, aslında mesleki eğitim görüyor. Bu çocuklar, haftada 1 gün çıraklık eğitim merkezine giderek işini öğreniyor. MEB’in eğitim verdiği 130 civarında meslek var. Bu çocuklar formel eğitim içerisinde ve sosyal güvenceleri var. Asıl sorun, bunların dışında kalan ve işletmelere bir meslek öğrensin ve bir altın bilezik taksın diye gönderilen çocuklar. TESK’in IPEC kapsamında yaptığı çalışmalar 1995 yılında başladı.

İşyeri Denetim ve Danışmanlık Grubu denilen işyeri denetleme ve danışmanlık grubunu -TESK’in bir organını- güçlendirmek amacı güdüldü. 2004 yılına kadar 6 proje gerçekleştirildi. TESK’in en önemli çalışma alanlarından birisi, mesleki eğitimdir. Çırak-kalfa-Usta sistemi vardır esnaflığın özünde. Çırak, esnafın yanında yetişir ve daha sonra kendi işyerini açar. Daha önce bahsettiğimiz İşyeri Denetim ve Danışmanlık Grubu ile ilgili yönetmelik şöyle demektedir: çıraklar uygun ortamlarda çalışsın, iş sağlığı ve güvenliği açısından uygun olmayan muamelelere maruz kalmasın, işveren çocuklara yönelik bir takım yanlış tutumlar içerisinde olmasın.

1992 yılında çıkan bu yönetmelik 3000 civarındaki meslek odasın olan her birinin İşyeri Denetim ve Danışmanlık Grubu oluşturmasını öngörmektedir. Çocuk işçiliği ile mücadelede bu İşyeri Denetim ve Danışmanlık Gruplarına eğitim verilmesi hedeflenmiştir.

İbrahim Akın

(Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı)

ÇSGB Çalışan Çocuklar Bölümü, ÇSGB ile BM Kalkınma Programı tarafından ortaklaşa yürütülmesi öngörülen ‘Kadın ve Çocuk İşçilerin Durumlarının İyileştirilmesine Yönelik Yardım’ projesi çerçevesinde Çalışma Genel Müdürlüğü bünyesinde 1991 yılında kurulmuştur. 10 Haziran 1992 tarihinde Türkiye’nin ILO/IPEC programında yer almasını öngören anlaşmayı onaylamasını müteakip bölüm, programla ilgili görevleri üstlenerek, faaliyetlerini tümüyle bu alana yöneltmiştir. Son yıllarda yürütülen çalışmalardan biri, Türkiye’deki ‘Çocuk İşçiliğinin En Kötü Biçimlerinin Ortadan Kaldırılması Projesi’dir. AB fonlarından yararlanılarak ILO Türkiye Temsilciliğinin yürütücü, Bakanlığımızın da yararlanıcı olduğu projenin amacı; Türkiye’nin AB’ye entegrasyonu çerçevesinde, çocuk işçiliğinin azaltılmasına ilişkin Hükümet’in ‘Zaman Bağlı Politika ve Program Çerçevesinin’ uygulanmasına destek vermektir. Çalışmalardan diğeri, ‘2004-08 Türkiye’de Çalışan Çocuklar Eğitim İnsiyatifi Tarladan Okula Projesi’dir. ABD Çalışma Bakanlığı, Uluslarararası Çalışma Bürosu’nun mali desteğiyle, ÇSGB ve MEB’nin eşgüdümünde IMPAQ International LLC Firması yürütücülüğünde 6 ilde gerçekleştirilmiştir. Mevsimsel tarım sektöründe çalışan, çalışma riski bulunan, hiç okula gitmeyen veya temel eğitimini tamamlamamış 14-17 yaş grubundaki çocuklar hedeflenmişir. Bir başka çalışma ‘Çocuk İşçiliği Konusunda Ulusal Kapasitenin Geliştirilmesi Doğrudan Eylem Projesi’dir. Proje temelde, çocuk işçiliğinin önlenmesi için destekleyici bir çevrenin yaratılması amacıyla zamana bağlı çerçevenin uygulanmasına yönelik ulusal kapasitenin geliştirilmesini ve çocuk işçiliği ile ilgili konuların ulusal politika ve programlara dahil edilmesini amaçlamıştır.

Tags: , , ,

Arşivler