Bu sayımızda, çok önemli bir sosyal hekimlik sorunu olan öğrenci sağlığı konusuna dikkat çekmek istiyoruz. Yaşama ve öğrenim koşulları, yalnızca üniversite ya da ilk öğretim öğrencilerinde değil, tüm öğrencilerde büyük yaralar açar. Koruyucu hekimliği, yalnızca bedensel sağlığı korumak olarak algılamıyoruz. Koruyucu hekimlik, aynı zamanda, ruhsal ve sosyal yönden iyilik halini de kapsar. Yazarlarımız bu yaklaşımla, çocukların ve gençlerin yaşama ve öğrenim koşullarını irdelemeye çalıştılar. Öğrenci gençliğin sorunlarını irdeleme çabasına girdiler. Bu çalışmaların bir başlangıç olmasını ve bu alanda daha derin ve daha geniş çapta araştırmalarla, karar alıcılara yol göstermelerini diliyoruz. Karar alma konumunda olan yetişkinlerden de, bu araştırmalar ve gençliğin istemleri doğrultusunda, onların, yaşama ve öğrenim koşullarını geliştirmek için var güçleriyle çalışmalarını bekliyoruz.
Üniversite Öğrencilerinin Yaşama ve Öğrenim Koşulları (1)
- Gürhan FİŞEK*
İş Kur istatistiklerine baktığımızda işsiz kalmamanın yolunun üniversiteden geçtiği görülmektedir. Çünkü, üniversiteyi bitirmemiş kızların %70’i, erkeklerin %30-40’ı çalışma yaşamının dışında kalmaktadır. Buna karşın, üniversiteyi bitirenlerde bu oran neredeyse yarı yarıya farklıdır.
Üniversiteye gelene kadar öğrencilerin çektikleri zorluklar birçok araştırmaya konu olmuş ve bizim çalışmamızın dışındadır. Burada önemli olan bin bir emek ve zorlukla üniversiteye gelen ve istihdam edilme olasılığını yükselten gençlerin, eşit koşullarda yarışmalarını sağlamak ve yetilerini en etkin düzeyde geliştirmelerinin sağlanmasıdır. Bu süreçte yeni yeni yetilerini keşfetmelerinin ve bunu işlemelerinin sağlanması da yer almaktadır. Bu açıdan bakıldığında, üniversite öğrencilerinin yetiştirilmesi süreci, bireysel kazanımlar ve hedefler içermekle birlikte, kesinlikle toplumsal bir süreçtir ve toplum yararına büyük kazanımlar getirmektedir.
Toplumun bu süreçteki aksaklıklara ve öğrencilerin yaşama-öğrenim koşullarındaki kötülüklere kayıtsız kalması birkaç yönden topluma zarar vermektedir:
(1) Öğrencilerin niteliksel gelişmelerinde eksiklikler kabarmaktadır.
(2) Öğrenciler, bu süreçte tek başlarına ayakta durduklarını sanmakta, toplumsal katkıyı fark edememekte; kazanımlarını da bireysel olarak değerlendirmeleri gerektiği sonucuna varmaktadırlar.
(3) Öğrenim sürecinde toplumla karşılıklı sorumluluk paylaşımının yok olmasına bağlı olarak beyin göçü fikri egemenlik kazanabilmektedir. Bu toplumun dinamizminin yitirilmesidir. Zararı, parayla ölçülemez.
Toplumun bu süreçteki aksaklıklara ve öğrencilerin yaşama-öğrenim koşullarındaki kötülüklere kayıtsız kalması birkaç yönden öğrencilere zarar vermektedir:
(1) Koşullarını geliştirmek için ücretli bir işte çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Gelir elde etmeye ayrılan zaman, onun hem dinlenmesinden, yeni yetilerini fark etmesinden; hem de derslerine yeterli zamanı ayırmasından çalmaktadır.
(2) Sosyal ve psikolojik sorunlar içerisine itilmekte ve bu da bir yandan ruh sağlığını bozarken, öte yandan da eğitim performansını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu süreçte sağlık yoksunluğundan, yitip giden öğrenciler olmaktadır.
(3) Gerek arkadaşlarıyla ve gerekse öğretmenleriyle etkileşmesi için kaçınılmaz olan okul ortamından uzak kalabilmekte ve devamsızlık yapmaktadır.
(4) Farklı ve sınırlı arkadaşlıklar geliştirmektedir.
Yöntem:
Öğrenci sağlığı üzerine hazırladığımız 16 soruluk açık uçlu anket formu aracılığı ile üniversitelerin rastgele seçtiğimiz sosyal bilim öğrencilerinin okuduğu sınıflardaki tüm öğrencilerin deneyimlerini öğrenmeye giriştik. Daha sonra verilen yanıtları sınıflandırarak, çoktan seçmeli hale getirdik ve ilgili kutulara yerleştirdik. En sonunda ulaştığımız anket formu (çoktan seçmeli) ekte gösterilmektedir.
Araştırmamıza 113 öğrenci katıldı. Bunların 56’sı kadın, 57’si erkekti. Yaşları 19-22 arasındaydı. Öğrenci sağlığını değerlendirebilmek için, “Yaşam Düzeyi Birleşik Gösterge Puanı” adıyla bir değişken oluşturduk. Bu puanı oluşturan göstergeler şunlardı:
- Barınma
- Beslenme
- Temizlik
- Kalabalık ortamlar
- Stres
- Eğitim gördüğü yerin koşulları.
Her bir göstergeyi “olumlu, ılımlı, kötü” olmak üzere üç kümeye ayırarak puanladık. Düşük puanlar iyi, yüksek puanlar kötü yaşam koşullarını anlatmaktadır. Bu verileri hem tek tek, hem de birleşik bir gösterge olarak, değerlendirmemizde kullandık. Bazı sorulara doyurucu ya da yeterli sayıda yanıt almamış olmamız dolayısıyla onları, anket formunda belirtmiş olmamıza karşın, değerlendirme dışı bıraktık.
Bulgular ve Değerlendirme:
Okurun kendi özgün değerlendirmesini yapabilmesi ve tanımlayıcı olma çabasından tabloları olabildiğince ayrıntılı vermeye çalıştık.
Yaşam düzeyi puanları üç kümede toplanmıştır :
- 6-10 arası : 43
- 11-14 arası : 51
- 15-18 arası : 17
Yaşam düzeyi puanının, orta dilimde yer alması, öğrenci başarısının da düşmesine yol açmaktadır. Bu aynı zamanda, öğrencinin kendi sorunlarına gömülmesine yol açmakta ve gelişmesini olumsuz etkilemektedir.
Öğrenci başarısını etkileyen önemli etmenlerden biri de “okul dışı zamanlarda çalışması”dır. Tıpkı çocuk işçilik olgusundan olduğu gibi, gencin öğrenimini olumsuz etkileyen her çalışma zararlıdır. Ama unutulmamalıdır ki, genci yoksunluk içine iten yaşam koşulları da, hem onun öğrenimini etkilemektedir; hem de yarınını.
Öğrencilerin okul dışı zamanlarda çalışması, beş kümede toplanabilir :
- Çalışmıyor : 84
- Arada sırada çalışıyor : 6
- Yaz aylarında çalışıyor : 8
- Yalnızca hafta sonlarında çalışıyor : 6
- Yaz kış her gün çalışıyor : 9
Bu sıralamada risk, alt basamaklara doğru indikçe artmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, öğrencilerin % 8’i öncelikli olarak ilgilenilmesi gereken risk grubunu oluşturmaktadırlar. Bu öğrenciler, aynı zamanda yaşam düzeyi puanı açısından bakıldığında da, yine olumsuz konumda bulunmaktadırlar.
Yaşam düzeyi birleşik gösterge puanı ile öğrencilerin çalışma durumu eşleştirildiğinde, şu tablo ortaya çıkmaktadır (TABLO 1). Burada da görüldüğü gibi yaşam düzeyi puanı “olumlu” olanların %81’i, “ılımlı” olanların %73’ü ve “kötü” olanların %60’ı çalışmamaktadır. Bu karşın yaz-kış her gün çalışanların yaşam düzeyi kümelerine göre dökümü, ters yöne dönmektedir (olumlularda %8, ılımlılarda %6 ve kötülerde %13).
TABLO 1 Yaşam Düzeyi Birleşik Gösterge Puanı ile Ücret Karşılığı Çalışmak Zorunda Kalmak Arasındaki İlişki
Çalışmak zorunda olanların, “birleşik yaşam düzeyi puan”ları arasında derin farklılıklar bulunmaktadır. Çalışmayanların %34’ü yüksek yaşam düzeyi dilimindeyken; çalışanların ancak %20’si yüksek zaman diliminde yer alabilmektedir. Tam tersine, çalışmayanların, % 11’i en düşük yaşam düzeyi diliminde yer alırken; çalışanlardan bu dilimde yer alanların oranı %20’dir.
Yaşam düzey puanı cinsler arasında farklılık göstermektedir. Erkeklerin % 38’i olumlu koşullarda yaşadıklarını söylerken, kadınlarda bu oran %50’ye çıkmaktadır. Erkeklerde yaşam koşulları göstergesi, daha çok ılımlı dilimde toplanmaktadır (% 47).
Her bir yaşam göstergesine tek tek baktığımızda elde ettiğimiz sonuçlar şöyle :
Öğrencilerin barınma koşullarında zorluk vardır. Öğrencilerin %39’u zorluk olduğunu söylemiş; bunlara ek olarak %19’u zorluk olduğunu ama büyütmemek gerektiğini belirtmiştir. Ailelerinin yanında kalan %47’lik öğrenci diliminde, zorluk olduğunu söyleyenlerin oranı %28’e, bunu büyütmemek gerektiğini söyleyenlerin oranı %11’e düşmektedir.
“Yaşam göstergeleri puanı” daha olumlu olanların (6-10) çoklukla ailesiyle birlikte yaşıyor olması (%18) da önemli bir yol göstericidir (Olumlu yaşam göstergesi belirtenlerin üçte ikisi ailesiyle yaşamaktadır). Demek ki, öğrenci sağlığı için atılması gereken adımlar düşünülürken, bu çözümün dışındaki her bir çözüm girişimi, yaşam göstergeleri bakımından gözden geçirilmek zorundadır.
Öğrencilerin beslenme koşullarında yetersizlik vardır. Öğrencilerin %22’si beslenmesini bozuk, % 38’i orta-karar (ılımlı) olarak tanımlamıştır. Barınma koşulları gibi, beslenme durumu da, okul başarısıyla doğrudan ilişkisi kurulması gereken göstergelerdendir. Öğrencilerin, ailesiyle birlikte kalanların ancak % … ‘nin ılımlı ya da yetersiz beslenmeden söz ediyor olması; öğrencilerin bu sorunu aşmak için ancak kent dışındaki ailelerinin yanına gitmeyi beklemeleri gerektiğini bize düşündürmektedir. Bununsa nefis körletme anlamında bir katkı dışında, öğrencinin yaşamına ve okul başarısına bir etkisi olamayacağı açıktır.
Bir başka göstergemiz olan temizlik ise, öğrencilerin üzerinde çok durdukları ve kendilerini çözmeye zorunlu hissettikleri sorunlardandır. Verilen yanıtlara göre, öğrencilerin %57’si içinde bulundukları ortamın temizliğini “çok iyi” olarak nitelemiştir; ılımlı diyenler %26 ve kötü diyenler ise %9’dur.
Kalabalık ortamlar öğrencileri etkilemektedir. Kalabalıklardan etkilenmediğini söyleyen 29 öğrencinin, bütün içindeki payı 28’dir. Buna karşılık ılımlı etkilenenler %41 ve çok etkilenenler % 31’lik payla daha geniş bir öğrenci toplululuğunu ilgilendirmektedir.
Stres ise öğrencilerinin yaşamının neredeyse ayrılmaz bir parçasıdır. Stres içerisinde olmayanların, bütün içindeki payı ancak% 8’dir. “Var ama ara sıra” diyenler, %54 ve “aşırı stresteyim” diyenlerin oranı ise %39’dur. Stresin önemli göstergelerinden biri de, yaşamsal işlevlere ne ölçüde etki ettiği konusudur. Anketi yanıtlayan öğrencilerimizin, ancak %35’i uyku düzeninin doğal ritminde olduğunu söylemiştir. Bu da diğer olumsuzluklarla, stres varlığının da, koşut bir giriş gösterdiğini ortaya koymaktadır.
Stres ile uyku durumu arasında bağ olup olmadığı da araştırılmıştır. Stres ile uyku düzeni arasında bağ vardır. Stresi olmadığını belirtenler arasında uyku sorunu yaşayan ancak üçte birdir. Buna karşın, “ara-sıra” stres içine girdiğini söyleyenler.
Uyku düzeninin bozuk olduğunu söyleyenler tüm araştırma toplumu üzerindeki oranı % 28’dir. Hem uyku düzeni bozuk hem de aşırı stres içerisinde olduğunu söyleyenlerin tüm araştırma toplumundaki payı % 18 ve uyku düzeni bozuk olanlar içerisindeki payı ise, %63’tür. Bu veriler, stres ile uyku düzeni arasındaki, beklenen ilişkiyi doğrulamaktadır.
Örgün öğrenimden beklenen, öğrencinin, zamanının büyük bölümünü okulda sınıflarda geçirmiş olmasıdır. Bazı üniversitelerde devam zorunluluğunun olmaması, ya da öğrencilerde derse katılmama alışkanlığının yerleşmiş olması, eğitim ortamlarının değerlendirilmesinde, çoğunluğun büyük bir kaybının olmamış olmasına yol açmaktadır. Ama öğrencilere sorduğumuzda, ancak dörtte bir, eğitim ortamlarından hoşnut olduğu söyleyebilmektedir. Buna karşın, “çok iyi” olmasa da yeterli görenlerin oranı %61’dir. Bu saptama, neyse ki, bu konuda kaygılarımızı azaltmaktadır.
Öğrencilerin, sağlık hizmetlerinden ne ölçüde yararlandıklarını ortaya koyarken, ne yazık ki, öğrencilerde “koruyucu hekimlik bilinci”nin oluşmamış olduğunu da birlikte saptamaktayız. Çünkü sağlık hizmetlerinden yararlanıp yararlanamadıkları yönündeki soruyu, buna, yalnızca hastalandıklarında hatırladıkları bir “iyileşme” aracı olarak başvurduklarını söylemektedirler. Bu anlamda, soruyu “olumlu” yanıtlayanların oranı %80’e yakındır. “Son bir yıl içerisinde, üç günden fazla okula gidemeyecek ölçüde hasta olan ya da kaza geçiren”lerin sayısı ise yalnızca 9’dur.
Toparlarsak, öğrencilerin yaşama ve çalışma koşulları konusunda ipuçları veren bulguları bir tablo halinde görelim.
TABLO 2-B Öğrencilerin, Yaşam Düzeyi Değerlendirmelerine Temel Olan Göstergelerin Dökümü
Öğrencilerin yaşama ve öğrenim düzeyini belirleyen göstergelere tek tek bakıldığında öne çıkan iki olgu, barınma sorunu ve stres’tir. Stres ile uyku düzeninin yakından ilgili olduğu düşünülürse, soruşturmamıza katılanların %28’inin uyku düzenindeki bozukluktan söz etmiş olması da çok anlamlıdır. Diğer bir olumsuzluk ise, kalabalık ortamların öğrenciler üzerindeki olumsuz etkisidir. Yanıtların değerlendirilmesinde, “ılımlı+olumsuz”ları birlikte ele aldığımızda bu sıralamaya eklenenler eğitim ortamı ve beslenme olamaktadır. Buna karşın hastalandıklarında sağlık hizmetlerine erişimden, temizlikteki yetersizliklere yakınmalar sınırlıdır.
Öğrencilere, “öğrenci sağlığının geliştirilmesi ile ilgili önerileri sorulduğunda, öğrencilerin beşte biri sağlık hizmetleri alanında öneriler getirmektedir. Bu soruya verilen yanıtların tümünü bir arada görmek istersek, aşağıdaki tabloya göz atmamız gerekecektir:
TABLO 3 Öğrencilerin, Öğrenci Sağlığının Geliştirilmesi ile İlgili Önerilerinin Yaşam Düzeyi Birleşik Gösterge Puanına Göre Dökümü
Sorunun asıl sahibinin ürettiği çözümler hem “gündelik”tir ve hem de “olmazsa olmazları” içermektedir. Yukarıdaki önerilere bu gözle bakmalıdır. Gerçekten de, “beslenme, barınma ve sağlık” öğrencilerin de söylediği ve benim de paylaştığım gibi, işte bu iki ögeyi içinde taşımaktadır. Önerilerde ve uygulamada bu üç olgu üzerinde inatla ve kararlılıkla durulması zorunludur. Öğrenci sağlığında çıkış yolu buradadır. Ama bir yandan ankete katılan öğrencilerin söyledikleri bir yandan da gözlemlerimiz, bu üç göstergede de öğrencilerin bir geriye gidiş yaşadıklarını ortaya koymaktadır.
Değerlendirme ve Öneriler :
“Yetişkinlerden beklediğimiz tek şey empati. Kendilerini bizim yerimize koysunlar.” diye başlayan bir değerlendirmeye kulak verelim. Çünkü “suyun başını yetişkinler tutmuş”. Kararları veren onlar, toplumu yönlendiren ve yöneten onlar. Dolayısıyla ülkenin geleceği ve gençlerin sorunlarının çözümü onların elinde.
Üniversiteye ulaşmış bir genç ne ister? “Eş, iş, aş” diye özetleyeceğimiz üçlü hedef, yalnızca bireysel bir kurtuluş çabası değildir. Her gencin paylaşması dolayısıyla, bu hedef toplumsal bir karakter de taşımaktadır. “Eş ve iş” geleceği temsil ederken, “aş” bugünün sorunudur.
Yaptığımız soruşturmanın, öğrencilerin yaşamlarındaki olumsuzluklarda en büyük payı, “stres” almaktadır. Bugüne (barınma, eğitim ortamı, kalabalıklar) ve yarına (işsizlik) ilişkin kaygıların, bu stresin kaynağını oluşturduğunu görmekteyiz.
Kaygı ve korku, hem kişinin öğrenme ve gelişme sürecini etkiler; hem de sağlıklı kararlar vermesini engeller. Oysa ki, gençlerin öğrenim-gelişim düzeyleri ile bugünden verecekleri kararlar, onları, bir yaşam boyu etkileyecektir. Bundan daha büyük bir sorumluluk ve dolayısıyla stres kaynağı düşünülebilir mi?
İşte tam bu noktada yetişkinlere düşen, gençlerin yerine kararlar vermek ve yönetmeye çalışmak değil; kendi kararlarını sağlıklı bir biçimde verebilmeleri için, gençlerin, kaygı ve korkularını ortadan kaldırmaktır. Barınma-beslenme koşullarının düzeltilmesi, eğitim ortamlarının geliştirilmesi ve sessiz alanlar yaratılması o kadar zor mu?
Kendinden başkasını düşünmeyen, çıkar hesaplarını hep önde tutanlar için “zor” değil, ama gereksiz. Bizim böyle yetişkinlerle işimiz yok.
Ülkenin geleceğini düşünen ve insan haklarına saygılı insanlar olarak, yapmamız gereken bu olumsuzluklara dur demek ve durumu olumluya çevirmektir.
Zor Durumda Kalan Üniversite Öğrencileri
Özlem BAK, Guldauryen MANAKHMYET, Emre PARLAK, Sabriye TAMOL, Ömer YELLİ*
Zor durum değişken bir kavramdır. Herkes için aynı anlamı taşımadığı gibi, herkesin zorluklar karşısındaki davranışı da aynı olmuyor. Üniversite öğrencilerine yönelik uyguladığımız soruşturmalarda, bir yandan okullarında tutun uğraşı veren öğrencilerin bir yandan da öğrenim-dışı etmenlerle yüz yüze olan mücadelelerine açıklık getirmeye çalıştık.
Öğrencilerin kendi sorunlarına yaklaşımları …
Her şeyden önce, “sosyal güvenlik” diyebileceğimiz şemsiyenin çok dar ve öğrencilerin zor durumlarını kapsamaktan çok uzak olduğunu gördük. Çünkü, sosyal güvenliğin, yalnızca hastalanıldığında akla gelmesi ve herkesi kapsamaması kanıksanmıştır.
Sosyal güvenlikten öğrencilerin beklentisi sorulduğunda, 58 öğrenciden, 37’si “hastalandığında tedavi” isteğini dile getirmiştir. “Sosyal devlet olanaklarının sunulması” beklentisini dile getiren ise, yalnızca 8 öğrencidir.
Olağan gidişi içerisindeki bir yaşantı, insanın tek başına ayakta durabileceğini düşündürebilir. Ama insanın gücünü aşan, tek başına kaldıramayacağı durumlar vardır. Öyle ki, yalnız olmadığını bilmek bile, bazen büyük bir destektir. Algılar ve direnç, kişiye göre değiştiği gibi, yaşa göre de değişiklik gösterebilir. Biz 19-22 yaş dilimindeki üniversite öğrencilerine büyütecimizi yerleştirdik. Görüşülen her on öğrenciden 9’u “zor durum” yaşadığını söyledi. Tanımladıkları zorluklar şunlardı:
- Ailesinden uzak olmak
- Okulda derslerinde sorun yaşamak
- Ekonomik sıkıntılar
- Kız arkadaş bulamamak
Zor durumla karşılaştıklarında soğukkanlı davranıp davranmadıklarını sorduk. Bu soruya verilen yanıt, kişinin karakterine, deneyimlerine, yaşadığı yöreye göre değişmektedir. Ancak, ekonomik sıkıntıların daha büyük paniğe neden olduğu da sıklıkla görülmektedir. Zor durumda kalanların, yanlarında olmasını istedikleri dört şeyin ne olduğunu sorduğumuzda, ortaya çıkan sonuç şöyle: Arkadaş, aile, para, telefon.
Zor durumla karşılaştıklarında kime başvurduklarını sorduk. Verilen yanıtlar arasında “aile”sine başvurma başta gelmektedir. Bunun nedeni, öğrenci olmalarının yanında, hala gelenekçi toplumun özelliklerini taşımalarından kaynaklanmaktadır.
Zor durumda kalan kişiler, genellikle, hemen sevdikleri, güvendikleri insanları aramaya koyulurlar. Onların sesini duymak bile insanları biraz olsun rahatlatır. Özellikle bu insanların verecekleri öneriler, oldukça önemsenmektedir. Ama yine de, zor durumdan nasıl çıkacaklarına, öğrenciler, kendileri karar vermek istiyor; yaşamlarına karışılmasını istemiyorlar. “Düşünerek çıkış yolu bulup, doğru adımları atabiliriz” düşüncesi yaygın.
Buna karşın sosyal güvenlik sisteminden öğrencilerin yeterince haberdar olmadıkları da soruşturmada ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, “aile”sinden başka, başvuracak bir seçenek de bilmemektedir. Sosyal güvenlik bir “lütuf” olarak görülürken; bir insan hakkı olduğu göz ardı ediliyor.
Göz ardı edilen bir başka olgu da nimet-külfet dengesi … Öğrencilere, sosyal güvenlik sisteminde olumlu ve olumsuz buldukları sorulmuştur. Olumlu bulunanlar şöyle sıralanmaktadır:
- 18 yaşına kadar herkesin muayene olabilme olanağı
- Tedavi hizmetlerine kolay erişim • Özel hastanelerde muayene olanağı
- İlaçlarını her eczaneden alabilme kolaylığı. Olumsuzluklara gelince:
- Emeklilik sistemi ve emeklilik yaşı
- Sosyal güvenliği olmayanların durumu
- Bazı ilaçların SGK tarafından karşılanmaması
- Devlet hastanelerindeki yetersizlikler
- Eczanelerde ödenen hasta muayene ücretleri.
Öğrencilerin, sosyal güvenlik elde ettikleri her olumluluğun (nimet), mutlaka bir karşılığı olacağını ve bir olumsuzlukla (külfet) dengelenmesi gerektiğini düşünmemeleri şaşırtıcı. Yine şaşırtıcı olan, sağlık konusundaki istemlerin, hep hastalandıktan sonraki evreye yönelmiş olması. Hastalıklardan korunmanın olanaklı olduğunu düşünen yok gibi. Benzer bir şekilde, sosyal güvenliğin yalnızca “yoksul, muhtaç” olanları ilgilendirdiğini sanıyor. Bu dikkat çekici bir noktadır.
Türkiye’de öğrenimlerini sürdüren yabancı öğrencilere gelince …
Evinden uzakta olmak… Aynı ülkede olduğun zaman bile çekilmez olan bu olgu, yabancı bir ülkeden geldiğin zaman daha ağır geliyor. Onun için, Türkiye’de okuyan yabancı öğrencilere “zor durumda kaldığınız zaman …” diye başlayan bir soru sormak anlamsız geliyor; çünkü onlar her zaman zor durumda. Ama onların sorunlarını anlamaya çalışmak ve zor durumlarda nasıl çözüm yöntemleri ürettiklerini öğrenmek o derece anlamlı…
“Zor durumda kalınca neler yaparsınız?” sorusunu yanıtlayan 18-24 yaşları arasındaki 20 yabancı öğrenci, şu ülkelerden gelmişlerdi: Azerbaycan, Bangladeş, Moğolistan, Arnavutluk, Güney Kore, Türkmenistan, Almanya, Makedonya, Uganda, Afganistan ve Irak. Bu öğrenciler Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve ODTÜ’ye dağılmışlardı.
Soruşturmaya yanıt veren 20 yabancı öğrencinin 6’sı yurtta 14’ü arkadaşlarıyla birlikte evde kalmaktaydı. Evde kalanların üçte biri, yangın ve hırsızlıklara karşı önlem almışlardı.
Bu öğrencilerin 10’u burslu okumakta, 7’si ailesinden katkı almakta, 3’ü ise çalışarak (1’i geçmişteki çalışmasından edindiği birikimle) geçimini sağlamaktadır. Bunlara ek olarak 2 öğrenci de ek gelir elde edebilmek için çalışmaktadır. Yabancı öğrencilerin tümü, kamu sağlık olanaklarından karşılıksız yararlanabilmekteydiler; ama son iki ay içerisinde aylık 100 TL gibi bizim için büyük bir miktarda katkı payı uygulaması getirildiğini üzülerek görmekteyiz. Kendi ülkelerindeki sosyal güvenlik uygulamalarıyla Türkiye’deki karşılaştırıldığında, ikinciyi daha ileride bulanların sayısı 6/20’dir. Buna karşın, Türkiye’deki sosyal güvenliği yeterli bulanların sayısı da 6/20’dir.
Yabancı öğrencilerin, Türkiye’deki Sosyal Güvenlik Kurumu hakkında bilgileri azdır. Bunların yarısından azının sağlık hizmetlerinden hoşnut oldukları görülmüştür. Hastalandıklarında, pek çoğu, ilk başvurabilecekleri bir yakınları olmadığını, çevrelerinde ilaç topladıklarını ya da eczaneye başvurduklarını söylemektedirler. Çalışan bireyler, sosyal güvencelerinin olmadığı, başlarına gelebilecek kaza ve tehlikeden korunmak için önlem alamadıklarını belirtmektedirler.
Sonuç olarak …
Öğrencilerin sosyal güvenlik algıları ile bugün “zor” karşısında yaşadıkları arasında yakın bir ilgi vardır. Kendilerine bu ilişkinin gösterilmesi, değişimin kendilerine bağlı olduğu ve kimsenin “tek başına” ayakta kalamayacağının anlatılması gerekir. Yoksa “yaşadıkları yaşama ve öğrenim koşullarını” bile irdeleyemeyen, çıkış yollarını göremeyen bir öğrenci gençlik, ileride de bu aymazlığı sürdüreceklerdir. Zararı hepimize …