“Çalışan Çocuk Ne İstiyor?” sorusunun yanıtı çok yalın: Yaşamak. Çalışan çocuk, en doğal insan hakkı olan “yaşama”yı seçiyor.
Roosvelt, 1940’larda insan hakları kavramı tanımlanmaya çalışılırken, “gereksinmeden kurtulma hakkı” kavramını ortaya attı. Aynı dönemde, Maslow’un insanların gereksinmeleri doğrultusunda hareket etmesini açıklayan “Gereksinme Basamaklandırması” modelini işliyordu.
İnsanların gereksinmeleri var. Yaşayabilmek temel fizyolojik gereksinmelerinin karşılanması gerek: Yeme, içme, barınma, sağlık vb. İkinci basamak bunların güvence altına alınması, yani sosyal güvenlik. Çalışan çocuk, bu iki temel gereksinme basamağının karşılanamaması dolayısıyla, “bireysel kurtuluş çabası”na giriyor; toplumdan göremediğini, kendi bileğinin gücüyle almaya kalkıyor.
Demek ki, “çocuk emeği”ni gördüğümüz yerde, sosyal olan yoktur. Sosyal adalet yoktur; sosyal hekimlik yoktur; sosyal politika yoktur; sosyal güvenlik yoktur; sosyal barış yoktur. Ancak bunları yerli yerine koyarsanız, çocuk emeği kaybolur. Çünkü gereksizleşir.
I
Türkiye, kuruluşunun ilk dakikalarından beri çocuklarının farkında. 1940’larda “çocuk işçiliğinin önlenmesi”ne ilişkin iki önemli adım atılmış:
1. Bunlardan birincisi “KİT’lerin Çırak Okulları”dır. 1939 yılında çıkarılan bir yasa ile tüm kamu fabrikaları çırak okulu kurmakla yükümlü tutulmuş. Bugünkü “mesleki eğitim merkezleri”nden en önemli farkı, çırakların asla üretimde kullanılmaması. Sabahları yapılan ortak kahvaltı sonrası kuramsal derslere başlanıyor; öğleden sonra da öğretmenlerinin gözetiminde atölyeye iniliyor. Tezgahlara “üretim amaçlı” el sürmek yok. Amaç o işletmeleri ileride yüklenecek yetişmiş insan gücünü yaratmak.
2. Çocuk işçiliğinin önlenmesine ilişkin projelerin ikincisi de “Köy Enstitüleri”. Büyük bölümünün okuryazar olmayan ülkenin çocuklarını, üretim temelli bir eğitim yoluyla, zamanı gelince, “kalkınma yarışı”na sokmayı amaçlamıştır. Böylece çocuklar, monoton ve geleceği belirsiz, tarım işçisi olmaktan kurtarılarak, diğer çocukların da eğitime kazandırılması öz görevi ile donatılmışlardır. Yalnızca bu da değil, bu Enstitülerden yetişen öğretmenlerin, yeni üretim tekniklerini köylülere öğreterek, çocuk emeğine gereksinme duymaksızın tarım yapmalarını sağlamaları beklenmiştir.
Bu iki önemli SOSYAL PROGRAM’ın çok kısa bir süre sonra sonlandırılmasıyla, çocuk emeği ile mücadeleye ara veriliyor. 1979 yılında Uluslararası Çocuk Yılı dolayısıyla bazı kıpırdanmalar ve toplumda “farkındalık arttırıcı” girişimler var. Ama asıl hamle 1992 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün “Çocuk Emeğinin Sonlandırılması Uluslararası Programı” aracılığıyla ortaya konuluyor. Başta işçi – işveren sendikaları, gönüllü örgütler, belediyeler gibi sosyal eşler (partnerler), Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıyla birlikte, varlığı ve etkileri bugün de süren bir çaba içerisine giriyorlar. Çok çaba harcanıyor. Birçok değerli model çalışma ortaya konuyor. Artık ülkemizde “çocuk emeği”ni, çocuğun “pişmesi” değil, “ateş atılması” olarak görenlerin sayısı çok artmıştır.
II
ILO/IPEC programının Türkiye için en önemli getirilerinden biri Devlet İstatistik Enstitüsü ile birlikte başlattığı “Çalışan Çocuklar Anketleri”dir. Sorunun boyutlarını ve nedenlerini kavrayabilmemiz için önemli bir yol gösterici olan bu anketler, 1994, 1999, 2006, 2012 yıllarında yapılmıştır. Daha önceki uygulamalarda olduğu gibi son anket de “Hane halkı İş gücü Anketi” ile birlikte gerçekleştirilmiştir.
2012 Çalışan Çocuk Anketi’nde, çalışan çocuklar şu ölçütlere (bağımsız değişken) göre kümelendirilmişlerdi:
Cinsiyet (Erkek, kadın)
Yaş (6-14, 15-17)
Yerleşim (Kır – Kent)
Çalışma Etkinliğininin Özelliği (Ekonomik işlerde çalışanlar ya da ev işlerinde faaliyette bulunanlar)
Okula devam edip etmemesi
Hane halkı büyüklüğü
Hane halkı reisinin eğitim durumu.
2012 Çalışan Çocuk Anketi’nde, çalışan çocuklarla ilgili başlıca araştırılan konulardan (bağımlı değişken) bazıları şöyledir:
Okula gitmeme veya okulu yarıda bırakmasının esas nedeni
Çalışma nedeni
İşteki durumu
Yaptıkları işlerin türü ya da sektörü
Fiili çalışma süresi
İşveren tarafından sağlanan yardımlar
Çalışılan iş yerindeki olumsuz koşullar.
2012 yılında TÜİK’in bize sunduğu verilerden yararlanarak “çalışan çocuk”ların genel görünümü çizmeden önce, 2006 yılından 2012 yılına bazı değişiklikleri not etmek istiyoruz:
2006 yılından 2012’ye çalışan çocuk istihdamı kentte düşmüş, buna karşı köyde çok artmıştır.
2006 yılından 2012’ye hem kentte ve hem de köyde evde çalışan çocukların sayısı artmıştır.
2006 yılından 2012’ye, çocukların çalıştığı sektörler göz önüne alındığında, tarımda çalışanların sayısında artış görülmektedir. Bu artış kırsal alan verilerinde kendini göstermektedir. Buna karşın sanayi ve hizmet sektöründe çalışan çocuk sayılarında azalma görülmüştür.
İnsanlık (ya da bütün insan hakları belgeleri), çocuğun yerinin okul olduğu konusunda, fikir birliği halindedir. Onun için de, işin çocuğa zararlı olup olmadığının başlıca ölçütlerinden biri “onu eğitimden alıkoyup koymadığı”dır. İncelememize “çocukların neden okula gitmediklerini” irdeleyerek başlamamız bu bakımdan yerinde olacaktır.
Okula gitmeme veya okulu yarıda bırakmanın esas nedeni olarak belirtilenlerden başlıcaları şunlardır:
Okula ilgi duymaması, derslerde başarısız olması (% 32,2)
Okul masraflarının karşılayamama (% 19,6)
Süregelen bir hastalığının olması (% 10,6)
Ailenin okula gitmesine izin vermemesi (% 9,2)
Okula gitmenin yararına inanmaması (% 9,1)
Okul olmaması veya çok uzak olması (% 3,9)
Okula gitmek yerine meslek edinmek istemesi (% 1,7).
Erkek ve kız çocuklarının okula gitmeme (ya da gidememe) nedenleri karşılaştırıldığında “okula ilgi duymayan kızların” daha az olduğu, buna karşın okul masraflarının karşılayamadığını söyleyenler arasında kızların çoğunlukta olduğu görülmektedir (Erkeklerin %41,2’si, kızların % 23,8’i okula ilgi duymadıklarını söylemişlerdir). Erkeklerin tersine kızların okula gitmesine izin verilmemesi olgusu daha baskındır. Erkeklerin %2,1’i, kızların %15,8’i okula gitmesine izin verilmediğini söylemektedir. Bu neden
Okul masraflarının kızlar tarafından daha pahalı olarak nitelendirildiğini
(Erkeklerin % 17,3’ü, kızların % 21,7’si)
Okulun neden çok uzak olduğunun da daha çok kızlar tarafından söylendiğini (Erkeklerin % 2,7’si, kızların % 5,1’i)
açıklamaktadır.
Ancak, okula devam etmek, çalışmaktan uzak durmayla eş anlamlı değildir. Çocukların % 57,3’ü, okula devam ederken bir yandan da çalışmaktadır. 6-17 yaş dilimindeki çocukların % 45,9’u ev işlerinde faaliyette bulunurken, % 2,9’u ekonomik faaliyetlerde bulunmaktadır. Kır-kent ayırımı yaparak bu konuya baktığımız zaman, kızların kırsal alanda okuma yüzdesinin %85,2 iken kentte %94,0 yükseldiği görülmektedir. Bu 2006 yılına oranla bir artış olarak kendini göstermektedir; bunu okutulan kızlar için verilen “nakit katkısı” (sosyal yardım) ile açıklamak olasıdır.
Ekonomik faaliyetlerde bulunan çocukların, aile reislerinin eğitim durumları da araştırılmıştır. Bunların % 84,7’sinin en çok ilkokul mezunu olduğu görülmüştür. Kız ve erkek çalışan çocukların aile reisleri arasında bu yönden önemli bir fark görülmemektedir.
Çocukların okulu bırakmalarının kaçınılmaz sonucu “çalışmak”tır. Okula devam etmeyen çocukların yalnızca % 2,3’ü çalışmadıklarını söylemektedirler. Çalışanlar ise neden çalıştıklarına ilişkin şu nedenleri sıralamaktadırlar:
Hane halkı gelirine katkıda bulunmak (% 41,4)
Hane halkının ekonomik faaliyetine katkıda bulunmak (% 28,7)
İş öğrenmek, meslek sahibi olmak (% 15,2)
Ailenin isteği (% 6,0)
Kendi ihtiyaçlarını karşılamak (% 6,8).
Öğrenimini sürdürmenin önündeki “birinci” engel, haneye giren gelirin kısıtlılığıdır. Görüldüğü gibi, çalışma nedeni olarak, ekonomik kısıtlılıkları gösterenlerin oranı % 70,1’dir. Buna kendi gereksinmelerini karşılayamayanları da eklersek, oran üçte ikiyi geçmektedir.
Daha önce okula devam edememe nedenlerinde gördüğümüz gibi, kız ve erkek çocuklar arasında, bu konuda da fark çıkmaktadır. Kızlar, daha çok “hane halkının ekonomik faaliyetine katkıda bulunmak” (% 43,4) amacıyla çalışmaktadır. “Kendi ihtiyaçlarını karşılamak” (% 3,4) ve “İş öğrenmek, meslek sahibi olmak” (% 7,1) gibi nedenler öne sürenler erkeklere oranla çok düşüktür.
Ülkemizde çalışan çocuk olarak nitelenebilecek nüfus ne kadardır? TÜİK Çalışan Çocuklar Anketi, bunu 8.393.000 olarak göstermektedir. Çalışma durumlarına ve cinsiyetlerine göre dağılımları şöyledir:
Burada çarpıcı bir gerçekle karşılaşmaktayız. O da çocukların yarıdan çoğunun çalışmakta oluşudur. Ev işlerinde çalışanların sayısı oldukça yüksektir. Ama cinsiyet temelli geleneksel rol dağılımı burada da kendini göstermekte, ekonomik işlere daha çok erkekler yönelirken, ev işlerinde çalışmak kızlara düşmektedir. Çocuk yaşta görülen bu tablo, evlendikten sonra daha da derinleşmektedir.
Tarım çalışmalarında hem erkek hem de kız çocuklarının sayısı, diğer sektörlere göre ağırlığını korumaktadır. Bu özellikle kız çocukları için çok daha belirgindir. 2006 yılı ile kıyaslamalar yapıldığında ise, tarım alanında çocuk çalışmasının artış gösterdiği görülmektedir. Tarım alanının iş yasalarıyla yeterince korunmadığı, iş sağlığı güvenliği yasasının bu alana henüz ulaşamadığı düşünülürse, çocukların ne kadar büyük tehlike altında olduğu daha iyi anlaşılır.
Çocuk yaşta “ev işlerinde çalışma” olgusu üzerinde etkili en önemli etmenlerden biri de hane halkı sayısıdır. Kardeşleri arttıkça, çocukların ev işlerini yapmak zorunda kalmalarında da bir artış beklenmesi kaçınılmazdır.
Başlı başına bu saptamalar bile, çalışan çocukların neden büyük bölümünün okulda başarısız olduğunu ve eğitimlerini yarıda bırakmak zorunda kaldıklarını açıklamaktadır. Hanede yaşayan sayısı üç ve daha az ise, erkek çocuklar daha az ev iş yaparken, sayı çoğaldıkça, çocuğun kız ya da erkek olması fark etmemekte beklenti yükselmektedir. Beklenti yüzde seksenleri geçmektedir. Buna karşın okula devam etmeyenlerin bu konudaki katkısı sınırlı kalmaktadır. Dolayısıyla “ev işlerinde çalışma”yı, öğrenimini sürdürmenin önündeki “ikinci” en büyük engel olarak tanımlamak yerinde olacaktır.
Çocukların çalışma yaşamında ne kadar büyük bir tehlike altında olduklarını kanıtlayan verilerden biri de, fiili çalışma süreleridir. 6-17 yaş çocuklarının haftada 40 saatin üzerinde çalıştırılmaması gerekmektedir. Ancak toplanan TÜİK verileri, kentlerde çocukların haftada 62,5 saate kadar çalıştıklarını göstermektedir (Kadınlarda bu süre 51 saattir)… Yetişkinler için haftalık yasal çalıştırma süresinin 45 saat olduğu düşünülürse, çocuklar üzerinde uygulanan baskının ne tehlikeli boyutlara ulaştığı kolayca görülebilir. Tarım alanında, çocuklar için çalışma süresi ise 33,9 saate düşmektedir.
Çocukların çalıştırılmalarının, doğaüstü sınırlara vardığının kanıtlarından biri de “yıllık ücretli izin” uygulamasıdır. Çocukların % 89,4’ü yıllık ücretli izin yapamamaktadır. Bütün bir yıl çalıştıktan sonra, iş yasalarıyla işçilere tanınan en doğal haklardan birini bile kullanamamaları onların üzerine binen yükün ağırlığını ortaya koymaya yeter. Bu konuda erkek ya da kadın çalışan çocuk olması fark etmemektedir. Buna kadın tarım alanında yıllık izinden yararlanamama %93,1’e yükselmektedir.
Doğal olarak, çocukların sağlık yakınmalarının başında “yorgunluk” gelmektedir. Çalışılan yerlerdeki olumsuz koşulların sorulduğu TÜİK anketinde, çocukların % 66,2’si “aşırıl yorulduklarını” söylemişlerdir. Bu oran, kırsal alanda % 70,8’e yükselmektedir. Ancak TÜİK anketi bu bölümünde, çocukların yaşayabilecekleri “olumsuzlukları” sorgulamakta yetersiz kalmış ve gerçekçi bir tablo ortaya koyamamıştır. Ancak bunda çocuğun değerlendirmesine başvurulmuş olmasının ve onun algılarıyla sınırlı kalınmış olmasının da etkisi vardır. İş yerinde çocukların yaralanma ya da sakatlanma sonuçlanan iş kazalarına uğrayıp uğramadıkları da sorulmuştur. Çocukların %3,4’ü bunu yaşadıklarını söylemişlerdir. Yaralanma ve sakatlanma olguları, kırsal kesimde ve erkeklerde yükselmektedir.
III
Ama çocuk emeği hala sürmektedir. Çünkü onun varlık nedenini oluşturan ekonomik ve sosyal temel sürmektedir. Bizler başta nitelikli ve kesintisiz örgün eğitimin yurt düzeyinde yükseltilmesi olmak üzere, etkin bir sosyal politika ile çocuk emeği ile baş edebiliriz.
Bu bilinçle, kısa erimde, çalışan çocukların yaşamını kolaylaştırmalı ve onların yanında durmalıyız. “Çocuk Emeğinin Kabul Edilemez Biçimlerinde” çalışmalarına kesinlikle izin vermemeliyiz. Tehlikeli işlerde çalışan çocukların, bu tehlikelerden korunmaları, sağlıklarının yakından izlenmesi için, sürekli örgütlenmeler oluşturmalıyız. Çırakların eğitildiği “Mesleki Eğitim Merkezleri”nde hem eğitimin kalitesini çok arttırmalıyız; hem de okulda daha çok zaman geçirmelerini sağlamalıyız. Bu ek sürelerde, “benlik gelişimlerini tamamlamaları, kentli kimliğini geliştirmeleri” için yoğun sosyal ve kültürel programlar uygulamalıyız.
Çocukların erken yaşta çalışma yaşamına atılmasına olanak veren
Kesintili eğitim uygulaması
Dışarıdan okuyabilme olanağı
Köylerde okulların geç açılma ve erken tatil edilmesi uygulaması vb.
son vermeliyiz.
*Prof. Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü – İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)