Büyüteç: Kaçak Göçmen İşçiler 

 

Bu sayıda kaçak göçmen işçileri büyüteç altına alıyoruz. Kaçak göçmenler eskiden olduğu gibi medyanın gündeminde yer almıyor. Bu durum, böyle bir sorunun ortadan kalktığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Kaçak göçler ve kaçak göçmen işçi istihdamı devam etmektedir.

Anadolu yüzyıllardır göçerleri konuk etmiş bir doğa parçası. Birçok büyük göçlerle karşılaşmış ve neredeyse yerli nüfusu aşan bu göçler, yönetime egemen olmuş. Bu benzeşik olmayan yapı, daha sonra imparatorlukların içerisinde yer alarak, farklı milliyetlerin hoşgörülmesini ve sistemle uyumlaşmasını da getirmiş. Bu bakımdan ister konaklamak amacıyla gelsin; isterse ve daha çok çalışmak ekmeğini kazanmak amacıyla gelsin; Türkiye’ye gelenler, ABD ve AB ülkelerinden farklı bir yaklaşımla karşılaşmaktadırlar. Bunun bir yönünü de Türkiye’nin komşu halklarla iyi geçinme ve hep iyi olarak anılma istemi oluşturmaktadır. Kötü anılmamak ve hep sevilmek beklentisinin kaçak göçmenlere karşı toplumsal davranışımızdaki yeri tartışılmalıdır. Türkiye’nin tavrında Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından birlikten ayrılan özellikle Türki Cumhuriyetlerle kurulmaya çalışılan ekonomik ilişkiler de etkili. Bu çerçevede söz konusu ülkelerden gelenlere esnek davranılıyor. Müslüman olanlara karşı da her zaman hoşgörülü olunduğu bir gerçektir.

Hiç kuşkusuz, bu hoşgörü ortamından yararlanarak, hem yasaları keyfi uygulamak adına, hem de işçileri ucuza-kötü koşullarda çalıştırmak adına sömürgen davranış sergileyenler de vardır.

Sorunun medyanın ve kamuoyunun gündeminden düşmüş olması bunun artık kanıksandığını göstermektedir. Biz kanıksamak niyetinde değil, elimizden geldiğince sorunun varlığına dikkat çekme çabasındayız. Kaçak göçmen kavramını kategorik bir ayrım olarak kullanıyor ve sınıfsal bir bakışla, tek geçim aracı emek olan insanların haklarının gasp edilmesine karşı çıkıyoruz.    

 

 

‘Kaçak’ Göçmen Kavramı Üzerine….

İnsanoğlu dünyaya kendi isteğiyle gelmemektedir. Dünyaya kendi isteğiyle gelmediği gibi, geldiğinde dünyanın neresinde yaşamını sürdüreceğine, hangi ülkenin vatandaşı olacağına, hangi ırk ya da etnik kökene mensup olacağına da kendisi karar vermemektedir. Bir kez dünyaya geldikten sonra onu çevreleyen iki temel sınır bulunmaktadır. Birincisi, fiziksel doğanın koyduğu sınırdır. Bu, insanoğlunun dünya gezegenini terk edip başka bir gezegene gitmesini engellemekte ve dünya gezegeni üzerinde de maddesel olarak kendini yeniden üretmesini zorunlu kılmaktadır. İkincisi ise, günümüz dünyasında egemen olan ve ulus devlet biçiminde örgütlenmiş bulunan siyasal-ekonomik yapılanmanın koyduğu sınırdır. Bu ise, insanları, maddi yaşamı sürdürme olanaklarına sahip olmasalar da, dünyaya geldikleri coğrafyada yaşamaya zorlamaktadır. Kapitalizmin coğrafi düzeyde eşitsiz gelişmesi, geri kalmış bölgelerdeki insanların -doğal evrim süreci sonunda yaşamları sonlanmadan- maddesel yaşamlarını sürdürmesini olanaksızlaştıran iki tehlike doğurmaktadır: Birincisi savaş, etnik-dinsel çatışmalar vb nedenlerle maddesel yaşamın tehlikeye girmesi, ikincisi gerekli tüketim maddelerine erişememe nedeniyle oluşan tehdit. Bu tehlikeleri yok etmek için coğrafi hareketlilik bir zorunluluk olmaktadır. Ancak, geri kalmış bölge insanları bu tehlikeleri aşmak için yola koyulduklarında, yukarıda sözü edilen ikinci sınır kendilerini çevrelemekte ve onları engellemektedir. Maddesel yaşamını sürdürmenin yollarını arayan bu insanlar, sınır denetimlerini kıran ve yasalara aykırı davranan “kaçaklar” olarak damgalanmaktadır. Kaçak damgasını yedikten sonra da mevcut yasaların kapsamı dışında tutulmakta ve aykırı davranışları gereği cezalandırılmaları meşru görülmektedir. García Hernández’in(1)  ve Rachleff’in(2)  de dediği gibi, aslında “hiçbir insan/insanoğlu yasa dışı değildir”,(3)  onu yasa dışı ilan eden, yine kendi ırkının egemenlerinin koyduğu kurallardır.

Kaçak göçler, bu göçlerin yönelik olduğu ülkeler ve uluslararası kuruluşlar tarafından tahmini olarak verilen istatistiklerde milyonlarla ifade edilmektedir. Bir ülkenin sınırlarından milyonlarca insanın kaçak olarak girmesi ve kaçak olarak yaşamını sürdürüp çalışıyor olmasına inanmak olanaklı değildir. Bu durumun, düşük ücretli iş gücüne olan talebi karşılamak için yapılan bir manipülasyon olduğu görüşü ileri sürülebilir. Yasa dışı ilan edilip kaçak damgasını yemeleri, onlardan beklenen çıkarın en üst düzeye çıkarılması içindir. Kaçak olarak damgalanmaları, bu insanların, köleliği andıran koşullarda yaşamalarına ve çalışmalarına yol açabilmektedir. Kaçak olarak adlandırılan bu göçmenler, insan kaçakçıları ya da insan tacirlerinin ağına düşüp bir meta gibi alınıp-satılabilmekte, işverenlerle herhangi bir hukuksal zemini olmayan tam bir bağımlılık ilişkisi içinde çalışmak zorunda kalabilmektedir.

Kaçak konumdaki göçmen işçilerin istihdamında, taraflar arasında herhangi bir pazarlık söz konusu olmamakta ve devletin de görmezden gelmesiyle, işveren diktasına dayalı bir iş ilişkisi ortaya çıkmaktadır. Kölelikte belirleyici, yani köleleri kölelik koşullarında yaşamlarını sürdürmeye zorlayan unsur mülkiyet ilişkisi –efendinin kölesinin mülkiyetine de sahip olması- iken, kaçak konumdaki göçmen işçilerde belirleyici unsur, onların yasa dışı konumudur. Yasa dışı konumları, onları savunmasız bırakarak her tülü sömürüye açık hale getirmektedir. İşverenler, bu durumdan yararlanarak bu işçileri kendilerine bağımlı kılmaktadır.

Kaçak göçmen işçilerin çalışma koşulları (4)

Şimdi buraya kadar söylediklerimizi, Türkiye’de inşaat sektöründe çalışan kaçak göçmen işçilerin çalışma koşulları üzerinden, daha somut bir düzlemde ortaya koymaya çalışalım. Türkiye 1990’ların başlarından itibaren uluslararası kaçak iş gücü göçleri almaya başlamıştır. Bu iş gücünün büyük bölümü, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından birlikten ayrılan ülkelerden gelmektedir. Göçmenlerin çalışmak için Türkiye’ye gelmelerinde Türkiye’nin bu işçilerin geldiği ülkelere yönelik esnek vize rejimi uygulamaları kolaylaştırıcı rol oynamıştır. Türkiye’nin uyguladığı esnek vize rejimini, bu ülkelerle kurulmaya çalışılan büyük çaplı ticari, ekonomik ve sosyal ilişkilerin bir parçası olarak görmek gerekmektedir. Türkiye’ye kaçak göçmen işçilerin gelişi, işveren çevrelerinin işçi ücretlerindeki tarihi artışlar karşısında ucuz iş gücü arayışı ile de zamansal olarak kesişmektedir.

İnşaat sektöründe yaptığımız saha araştırması, bu sektörde ağırlıklı olarak Müslüman-Türk kökenli göçmen işçilerin çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Kaçak göçmen işçiler emek-yoğun niteliksiz işlerde çalıştırılmaktadır. Bu işçiler daha ucuza çalıştıkları, daha doğrusu çalışmak zorunda oldukları için yerli işçilere tercihen işe alınmaktadır. Kaçak göçmen işçilerin bir kısmı Türkiye’ye yasa dışı yollardan gelirken, bir kısmı Türkiye’nin bunların geldiği ülkelere uyguladığı birkaç aylık vizesiz giriş olanağından yararlanarak turist konumunda gelmektedir. Bunlar da yasal süresi içinde geri dönmeyerek yasa dışı konuma düşmektedir. Görünürde turist olan bu işçilerin pasaportlarına çoğunlukla işverenler el koymaktadır. Kaçak göçmen işçiler, herhangi bir pazarlık gücüne sahip olmadığından işveren tarafından sunulan koşullarda çalışmaya razı olmaktadır.

İşverenler kaçak göçmen işçileri görünürde gündelik yevmiye ile çalıştırmakta ancak, yevmiyeyi hak etmek için günlük verilen belli bir iş miktarının bitirilmiş olması gerekmektedir. Bu da, gerçekte bu işçilerin parça başı çalıştırıldığı anlamına gelmektedir. Verilen günlük iş miktarının bitirilmesi çoğunlukla gece geç saatlere kadar çalışmayı gerektirmektedir. İnşaat sektörünün doğası göz önüne alındığında, kaçak göçmen işçilerin insan gücünün kapasitesinin sınırlarını zorlayan bir çalışma düzeninde çalıştırıldığı söylenebilir. İşverenler çoğunlukla işe başlarken taahhüt ettiği ücreti de ödememektedir. Kaçak göçmen işçiler buna karşı herhangi bir mücadele aracına ve koruyucu mekanizmaya sahip değildir.

Bu işçiler insanlık dışı koşullarda barınmakta ve yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadır. İnşaatların bir köşesinde ya da derme çatma kulübelerde veya da ormanlık alanlarda banyo ve tuvalet gibi temel altyapıdan bile yoksun koşullarda barınmaktadırlar. Çok ağır ve yorucu işlerde çalışmalarına rağmen son derece kötü ve dengesiz beslenmektedirler. İş dışında uyumaktan başka bir şeye ne zamanı ne de olanağı bulunan bu işçiler adeta bir iş hayvanına indirgenmiş durumdadır. Bu satırları yazmaktaki amacım ajitasyon yapmak değil, yalnızca çıplak gerçekliği dile getirmek…

Dipnotlar 

(1) García Hernández César C., (2008), “No Human Being is Illegal,” Monthly Review, Volume 60, Number 2, pp. 23-31.

(2) Rachleff Peter, (2008), “No Human Being is Illegal,” >http://www.zmag.org/znet/ viewArticle/18264<.

(3) Bu ifadenin -hiçbir insan/insanoğlu yasadışı değildir (no human being is illegal)- 2006 yılında, ABD’de, sokaklara dökülen göçmen işçilerin kullandığı bir slogan olduğunu belirtmek gerekir.

(4) Burada aktardığım bilgiler “Türkiye’ye Yönelik Düzensiz Göçler ve Göçmenlerin İnşaat Sektöründe Enformel İstihdamı” başlıklı doktora tezim için yaptığım saha araştırmasına dayanmaktadır.

*  Dr., Cumhuriyet Üniv. İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü / Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü

 

——-

 

Türkiye’nin “Görünmeyen” Emekçileri: Yabancı Göçmenlerin Çalışma Hayatlarına Genel Bir Bakış

 

GİRİŞ:

Türkiye, 1990’lara kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanlar ve Kafkasya’daki eski topraklarından gelen göçmenlerin iskân edilmesi deneyimlerini yaşamıştır. Devletin çeşitli kurumlarının ev, toprak veya iş bulma konusunda yardımcı olduğu, Müslüman ve Türk kökenli bu göçmenlerin çoğunluğunun belli süreler sonunda Türk vatandaşlığına geçtiği bilinmektedir (Tekeli, 1990). 1990’lardan itibaren ise farklı kimliklere sahip göçmen grupların, Asya, Orta Doğu ve Afrika’nın çeşitli ülkelerinden gelerek, bazen kısa bazen de uzun süreli olarak Türkiye’ye yerleşmeye başladıkları görülmektedir. Yeni küresel kapitalist sistemin yarattığı yoksulluk, sözü geçen bölgelerdeki savaşlar, iç çatışmalar, Sovyetler Birliği’nin dağılması bu bu grupların Türkiye’ye gelmelerinin başlıca nedenlerindendir. 1980’lerden itibaren Türkiye’nin esnekleşen sınır politikaları ve Türkiye ekonomisinin enformel sektörün önemli bir yer tuttuğu ihracata dayalı büyüme modeline geçmiş olması, uluslararası göçmenlerin gelişini özendirmiş diğer faktörlerdir (Erder, 2000). Türkiye’ye çalışmak veya iltica başvurusu yapmak üzere gelen göçmenlerin önemli bir kısmı, ya sınırları yasal olmayan yollardan geçmekte, ya yasal vize sürelerini aşmakta, ya da oturma ve çalışma izinlerini alamamaktadır. Türkiye’deki düzensiz göçmenlerin kesin bir sayısını vermek mümkün değildir. 1995-2005 yılları arasında, Türkiye sınırlarına giriş yaparken veyahut Türkiye sınırları içinde gerekli yasal belgeleri olmamaları nedeniyle tutuklanan 566.552 göçmen (İçduygu, 2006), Türkiye’deki bütün düzensiz göçmenlerin sadece bir kısmını oluşturmaktadır. Gerekli yasal belgelerinde eksiklikler olan göçmenler için İngilizce akademik yazında kullanılan “irregular migrant” kavramının Türkçe’deki karşılığı olan “düzensiz göçmenler” bu göçmenleri tanımlamak için kullanılabilir. Akademik yazında, basında ve gündelik dilde sıklıkla kullanılan “kaçak” kavramının içerdiği pejoratif anlamdan dolayı böyle bir kullanım daha yerinde gözükmektedir. Sonuç olarak bu göç hareketleri, yasal haklardan yoksun ve sosyal güvence olanaklarından yararlanamayan düzensiz göçmenlerin yaşadıkları mağduriyetleri hem insani hem de siyasal bir tartışma haline getirmektedir (Lordoğlu, 2010). Bu yazıda, Türkiye’deki düzensiz göçmenlerin çalışma hayatlarına ilişkin genel bir resim çizilmeye çalışılacaktır. Yazının sınırlarını aşmamak adına, yalnızca İstanbul’daki düzensiz göçmenler mercek altına alınacaktır. Aşağıdaki paragraflarda, öncelikle yabancı göçmenlerin hangi iş kollarında, ne gibi koşullarda çalıştığı tartışılacak; sonrasında, bu göçmenlerin çalışma hayatlarında devletin farklı kurumlarıyla ne gibi karşılaşmalar yaşadıkları ve yasal haklarının boyutları ortaya konulacaktır. Sonuç kısmında ise, konuyla ilgili genel bir değerlendirme yapılacak ve bazı öneriler sunulacaktır.

İŞ PİYASALARINDA DÜZENSİZ GÖÇMENLER 

İş piyasalarındaki yabancı göçmenlerin konumlarını incelerken, Türkiye’ye farklı nedenlerle ve çeşitli amaçlarla gelen düzensiz göçmenleri tek bir grup gibi düşünmemek önemlidir. Türkiye’deki düzensiz göçmenler, geliş nedenleri, yasal konumları ve ileriye dönük amaçları açısından iki grup olarak düşünülebilir. Çoğunlukla Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Irak, İran ve Somali gibi ülkelerden can ve mal güvenlikleri olmadıkları için gelen, belirli bir süre Türkiye’de durduktan, Türkiye’yi bir “ara durak” olarak kullandıktan sonra göç süreçlerine devam etmek isteyen göçmenler birinci grubu oluşturmaktadır. Bu göçmen gruplardan bazıları Batı ülkelerine “mülteci” statüsü alarak gitmeyi planlamakta; bu amaçla da Birleşmiş Milletler İltica Yüksek Komiserliği’ne başvurmaktadır (Kirişçi, 2003). Bazıları ise, yasal olmayan yollardan canları pahasına sınırları geçip, Avrupa ülkelerine yerleşmeye çalışmaktadırlar. Öncelikli göç nedenleri Türkiye’de çalışma yaşamına girmek olmamasına karşın, geçim zorlukları bu göçmenleri kısa süreli işlerde çalışmaya itmektedir. Bir diğer göçmen grubunu ise Romanya, Moldova, Rusya, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan gibi eski Sosyalist Bloğu ülkelerinden Türkiye’ye belirli bir süreliğine çalışmak için gelen göçmenler oluşturmaktadır. Sözü geçen ülkelere kolay vize verildiği için, sınırları yasal yollardan geçen bu göçmenlerin çalışma yaşamlarını gerekli yasal belgeler almadan ve bir süre sonra da vize sürelerini aşarak sürdürmeleri, oldukça olağan bir durumdur. Bu ülkelerden gelen göçmenler arasında, belirli miktarlarda para biriktirdikten sonra ülkelerine dönmeyi amaçlayanlar çoğunluğu oluşturmaktadır.

Bu noktada yazının odağını, düzensiz göçmenlerin uğrak noktalarının başında gelen İstanbul’a çevirmek uygun düşecektir. Bu büyük kentin ekonomik yaşamının farklı iş kollarında çalışan düzensiz yabancı göçmenler, yazının başlığında da ima edildiği üzere, belirli birkaç semt dışında fazla kamusal alanda görülmemektedirler. Yapılan akademik çalışmalar (İçduygu, 2004), göçmenlerin çoğunlukla tekstil/hazır giyim, metal, inşaat, ev hizmetleri, otel-lokanta, eğlence ve fuhuş gibi sektörlerde çalışmakta olduğunu göstermiştir. Konuyla ilgili ayrıntılı ve kapsayıcı istatistikler bulunmamakla birlikte, bu çalışmalarda bazı eğilimler ortaya çıkabilmiştir. Her sektörün farklı özellikleri olmakla birlikte, göçmenlerin çoğunluğunun iş deneyimlerini, yoğun iş yükü, uzun çalışma saatleri, iş güvencesizliği, düşük ücretler ve sosyal hakların olmayışı gibi olgular belirlemektedir. Bu koşullar piyasanın dinamiklerine göre zaman zaman daha da zorlaşabilmekte veya iyileşebilmektedir.

İstanbul’daki düzensiz göçmenlerin çalışma yaşamlarıyla ilgili önemli bir nokta, göçmenlerin farklı iş kollarında dağılımlarının onların etnik kimlikleri ve toplumsal cinsiyetleriyle yakından ilişkili olduğudur. Bu dağılımı kısaca açıklamak olanaklıdır: Azerbaycan, Özbekistan ve Irak’tan gelen erkek göçmenlerin inşaat ve gıda gibi sektörlerde yoğunlaştığı görülmektedir. 1990’larda tekstil ve hazır giyim sektörlerinde sıklıkla rastlanan Moldovalı ve Romanyalı erkek işçiler yerlerini son yıllarda Kırgız, Özbek ve Türkmen erkek göçmenlere bırakmıştır. Nakliyat sektöründe Moldovalı ve Azeri erkek göçmenler çalışmaktadır. Zeytinburnu’nda imalatla ilgili işlerde Afgan erkek göçmenlerin bulunduğu bilinmektedir. Moldovalı ve Ukraynalı kadın göçmenlerin, otel ve eğlence sektörlerinde seks işçisi veya hazır giyim sektöründe tezgâhtar olarak çalıştığı görülmektedir. Azeri ve Gürcü kadın göçmenler ise, Moldovalı göçmenlerle birlikte İstanbul’un orta- üst sınıflarının evlerinde bakıcı ve hizmetçi olarak çalışmaktadırlar. Bu işkolları düzensiz göçmenlerin en çok çalıştıkları alanlar olmasına karşın, geçim zorlukları göçmenleri, İstanbul’un değişik semtlerinde umulmadık işler yaparken karşımıza çıkartabilmektedir. Kucaklarında taşıdıkları tezgâhlarla sokaklarda saat satan Nijeryalı ve Ganalı erkek göçmenlerin, otoparklarda araba yıkayarak geçinen Ukraynalı erkek göçmenlerin veya Laleli’deki semt pazarında ülkelerinden getirdikleri şarküteri ürünlerini satmaya çalışan Moldovalı kadın göçmenlerin çalışma mekanları bu görünmeyen alanların sadece birkaç tanesidir.

DEVLET İLE KARŞILAŞMALAR VE YASAL HAKLAR  

Giriş bölümünde de belirtildiği üzere, 1990’lara kadar Türk vatandaşlığına sahip olmayan göçmenlerin iş piyasalarında varlığı kitlesel bir hal almamıştır. Bu nedenle de konuyla ilgili yasalar, farklı resmi kurumların yetki alanlarına girecek şekilde oldukça dağınık olarak kalmıştır. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinden başlayarak, uygulanmış bu yasalarda, göçmenlerin evrensel ölçütlere göre değil, etnik kimlerine göre sınıflandırılması söz konusu olabilmiştir. 2003 yılında yürürlüğe giren 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun ise getirdiği yeniliklerle, çalışma izinlerinin verilmesi konusunda çağdaş ve evrensel hukuk normlarının uygulanma şansını açmıştır. Ne var ki, bu yasanın da eski yasaların ayrımcı dilinden etkilendiği kısımlar bulunmaktadır. Örneğin, yasanın belli maddelerinde, 1981 tarihli ve 2527 sayılı Türk soylu yabancıların çalışmasını düzenleyen yasaya atıf yapılmakta; böylece “Türk Soylu” sayılan göçmenler Türk vatandaşı olmamalarına karşın yabancı olarak sayılmamaktadır. Böylelikle bu göçmenlerin yabancıların almak zorunda kaldığı gerekli çalışma belgelerini almalarına gerek kalmamaktadır. “Türk soylu” görülmeyen göçmenler bu avantajdan yararlanamamaktadır. Göçmenlerin çalışmasını düzenleyen bu yeni yasayla ilgili bir diğer sorun, yasanın 10 yıla yakın bir süre önce kabul edilmesine rağmen çalışma izni alarak çalışan göçmenlerin oranında büyük bir artışın hâlâ olmamasıdır. Yasanın uygulanmasında bazı sorunların olduğu açıktır. 2003-2006 yılları sadece 28.198 kişiye çalışma izin verilmiş; bu izinlerin de büyük bir kısmı yüksek nitelikli profesyonel göçmenlerce kullanılmıştır. Türkiye’deki yabancı göçmenlerin sadece %0.2’sinin çalışma izninin olduğu düşünülürse bu tespitin doğruluğu ortaya çıkacaktır. Kısacası, 2000’lerdeki yasal değişiklikler, bir yanda “Türk soyundan olmak” gibi objektif olmayan değerlendirme kriterlerini tam olarak ortadan kaldıramamış, diğer yanda da geniş göçmen kitlelerini yasal haklara kavuşturamamıştır (İçduygu, 2010).

Son yıllarda göç hareketlerinin artmasının dışında, Avrupa Birliği süreci Türkiye’nin göçmenlere yönelik yeni yasal düzenlemelere gitmesine neden olmuştur. 2005’te kabul edilen İltica ve Göç Ulusal Eylem Planı doğrultusunda, 2011 yılında Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu taslağı oluşturulmuştur. Bu taslağın yasalaşmasıyla birlikte, Türkiye tarihinde ilk defa yabancı göçmenlerin “entegrasyonu” sorunu resmiyete kavuşacaktır. Yasanın getireceği bir diğer yenilik, yabancı göçmenler üstüne uzmanlaşmış ve kapsayıcı bir kurum olması beklenen Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kurulacak olmasıdır. Yasanın bu haliyle kabul edilmesi durumunda düzensiz göçmenlerin çalışma yaşamlarına ne yönde etkileri olacağı, var olan mağduriyetlerin ne kadar giderilebileceği henüz kestirilememektedir.

Bütün bu yasal değişiklikler göçmenlerin çalışma yaşamlarına bazen doğrudan bazen de dolaylı yollardan yansımaktadır. Örneğin eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen göçmenlerin aleyhine işleyen vize değişiklikleri göçmen emekçilerin Türkiye ile kendi ülkelerine gidiş geliş sürelerine ilişkin yeni stratejiler izlemesine, böylelikle de iş yaşamlarında zorlanmalarına neden olmaktadır. Diğer yandan çalışma izni olmaksızın çalışan binlerce göçmenin devlet görevlilerince “gözetim” altında tutulduğu, çalışmalarına “göz yumulduğu”, zaman zaman yapılan baskınlarla da göz yummanın keyfi olarak askıya alındığı bilinmektedir. Takdir edilmeli ki, çalışma yasasının, birçok zorluğa katlanarak Türkiye’de çalışma yaşamlarına devam eden yabancı göçmenlerin mağdur edilmeden uygulanması önemli bir hedef olarak ilgili kesimlerin karşısında durmaktadır.

GENEL DEĞERLENDİRME 

Yukarıda ortaya konan tablo ile, Türkiye’deki düzensiz göçmenlerin çalışma yaşamlarına ilişkin genel bir resim çizilmeye çalışılmıştır. Türkiye’ye yönelik uluslararası göç hareketleri 20 yılı aşkın bir süredir çeşitlenerek sürmekle birlikte, bu hareketlerin dinamiği ABD ve Avrupa ülkelerinin yaşadığı deneyimlerden farklılaşmaktadır. Bu ülkelerdeki sermaye birikim süreçleri ve demografik özellikler sürekli yeni göçmen ihtiyacı doğurmaktadır. Türkiye’de ise, yüksek işsizlik oranları ve vasıfsız işçi gereksiniminin, Türkiyeli çalışanlarca karşılanması nedeniyle yabancı göçmen gereksinimi yapısal olarak bulunmamaktadır. Eğlence, fuhuş ve profesyonel ev/bakım hizmetleri gibi sektörler bu konuda istisna oluşturmakta, bu sektörlerde yabancı göçmen emeğine gereksinim duyulmaktadır. Özellikle kadın göçmenlerin tercih edildiği bu sektörlerde Türkiyeli kadın işçilerin çalışmayı tercih etmemesi, yerli ve yabancı işçiler arasında bir rekabetin doğmasını engellemektedir. Diğer iş kollarında ise, yabancı göçmen çalıştırmanın bazı avantajları olmasına rağmen, iş verenlerin “baskın” riski nedeniyle belirli bir sayının üstünde yabancı göçmen çalıştırmadıkları görülmektedir. Bu sektörlerde de yabancı göçmenler Türkiyeli işçilerin esaslı bir rakibi haline gelmemektedir. Bir diğer deyişle, basında ve sendikal çevrelerce dillendirilen, “yabancı göçmenler Türkiyeli işçilerin işini çalıyor” argümanları yeniden gözden geçirilmelidir.

Soruna, çalışanların en temel hakları kabul edilen, insani bir ücret ve çalışma koşulları, yasal güvenceler ve örgütlenme hakkı gibi boyutlardan bakıldığında, bu tablonun enformel sektörlerin farklı kademelerinde çalışan Türkiyeli emekçilerinkine benzer mağduriyetler yarattığını söylemek olası. Doğaldır ki, yabancı göçmenlerin çalışma izinlerinin öncesinde “vatandaşlık hakkı” ve “oturma hakkı” gibi yasal güvencelerden bile yoksun olmaları bu mağduriyetleri katmerlendirmektedir. Bu noktada, göçmen gruplar arasında gelinen ülke, geliş amacı ve sosyo-ekonomik farklılıklara dayanan önemli ayrışmaların bulunduğunu tekrar anımsamak önemlidir. Ülkesinden can güvenliği olmadığı için kaçan ve iltica etmek isteyen göçmenlerin, çalışma hayatında yaşayacağı mağduriyetler, ülkesine gidip gelme şansı olan göçmenlerden farklı boyutlar taşıyacağı aşikardır. Yine de, yazının başlığındaki “görünmeyen” emekçiler deneyimini, hem İstanbul’un belirli kamusal alanlarında “ürkekçe” de olsa kendini gösterebilen yabancı göçmenler, hem de kamusal alana çıkma durumu bile olmayanlar için beraber düşünmek yerinde olacaktır. Böylesine bir değerlendirme, farklı göçmen grupların deneyimlerine yönelik özgün politikaların gerekliliğini göstermektedir. Bu politika ve düzenlemelerin yalnızca devlet kurumlarının değil, sivil toplum örgütleri, sendikalar ve göçmenlerin kendi öz örgütlerinin katılımıyla yapıldığında etkili olacağı da unutulmamalıdır.

Yazının sınırları nedeniyle değinilmeyen bir diğer önemli nokta, yabancı göçmenlerin her zaman devlet ve işveren gibi aktörler arasında pasif, edilgen ve mağdur bir konumda olmadığıdır. Birçok çalışmanın gösterdiği gibi (Danış, 2006; Dağdelen, 2008), göçmenler bazen bireysel bazen de kolektif olarak iş koşullarına ilişkin hoşnutsuzluklarını işverene tepki göstererek veya işten ayrılarak gösterebilmektedir. Özellikle işveren için vazgeçilmez olan bazı yabancı göçmenlerin “pazarlık gücü” daha fazla olabilmektedir. Bu tarz “direniş stratejilerinin” var olan eşitsiz ve hukuksuz yapıyı değiştirmese de aktörlere belirli bir özgürlük alanı açtığını söylemek mümkündür.

BİBLİOGRAFYA 

Dağdelen,  G.  (2008). Changing   Labour   Market      Positions   and   Workplace   Interactions   of Irregular Moldovan Migrants: The Case of Textile/Clothing Sector in İstanbul, Turkey, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: The Graduate School of Social Science, Middle East Technical University.

Danış, D. (2006). ‘Integration in Limbo: Iraqi, Afghan, Maghrebi and Iranian Migrants in İstanbul. İstanbul: MireKoc Research Projects.

Erder, S. (2000). “Uluslararası Göçte Yeni Eğilimler: Türkiye Göç Alan Bir Ülke mi?”. Mübeccel Kıray için Yazılar, Fulya Atacan, Mehmet Türkay, Fuat Ercan, Hatice Kurtuluş (der.),  İstanbul: Bağlam Yayınları.

İçduygu, A. (2004). Türkiye’de Kaçak Göç. İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları.

İçduygu, A. (2006). The Labour Dimensions of Irregular Migration in Turkey. http://www.eui.eu/RSCAS/e-texts/CARIMRR2006_05_Icduygu.pdf [erişim tarihi:12.12.2007].

İçduygu, A. (2010). “Türkiye’de Uluslararası Göçün Siyasal Arkaplanı: Küreselleşen Dünyada Ulus-devleti İnşa Etmek ve Korumak”, Türkiye’ye Uluslararası Göç içinde, B. Pusch & T. Wilkoszewski (eds.). İstanbul: Kitap Yayınevi.

Kirişçi, K. (2003). “The Question of Asylum and Illegal Migration in European Union-Turkish Relations”. Turkish Studies, 4(1).

Lordoğlu, K. (2010). “Türkiye’deki Çalışma Hayatının Bir Parçası Olarak Yabancı Çalışanlar”, Türkiye’ye Uluslararası Göç içinde, B. Pusch & T. Wilkoszewski (eds.). İstanbul: Kitap Yayınevi.

Tekeli, İ. (1990). “Osmanlı İmparatorlu’ndan Günümüze Nüfusun Zorunlu Yer Değiştirmesi ve İskan Sorunu”, Toplum ve Bilim, No. 50.

*  Arş. Gör., Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü

 

————-

Eski Doğu Bloku Ülkelerinden Türkiye’ye Düzensiz Göç ve Kadın Emeği

 

Son yıllarda giderek göç veren ülke konumundan göç alan ülke konumuna doğru evrilmekte olan ülkemizde, göç hareketlerine kadınlar damga vurmaya başlamıştır. Sosyalist sistemin çöküşünün ardından ağır bir bunalıma sürüklenen Eski Doğu Bloku ülkeleri, 1990’lı yıllardan itibaren Türkiye’ye yönelen düzensiz göç akınlarının önemli kaynak ülkeleri haline geldiler. Söz konusu düzensiz emek göçünün başlıca iki özelliği, kadın göçmen oranının erkek göçmen oranından yüksek olması ile göçmenlerin güvencesiz ve düşük ücretli sektörlerde istihdamı olarak sıralanabilir. 2010 yılı ortası için Türkiye’ye gelen kadın göçmen sayısının 734.116 olduğu öngörülürken, bu sayının erkeklerde 676.831 olduğu öngörülmüştür (UN, 2009). Kadın göçmen sayısının göreli yüksekliği, kaynak ülkelerdeki sosyo-ekonomik koşullardan çok, ülkemiz iş gücü piyasalarındaki koşullarla açıklanabilir. Türkiye’de göçmen iş gücüne en yoğun talebin görüldüğü ev ve bakım hizmetleri, eğlence ve fuhuş sektörü, konfeksiyon gibi sektörler daha çok kadın iş gücüne açık olan cinsiyetlendirilmiş alanlardır. Bu alanların yanı sıra, gıda- lokanta, turizm ve tarım sektörlerinde de kadın göçmenler erkeklerle bir arada istihdam edilmektedirler.

Eski Doğu Bloku ülkelerindeki itici etkenler de kuşkusuz kadınların göç etme kararlarında belirleyici olmaktadır. Üniversite mezunu profesyonel meslek sahibi kadınlar, ücretlerinin temel yaşam giderlerini dahi karşılamaması nedeniyle göç etmeye karar verdikleri gibi, daha önce fabrika ve atölyelerde çalışan kadınlar da atölyelerin kapanması ile işsiz kalmaları ve tekrar iş bulamamaları sonucu göç kararı vermektedir. Topraktan eskisi gibi gelir elde edemeyen köylü kadınlar için de göç, çocuklarına kentlerde daha iyi bir yaşam olanağı sunmanın yolu ve hayatta kalma stratejilerinin bir parçası olmaktadır (Atatimur, 2008). Eski Doğu Bloku ülkelerinde eğitim ve sağlığın metalaşmasıyla bu alanlar için yüksek harcamalar yapılması ve yeni tüketim kalıplarına uygun farklı tür gereksinimlerin ortaya çıkması, bu ülkelerdeki kadınları göçe sürükleyen diğer nedenlerdir (Demirdirek, 2007: 16). Sosyalist sistemin çöküşüyle ortaya çıkan ekonomik bunalım ortamında yaşanan aile içi şiddet, eşlerin alkol sorunu, boşanma ve başka ailevi sorunlar da kadınların göç kararlarını etkileyebilmektedir. Azerbaycan ve Ermenistan kökenli kadınların göçünde ise, ekonomik sorunlardan çok savaş koşullarında can güvenliklerini sağlama amacının önemli bir etken olduğu görülmektedir (Kalfa, 2008:143).

Kadınların hedef ülke olarak Türkiye’yi seçme nedenlerinden en önemlisi, ülkelerinde ve Türkiye’de elde edebilecekleri gelir arasındaki yüksek farklılıktır. Diğer yandan coğrafi yakınlık, kayıt dışı sektörün genişliği ve denetimin azlığı, vize politikaları ile ülkeye giriş kolaylığı bulunması, zincirleme göç sayesinde Türkiye’de akraba ve arkadaş ağlarının kurulmuş olması eski Doğu Bloku ülkelerinden göç eden kadınların Türkiye’ye yönelmelerindeki en önemli gerekçelerdir. Azerbaycanlı, Türkmen, Gagauzyalı (Moldovalı) kadınlar için dil öğrenme kolaylığı ve kültürel yakınlık da Türkiye’yi tercih etmelerinde önemli bir gerekçedir. Ermeni göçmenler ise Türkiye’deki Ermeniler aracılığıyla veya onların yanında iş bulabilme olanakları nedeniyle Türkiye’ye göç etmeyi seçmektedirler (Ozinian, 2009).

Göçmen kadınlar, kapitalist emek formlarıyla tanışmak, kırsal alandan, başka ülkedeki bir kente göç etmiş olmak, ilk defa ulusaşırı bir faaliyette bulunmak gibi gerekçelerle kaygı içindedirler (Keough, 2006: 435). Diğer yandan düzensiz biçimde göç etmiş olmalarından kaynaklanan yasa dışı ikamet ve istihdam statüleri, sınır dışı edilme korkusuyla her tür olumsuz çalışma koşuluna boyun eğmelerine; sağlık ve sosyal güvenlik haklarından yararlanamamalarına; sürekli polise yakalanma korkusuyla yaşamalarına yol açmaktadır. Evlerine ve çocuklarına duydukları özlem, gerçekleştirilen tüm araştırmalarda göçmen kadınların en temel problemi olarak dile getirilmektedir (Kümbetoğlu, 2005, Ünlütürk Ulutaş, 2010, Kaşka, 2006)

Türkiye’deki bakım hizmeti açığı ve yerli kadınların yatılı olarak hizmet sunmayı tercih etmemesi nedeniyle, göçmen kadınlara yönelik en yoğun iş gücü talebinin bulunduğu sektör ev hizmetleri sektörüdür. Yatılı bakım hizmetleri, işveren açısından kesintisiz bakım hizmeti alma avantajı yaratırken, göçmen kadınlar açısından da kalacak yer, yemek gibi giderleri azaltma, polisten saklanma ve para biriktirme olanağı sağlaması nedeniyle tercih edilmektedir. Bununla birlikte gözlerden ırak ve korunaklı ev-içi alanı, göçmen kadınlar için koruyucu bir yuva olabildiği gibi her tür istismara açık bir alana da dönüşebilmektedir. İstanbul ve Ankara’da gerçekleştirilen çeşitli araştırmalarda (Kümbetoğlu, 2005, Ünlütürk- Ulutaş, 2010, Atatimur, 2008, Ozinian, 2009, Kalfa  2008)  ev hizmetlerinde çalışan göçmen kadınlar, aşağılama, uzun saatler çalıştırma, fiziksel ve cinsel şiddet, pasaporta el koyma, ücretini eksik ödeme, hafta sonu izin vermeme, kapıyı kilitleyerek dışarı çıkmasını engelleme, yemek ve yatacak yer vermeme, çamaşır ve bulaşığı elde yıkatma gibi şiddet ve istismar biçimlerine maruz kaldıklarını aktarmışlardır.

Dedeoğlu (2011)’nun İstanbul’da Azerbaycan’ın Nahçivan bölgesinden göç ederek konfeksiyonda çalışan kadınlar üzerine gerçekleştirdiği araştırma, konfeksiyon sektöründe de göçmenlerin baskı ve sömürüye maruz kaldığını gözler önüne sermektedir. Azerbaycanlı kadın işçiler aynı işi yapan yerli iş gücünden daha düşük ücret almakta, daha uzun saatler çalışmakta, kimi zaman çalıştıkları günlerin ücretini alamamaktadır. Bununla birlikte işverenin kovma ve sınır dışı ettirme tehdidine boyun eğmekte, ücretlerini eksik alsalar da aynı atölyelerde çalışmaya devam etmektedirler. Yasa dışı ikamet etmelerinden ötürü çocuklarını okula kaydettiremeyen kadınlar, çocuklarını da atölyeye getirmekte, onlarla birlikte çalışmaktadırlar.

Türkiye’ye turist vizesiyle giriş yaparak fuhuş sektöründe kendi hesabına veya aracılara kazançlarından belirli miktarda prim ödeyerek çalışan kadınlar, fuhuş sektörünün doğası gereği istismara en açık olan gruptur. Kalfa (2008)’nın gerçekleştirdiği araştırma, fuhuş sektöründe çalışan göçmen kadınların maruz kaldığı şiddet ve istismarın boyutlarını gözler önüne sermektedir.

Düzensiz biçimde göç eden kadınlar, çoğunlukla döngüsel göçü tercih etmektedirler. Göçmenlerin gittikleri ülkede geçici bir süre çalışarak para kazanmaları, ardından ülkelerine dönüp, gereksinim durumunda yeniden çalışmak üzere gelmeleri döngüsel veya mekik göç olarak tanımlanmaktadır (Erder 2007, s.43). Kadınların iş bulma sürecinde ajanslar (komisyon karşılığı iş bulmaya aracılık eden şirketler), daha önce ülkeye gelmiş olan akraba ve arkadaş ağları rol oynamaktadır. Ülkelerine geri dönmekte olan mekik göçmenlerin Türkiye’de çalıştıkları işi yakınlarına bırakmalarına ve geri döndüklerinde o işe devam etmelerine sıkça rastlanmaktadır. Örneğin Gagauzya’da genel olarak 30 yaşlarında genç anneler 6 aylık dönemlerle Türkiye’ye, eşler ve babalar birkaç ay için Rusya’ya çalışmaya gitmekte, gidiş için tarlada çalışmadıkları kış aylarını tercih etmektedirler. Anne ve baba birlikte göç ettiklerinde, çocukları büyük annelerine bırakmaktadırlar. Ne var ki, köylerinde göçmen kadınlar, çocukların terk edilmesinin ve ailelerin dağılmasının nedeni olarak görülmekte ve suçlanmaktadırlar. Bu kadınlar gittikleri ülkede erkeklerle kaçma olasılığı bulunan kadınlar olarak görülmekte, ahlak düzeylerine kuşkuyla bakılmaktadır. Türkiye’ye gitme nedenleri, bir erkek bulma amacına dayandırılmadığında bile, daha çok tüketim malzemesi alabilmek, daha çok refah elde etmek için alçaltıcı işler yapmayı kabul eden kadınlar olarak küçümsenmelerine yol açmaktadır (Keough, 2006: 441- 442). Kendi ülkelerinde göç etmeleri nedeniyle küçümsenen kadınlar, Türkiye’de de Eski Doğu Bloğu ülkelerinden kadınların fuhuş sektöründe çalışmasından beslenen ön yargılar diğer sektörlerde çalışan göçmenlerin “Nataşa” olarak damgalanmalarına ve dışarı çıktıklarında rahatsız edilmelerine yol açmaktadır (Keogh, 2003).

Eski Doğu Bloku ülkelerinden düzensiz biçimde göç eden kadınların, insan onuruna yaraşır biçimde yaşamaları ve çalışmalarının yolu, vize ve istihdam politikalarıyla göç ve istihdam süreçlerinin düzenlenmesinden geçmektedir. Ulusal ve uluslararası mekanizmaların söz konusu göçmen kadınların haklarını düzenlemek için atacakları adımların yanı sıra, medyanın ve insan hakları örgütleriyle kadın örgütlerinin göçmen kadınlara yönelik ayrımcılık, damgalama ve istismarı önlemeye dönük çaba göstermeleri de önemlidir.

Kaynakça:

Atatimur, N. (2008) Reasons and Consequences of Internatıonal Labor Mıgratıon of Women into Turkey: Ankara Case, Ankara: ODTÜ (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi).

Dedeoğlu S. (2011) ) “Türkiye’de Göçmenlerin Sosyal Dışlanması: İstanbul Hazır-Giyim Sanayinde Çalışan Azerbaycanlı Göçmen Kadınlar Örneği”, A.Ü. SBF Dergisi, 66(1).

Erder S. (2007) “Yabancısız” Kurgulanan Ülkenin “Yabancıları”, A. Arı (der.) Türkiye’de Yabancı İşçiler, Derin Yayınları, İstanbul.

Kalfa, A. (2008) Eski Doğu Bloku Ülkeleri Kaynaklı İnsan Ticareti ve Fuhuş Sektöründe Çalışan Kadınlar, Ankara: Ankara Üniversitesi (yayınlanmamış yüksek lisans tezi).

Kaşka, S. (2006) The New International Migration and Migrant Women in Turkey: The Case of Moldovan Domestic Workers, İstanbul: Mirekoc  Research Project.

Keough,L.J. (2006) “Globalizing ‘Postsocialism’: Mobile Mothers and Neoliberalism on the Margins of Europe,” Anthropological Quarterly, sayı: 79, s. 431-461.

Kümbetoğlu, B. (2005) “Enformalleşme Süreçlerinde Genç Göçmen Kadınlar ve Dayanışma Ağları, Folklor/Edebiyat, sayı: 41, s.7-25.

Ozinian,A. (2009) Identıfyıng the State of Armenıan Mıgrants in Turkey, Wahington: Eurasia Partnership Foundation.

Ünlütürk Ulutaş, Ç. (2010) “Evin içi İşyeri: Ev Hizmetleri, Ücretli Emek ve Göçmen Kadın Emeği” Kapitalizm Ataerkillik ve Kadın Emeği içinde, der. M. Yaman-Öztürk ve S. Dedeoğlu, s. 277-303.İstanbul: SAV.

*  Dr., Pamukkale Üniversitesi, İİBF, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

 

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , , , , , , ,

Arşivler