Taner AKPINAR
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gezici/göçebe[1] tarım işçilerinin sorunlarına ilişkin 10 maddeden oluşan bir çözüm önerisi listesi duyurdu.[2] Söz konusu çözüm önerileri bu işçilerin iş kanununun kapsamına alınmasını, ücretlerin açlık sınırının altında olmamasını, barınma yerlerinin hijyenik olması ve düzenli sağlık taraması yapılmasını, sık meydana gelen trafik “kazaları” konusunda önlem alınmasını, kadınlar ve erkekler arasında ücret eşitliğinin sağlanmasını, çocukların çalışmasına izin verilmemesini, çocuklar için kreş ve yaz okulu açılmasını, tarım işçilerine yönelik ayrımcılığın önüne geçilmesini ve ILO’nun (Uluslararası Çalışma Örgütü) 184 nolu Tarımda Sağlık ve Güvenlik Sözleşmesi’nin onaylanmasını içeriyor.
Öncelikle, bunların hiç de bilinmedik öneriler olmadığını, ilgili bilimsel literatürde ve sivil toplum kuruluşlarının yürüttüğü proje faaliyetlerinin nihai raporlarında yıllardır dile getirilen çözüm önerileri olduğunu söylemek gerek. Aslında bu türden çözüm önerileri birer dilek ve temenni olmaktan öteye çok da başka bir anlam taşımamaktadır, zira bunların nasıl uygulanacağına dair hiçbir somut eylem planı yoktur. CHP, iktidar olursa bunları hayata geçireceğini taahhüt etmekte, bilimsel çalışmalar ve sivil toplum kuruluşlarının raporları ise devletin gerekli önlemleri alması gerektiğini söylemekle yetinmektedir. Diğer taraftan, asıl mesele, bu önerilerin hayata geçirilip geçirilmemesi değil, çözümü bu önerilerde gören yaklaşımların toplumsal meseleleri nasıl kavradığıdır. Bu yazı, sözü edilen öneriler üzerinden CHP’nin toplumsal olgu ve olaylara ilişkin yaklaşımını irdelemektedir.
Türkiye’de gündelik siyaset tartışmaları, büyük oranda, anaakım siyasi partilerin, daha doğrusu, bu partilerin genel başkanlarının ve etrafındaki birkaç parti yetkilisinin, kendi aralarındaki ittifaklar/koalisyonlar da dahil olmak üzere, seçim stratejileri ile sınırlı olarak yapılıyor. Öyle ki, siyaset bilimci sıfatıyla söz konusu tartışmalara dahil olanlar bile, televizyon ekranlarında verdikleri görüntü itibariyle, birer futbol yorumcusundan farksız bir şekilde, aynı dar çerçevenin dışına çık(a)mamaktadırlar. Bu durum, diğerleri yanında, iki temel sorunu barındırmaktadır. Birincisi, toplumsal taban bütünüyle pasif bir konuma konularak, siyasi partilerin dar yönetim kadrolarının tarihi yapan/tarihe yön veren asıl fail addedilmesidir. İkincisi ise, içinde yaşadığımız toplumun kapitalist niteliğinin ve yeniliberal düşüncenin egemenliğinin kaçınılmaz gerçeklik olarak görülmesidir.
Çulhaoğlu (2015: 114-115)[3], toplumsal meselelerin yöntemsel olarak bütünsellik içerisinde ele alınmaması durumunda, ortaya çıkacak sonuca ilişkin çok yerinde bir uyarıda bulunuyor, hem de bunu siyasi partiler örneği üzerinden yapıyor. Böyle yapılmadığında, yani içinde yaşadığımız toplumun kapitalist niteliği üzerinden bütüncül bir inceleme yapılmadığında, “düzen partileri ya birbirinin tam tamına aynı sayılacaklar ya da tam tersine birbirleriyle hiçbir ortaklık taşımayan siyasal kuruluşlar olarak görüleceklerdir. Buna karşılık bütünlük kurgusu, bu partilerin ortak yanının mevcut üretim tarzının yeniden üretilmesi olduğunu, ancak her birinin bu ortaklığı farklı ideolojik ve siyasal eklemlenmelerle gerçekleştirdiklerini ortaya koyacaktır.” Her ne kadar Çulhaoğlu (2015: 111-112) karşı çıksa da, Gramsci’nin “organik hareket” ve “devrevi (konjonktürel) hareket” kavramları arasında yaptığı ayrım da bu bağlamda uygun bir kuramsal tartışma zemini sunmaktadır. Gramsci (2000: 201-202)[4], toplumsal meselelere ilişkin analizlerde organik hareketlerle devrevi hareketlerin birbirinden ayırt edilmesi gerektiği uyarısını yapıyor. Gramsci’nin bu uyarısını, en azından benim nasıl anladığımı somutlamam gerekirse, söz gelimi, kapitalist bir toplumsal düzen kurma ve bunu sürdürme organik bir hareket iken, süreç içerisinde, bunun, devletçi kapitalist ya da liberal kapitalist kalkınma modellerinden birinin esas alınarak yapılması devrevi harekettir. Bu bağlamda, liberal kapitalist bir kalkınma modelinden devletçi kapitalist modele geçiş ya da tam tersi bir geçiş, ne organik hareketin saf dışı edildiği ne de kesintiye uğratıldığı anlamına gelmektedir. Asıl konudan sapıp yoldan çıkmaya çok müsait olan ve bana göre bir karşıtlık olmasa da, Çulhaoğlu Gramsci’nin yaklaşımını bağlam dışı gördüğü için, “Çulhaoğlu Gramsci’ye karşı” olarak adlandırmak durumunda kaldığım tartışmanın detaylarına burada daha fazla girmeye yer yok.
2023 yılında yapılan genel seçimleri CHP öncülüğündeki ittifakın/koalisyonun kazanacağına dair büyük umutlar/beklentiler hatta uygulamaya konulmak üzere hazırlanmış planlar/programlar vardı. Elbette beklentiler boşa çıkmayıp CHP öncülüğündeki muhalefet ittifakı/koalisyonu seçimi kazansaydı Türkiye’de değişecek şeyler vardı, ancak, işin özünde bir değişim/dönüşüm olmayacaktı. Buna, ister Gramsci’nin kavramlarıyla, konjonktürel olarak değişiklikler olacaksa da, bu, organik harekette bir değişim/dönüşüm olacak anlamına gelmemektedir diyelim, isterse Çulhaoğlu’nun çizdiği çeçeveyi esas alıp, mevcut üretim tarzının yeniden üretileceği gerçeği diyelim. Daha açık söylersek, içinde yaşadığımız kapitalist toplumun bu niteliğinde bir değişme olmayacağı gibi, yeniliberalizmin egemenliğine de herhangi bir halel gelmeyeceği konusunda hiçbir şüphe yoktur. CHP öncülüğündeki muhalefet ittifakının/koalisyonunun aksi yönde bir planı olmadığı gibi bir söylemi bile yoktu ve olamazdı. Çünkü, söz konusu ittifak/koalisyon bileşenleri de, özünde, burjuvazinin halihazırda iktidardaki siyasi parti ile organik ilişkiler içerisinde olan kesimleri dışındaki başka kesimlerinin çıkarlarını önceleyen hareketlerdir.[5]
Bu bağlamda, söz konusu çözüm önerileri örneği üzerinden CHP’nin yaklaşımını irdeleme faslına geçebiliriz. CHP’nin 10 maddeden oluşan öneri paketi, eğer siyasi iktidar değişmiş olsaydı bile, var olan üretim tarzında ve uygulanan politikalarda bir değişiklik yaşanmayacaktıyı açıkça gösteriyor.
İlk olarak söylenmesi gereken, bu önerileri ortaya atanlar kendi içinde temel bir çelişkiye düşmektedir. Bu tür öneriler, var olan toplumsal düzeni ve egemen olan yeniliberal ideolojiyi verili ve değiş(tirile)mez/kaçınıl(a)maz gerçeklik olarak kabul edip sorunları teknokratik olarak ele alan bir yaklaşımın ürünüdür. Çelişki tam da bu bağlamda ortaya çıkmaktadır, çünkü gezici/göçebe tarım işçilerinin hem yollara düşmesi hem de belirtilen sorunları yaşamaları, her şeyden önce yeniliberal politikaların bir sonucudur.
Bu çelişkiyi görmezden gelip CHP’nin önerilerinin uygulandığını varsayarsak, bunun gezici/göçebe tarım işçlerinin yaşama ve çalışma koşullarında bir iyileşme sağlayacağı şüphesizdir. Ancak, sorunu buradan tutmak, çok daha temel bir noktanın ıskalanmasına yol açıyor. Gezici/göçebe tarım işçileri neden aile boyu yollara düşüp bu şekilde çalışıyor? Bu soru ıskalanan noktaya ilişkindir. Bunun temel nedeni bu insanların topraksız köylüler olması ve yeniliberal tarım politikalarıyla birlikte de kendi yaşadıkları bölgelerde tarımsal üretim yapamaz duruma düşmeleridir. Bu insanların yollara düşmemesinin en gerçekçi çözümünün kendi topraklarına sahip olmaları olduğu hiçbir kesim tarafından dile getirilmiyor. Devlet, sistematik bir şekilde, bu insanların ucuz ve güvencesiz bir işgücü kaynağı olarak, tarımsal üretimin devam ettiği yerlere doğru akımını sağlamaktadır. CHP’nin getirdiği önerilerde, gezici/göçebe tarım işçiliğine kategorik olarak bir karşı çıkış yoktur. Tam tersine, bu göçün sürekli kılınması temel hedeftir, farklı olarak bazı sosyal hakların sağlanması gerektiği yönünde bir tavır alınmaktadır.
Gezici/göçebe tarım işçiliği bağlamında en temel sorunlardan birsi de çocuk işçiliğidir. Bu işçiler, içinde bulundukları maddi yaşam koşulları nedeniyle çocuklarını da işe koşmak zorunda kalmaktadır. CHP’nin öneriler listesinde çocuk işçilik sorununa karşı da net bir tavır alınmadığı, daha doğrusu, yine sorunun temeline inilmesinin yolunu kapatan bir yaklaşım sergilendiği görülüyor. Çocukluğun 18 yaşına kadar süren bedensel-biyolojik doğal bir durum olduğu evrensel olarak kabul edilmiş ölçüttür. Buna karşın, Türkiye’de yürürlükte olan 4857 sayılı İş Kanunu, çocukların 14-15 yaşından itibaren işçi olarak çalıştırılmasına yasal dayanak sunmakta, dolayısıyla çocuk işçilik başka yollar yanında bu yoldan da meşrulaştırılmaktadır. Hal böyle iken, CHP, bir yandan mevsimlik tarım işçilerinin iş kanunu kapsamına alınmasını önerirken, bir yandan da bu işlerde çocukların çalıştırılmasının yasaklanmasını savunmaktadır. Böyle yaparak, çocuk işçiliğinin, en azından yasalarla meşrulaştırılmış biçimlerine karşı bir tavır almamaktadır.
Son olarak öneriler listesinde ILO Sözleşmesi’ne yapılan vurgu hakkında birkaç söz söylemekte yarar var. Kapitalist toplumsal düzeni ve yeniliberal ideolojiyi verili değişmez bir gerçeklik olarak kabul edip, toplumsal meseleleri teknokratik bir yaklaşımla ele alan diğer bütün kesimler gibi, CHP’nin öneriler listesinde de ILO sözleşmesi idealize edilmektedir. ILO gibi uluslararası kuruluşlar da kapitalizmi ve yeniliberalizmi kaçınılmaz gerçeklik olarak görmekte, dahası gündemlerine aldıkları toplumsal sorunların bu sistem tarafından üretildiği gerçeğini kabul etmemektedir. Bu kuruluşlar küresel kapitalizmin ve emperyalizmin yeniden üretimine katkı sunan bir işlev görmektedir. ILO, örneğin, kurulduğu 1919 yılından beri çocuk işçilik konusunda yasal düzenlemeler yapmış, 1990’ların başlarından itibaren de çocuk işçilik sorununu neredeyse birincil gündemi haline getirmiştir. Teknokratik yaklaşımla araya mesafe koyarak ILO’nun bu konudaki çabalarına tarihsel ve toplumsal bir bağlamda bakılırsa, bunların bütünüyle kapitalist gelişmenin lehine işler olduğu ortaya çıkmaktadır.
Sözün özü, CHP öncülüğündeki siyasi muhalefet de siyasal iktidar gibi burjuva çıkarlarını önceleyen bir siyasi harekettir. Dolayısıyla önceliği bu olan siyasi hareketlerin toplumsal meselelerin temeline inen bir bakış açısına sahip olması zaten beklenemez. Asıl sorun toplumsal dönüşümün bu tür hareketler öncülüğünde olacağına umut bağlamakta ve olmadığında da bunun bir hayal kırıklığına yol açmasındadır. Yapılması gereken, var olan toplumsal düzende mağdur olanların kendi siyasi hareketini geliştirmesidir.
[1] Mevsimlik tarım işçilerinden daha çok “gezici ve geçici tarım işçileri” diye söz edilse de, gezici çalışma durumu bu şekilde çalışanlar açısından kalıcı ve sürekli bir hayatı sürdürme yoludur. Dolayısıyla bu işçilere “gezici/göçebe tarım işçileri” demek daha uygundur.
[2] CHP’den Mevsimlik Tarım Emekçilerinin Sorunlarına 10 Maddelik Çözüm Önerisi, 18.8.2023, https://chp.org.tr/haberler/chpden-mevsimlik-tarim-emekcilerinin-sorunlarina-10-maddelik-cozum-onerisi (Erişim tarihi: 27.8.2023).
[3] Metin Çulhaoğlu (2015), Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, İstanbul: Yordam Kitap.
[4] Antonio Gramsci (2000), The Gramsci Reader –Selected Writings 1916-1935, (Edited by David Forgacs), New York: New York University Press.
[5] Bu değerlendirmenin spakülatif bulunma ihtimaline karşı, örneğin, Bahadır Özgür’ün sermaye kesimlerinin yaptığı çevre katliamına ilişkin somut veriler içeren ve muhalif siyasetçilerin ikircikli tavrına dikkat çeken, “Limak kötü de Koç iyi mi?” başlıklı yazısını hatırlatmak isterim. Gazete Duvar, 15 Ağustos 2023, https://www.gazeteduvar.com.tr/limak-kotu-de-koc-iyi-mi-makale-1632846