“23 Nisan … Neş’e doluyor insan”
“23 Nisan… Neş’e doluyor insan”ı ya da “23 Nisan… Kutlu olsun… Övünün büyükler, sevinin çocuklar…”ı dillendiren çocuk şarkılarını artık duymaz olduk. Şimdi okul çocukları pop starların dillendirdiği parçalar eşliğinde kutlama yapıyorlar. Bu bir değişimin işareti… Hükumet buna “dönüşüm” diyor.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 1994 yılında yaptığı ilk Çocuk İşgücü Anketi’nde çalışan çocuk sayısı 4 milyon olarak saptanmıştı. Yine aynı Kurum’un 2006 yılında yaptığı ankette ise, bu
sayı yarı yarıya düşmüş olarak göründü. Ama gözlemler bunu doğrulamıyor. Yine gözlemler, zaten “gözden uzak olan” çocuk çalışmasının, giderek daha da gözden uzaklaştığını ve sokak aralarına kaydığını; okul dışı zamanı kullanan çocuk sayısının çok daha fazla arttığını göstermektedir.
İşte dönüşüm denilen bu… Küreselleşme her alana el atıyor ve onu dönüştürüyor. Ama küreselleşme demek, zenginliklerin bir avuç egemene, yoksulluğun herkese yayılması demektir.
Küreselleşmenin etkisini hissettirdiği her alan, halktan daha çok paranın istendiği ve “hizmetlerin” de parası ölçüsünde ulaştırıldığı bir yapıya bürünüyor. “Sağlık”ta böyle; “Eğitim”de böyle; “Sosyal Güvenlik”te böyle; hatta “Sosyal Yardım”da böyle…
Sosyal yardım alanında, verecek parası olmayan insanlardan çok değerli bir şey isteniyor: “Oy”ları… Küreselleşmenin getirdiği külfetler altında ezilen toplum, büyük bir stres altında.
Uyku düzenleri bozuldu; hırçınlıklar arttı; aile içi kavga ve şiddet arttı; ama en önemlisi insanımıza umutsuzluk çöktü. Daha önce avuçlarının içinde olanın uçup gitmesine, yaşam standartlarının düşmesine ve muhtaç duruma düşmeye insanlar dayanamıyor. Ama yine küreselleşmenin
medya ve reklamlar aracılığıyla çok büyük bir başarıyla yaptığı gibi, istekler ve ihtiyaçlar artıyor.
İşte bütün bunlar insan haklarına dayalı, demokratik ve laik, sosyal bir hukuk devletinin sürdürülmesini güçleştiriyor. Bunu da dönüştürmek gerek.
Egemenler düzen değişikliği için sabırlı… 1971 ve 1980 darbelerinden beri ilmek ilmek örüyorlar. Yine örecekler. Bu dönüşümde en önemli rolü de çocuklara veriyorlar. Çünkü onlar büyüyecek ve toplumun gelecekteki yetişkinleri olacaklar. Onlar “oy” kullanacak, onlar “yönetecek”. İlk hedef çocuk şarkılarıydı.
Onları sahneden silmeye başladılar.
“23 Nisan… Neş’e doluyor insan” … 23 Nisan günü, çocuklarımızdan bir bölümü, “yaş” ayırımı gözetmeyen şarkılarla gösteriler yaparken, bir bölümü de “yaş” ayırımı gözetmeyen işlerde çalışıyorlar … Çalışan çocukların bayramı değil 23 Nisan; onların bayramı 1 Mayıs olmalı.
Bu Hep Böyle miydi?
Cumhuriyet ilk yıllarında, Cumhuriyet’i kuranların bu çocuk sevgisi, sözde değilmiş. 1921 yılında henüz Kurtuluş Savaşı sürerken ve II.İnönü Zaferi’nden önce, “yeraltı madenlerinde çocuk çalıştırılması” yasaklanmış. Çünkü Osmanlı döneminde Zonguldak’ta küçücük çocuklar, padişahın ve yabancı kömür şirketlerinin kesesini doldurmak için, yeraltında zorla çalıştırılıyorlarmış. Ciğerleri tozla doluyor; ya yorgunluktan-zayıflıktan, ya da göçükten ölüyorlarmış. Cumhuriyet, o çocukları bu zulümden kurtarmış.
Yine Kurtuluş Savaşı’nın sonucu bile belirsizken; 1921 yılında Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuş. Yalnız savaş yorgunu kimsesiz çocuklar değil, tüm çocuklar için politikalar geliştirilmiş; somut adımlar atılmış.
Yine Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki çırak okulları var. 1940 ‘larda kurulan Kamu İktisadi Teşekkülleri’ne (KİT) bağlı çırak okulları, çocuk çalıştırılmasının önlenmesinde çok önemli
bir adım. Bugünkülerden farklı olarak, çıraklar, her sabah – öğlene kadar, ders görür; öğleden sonra öğretmenleriyle fabrikaya geçer, uygulamayı izlerlermiş. Para alırlar ama asla üretime ka-
tılmazlarmış (Bugünün küçüğü yarının büyüğü). İşte öğrencilik bu. Ama şimdi çok farklı. Sanayide her dört çocuktan, ancak biri çırak okuluna gidebiliyor. Bunlar da okulda geçirdikleri haftanın bir günü dışında, fabrika ve atölyelerde üretimde çalışıyorlar.
Yasal yıllık ücretli izinleri bile verilmiyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki çocuğa bakış açısı ile bugünkü arasında çok derin farklar vardır. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
çocuğa, Cumhuriyet’i geleceğe taşıyacak özne ve geleceğin mimarı olarak bakılırdı. Değer verilirdi. Çünkü, devlet, geleceğin “yapı”landırılmasını (inşasını) kendi sorumluluğunda görürdü. Bugünse devlet hem bugünün çocuklarına karşı görevlerini unutmuş, eleştirilerini başka adreslere yöneltiyor; hem de toplumun geleceğini düşünmüyor. Bunu en tipik örneği de borçlanma
politikasıdır. “Benden sonra tufan” diyor.
Ama hükumetler, kendisine eleştirel bir yaklaşımla bakmadığı halde, başkasının da bu sorumluluklarını paylaşmasına çok hoyratça yaklaşıyor. 1921 yılında kurulup, devletçe 1982 yılında kapatılan bir yurttaş örgütü (STK) var: Çocuk Esirgeme Kurumu.
Türkiye’de yalnızca kimsesiz çocukların değil, tüm çocukların esirgeyicisi olmuş; yıllarca çocuk politikasını çizmiş ve ona yön vermiş. Ama 12 Eylül askeri darbesinin olağanüstü koşulların da, tüm işlevlerine ve tüm varlıklarına devlet el koymuş. Onun yapacaklarını üstlenmiş. Ama o gün yurttaş örgütüne yöneltilen eleştiriler, bugünkü devlet kuruluşuna (SEHÇK) da yöneltiliyor.
Değişen bir şey yok. Değişen, işlevlerin daraltılmış ve bakış açısının değişmiş olması. Nesin Vakfı’nın tüm o olumlu çabaları karşısında, onu kapatma çabalarının altında da “hükumet”lerin
sorumlulukları paylaşmama direnci yatıyor. “Ben de yapmam, kimseye de yaptırmam” diyor.
Akıl Yaşta Değil Baştadır
Yalnızca çalışan çocuklar değil, tüm çocuklar zor durumda. I.Türkiye Çocuk Hakları Kongresi çerçevesinde 81 ilin öğrenci ve çocuk meclisleri aracılığıyla 9-18 yaş grubunda 6230 çocuğun görüşü alınarak SESİMİZİ KİM DUYACAK ? adıyla Çocuk Vakfı Çocuk Akademisi ve Çocuk Hakları Okulu tarafından 2010 Çocuk Görüşü Raporu hazırlandı. Bu raporda çocukların dile getirdikleri eksiklikler, küreselleşmenin en önemli eksiğini dile getiriyor : İnsan özürlülük. Küreselleşme insanı görmüyor; sosyal politikaları da sözlükten siliyor.
Çocukların görüşleri arasında ilk sırada “sağlık hizmetlerinden yararlanma”, “yoksullara yardım korunma ve bakılmada ayrımcılık yapılmaması” ve “iyi bir eğitim istemi” yer alıyor.
Yine çocuklar şöyle diyor : Çocuk haklarına dayalı ülke ölçekli ve bütüncül bir çocuk politikamız yok.
İşte çok yerinde dört saptama… Hükumetin ve yurttaşlık örgütlerinin bu çocuklardan öğrenecek çok şeyi var. Onlar yarınlarının sorumluluğunu taşıyorlar ve geleceğin toplumunun da hangi ilkeler üzerinde temellendirilmesi gerektiğini biliyorlar : “Eşitlik, kardeşlik” temelinde sağlıklı ve iyi eğitilmiş kuşakların Türkiye’yi düze çıkaracağını biliyorlar.
İşte çocukların bugünün büyüklerince çalıştırılması olgusu da bu hedeflerle ters düşüyor. Çalışan çocuk, eğitimden koparılmış, eğitimine zaman ayıramayan çocuktur. Ona öğretilenler, yalnızca kopya edeceği işlerdir. Teknolojik sıçramalara ayak uydurmada, takım çalışması yapmada ve geleceğin toplumunu “hayal” etmede zorlukları vardır.
Bu düşüncelerle çocuklarımızın 23 Nisan bayramlarını kutlarken, bayram demeyip bu sevinçli günde de çalışmak zorunda bıraktığımız çalışan çocuklarımızdan özür dilemek isterim.
* Prof. Dr., Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü – İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)