Bradford’un Milleri – 2 Sıcak Yünün Soğuk Yüzü – Çocukların Sırtındaki Başkent

 

Endüstri ya da sanayi devrimi olarak adlandırılan ve ilk olarak İngiltere coğrafyasında gerçekleştiği kabul edilen büyük kapitalist ekonomik ve sosyal dönüşüm, büyük sosyal yıkımlar da yaratmıştır. Eski fabrika binası olarak varlığını sürdüren Bradford’un Milleri üzerinden söz konusu sosyal yıkımın izlerini sürmek olanaklı. Bir önceki yazıda Salt’s Mill olarak adlandırılan eski tekstil fabrikası özelinde, bu fabrikalara yakından bakmaya çalıştık. Bu kez yine eski fabrikalardan biri olan ve müzeye dönüştürülen Bradford Endüstri Müzesi (Bradford Industrial Museum) özelinde, söz konusu sosyal yıkıma daha yakından bakmaya çalışalım.

Bradford Endüstri Müzesi 1870’lerde inşa edilmiş ve Moorside Mills olarak bilinen eski bir tekstil fabrikası. Tekstil endüstrisinin çökmesiyle bu alandaki işlevini yitiren fabrika Bradford yerel yönetimi tarafından 1970 yılında satın alınarak müzeye dönüştürülmüştür.(1) Müzede, adından da anlaşılacağı gibi eski tekstil fabrikalarının içyapısı sergilemektedir. Bu müze yalnızca fabrikaların teknik içyapısına ilişkin değil, çalışma ve yaşama koşullarından dönemin sosyal ve ekonomik yapısına ilişkin de son derece zengin bir içeriğe sahiptir.

Bradford’un eski tekstil fabrikalarında, nam-ı diğer “Mill”lerinde, yün işlenmektedir. Bu fabrikalarda, yıkanıp temizlenmiş ham yün işlenerek elbise ya da diğer şeyler dikmek için kullanılacak kumaş haline getirilmektedir (Ünlü İngiliz kumaşları bunlar). Yün işleme işi bu konuda Bradford’u dünya çapında bir merkez haline getirmiştir, bu nedene yün endüstrisinin aktif olduğu dönemde Bradford “Worstedopolis” olarak adlandırılmaktadır. Ancak uluslararası düzeyde sahip olunan bu görkemin perde arkası hayli karanlıktır.

Fabrikalardaki çalışma koşulları son derece ağır, yorucu ve tehlikelidir. İşçiler makinelerin başında sürekli olarak ayakta durarak çalışmak zorundadır. İşçi ile makine arasındaki ilişki ya da çalışma biçimi, işçinin makineyi kullandığı ve kontrol ettiği değil, makinenin temposuna ayak uydurmak zorunda olduğu bir çalışma düzenidir. Dört numaralı belgesel fotoğraf, makinelerin su gücüyle çalıştığı ilk dönemlerde su çarkının teknik olarak nasıl çalıştığını anlatmaktadır. Görüldüğü gibi, işçiler için belirlenmiş minimum bir çalışma hızı vardır, makineler bu hızın altında çalışsa bile, işçilerin bunun altına düşmemesi gerekmektedir. Buna göre, su çarkının normal hızı dakikada 125 devirdir. Bu, normal çalışma hızı olarak kabul edilmekte ve “milltime” olarak adlandırılmaktadır. Su çarkı bu hızın altına düşse bile işçiler mill-time sınırında çalışmak zorundadır.

Günlük çalışma süreleri 13-14 saati geçmektedir. Fabrikalar çok gürültülü bir çalışma ortamına sahiptir. Müzenin duvarlarına asılan panolardaki bilgiler arasında bir kadın tekstil işçisinin şu sözleri yer alıyor:

“Çalıştığımız ortam çok gürültülüydü. Bu nedenle çalışırken iş arkadaşlarıyla konuşmamız olanaksızdı. Zaten buna izin de verilmiyordu. Bu koşullar bize dudak okumaya öğretmişti ve o şekilde iletişim kuruyorduk. Neyse ki makinelerin ritmi bazı şarkıları çağrıştırıyordu ve çalışırken neredeyse bütün gün şarkı söylüyorduk.”(2)

Fabrikalardaki çalışma ortamının tek sorunu gürültü de değildir. Fabrikalarda havalandırma sistemi çok yetersiz, çalışma ortamı aşırı sıcak, tozlu ve hava kirliliği had safhadadır. Bu durum işçilerde sürekli baş ağrısı ve bulantı rahatsızlığına yol açmaktadır. İşçiler arasında “cloth ear”(3) olarak adlandırılan, gürültüye bağlı işitme kaybı da çok yaygın bir rahatsızlıktır. Bunun yanında tüberküloz, bronşit ve astım gibi solunum yolu hastalıkları da yaygındır. İş kazaları da çok olmaktadır. Özellikle makinelere giysinin, parmakların ve saçların kaptırılması sıklıkla yaşanmaktadır.

Böyle bir çalışma ortamı yetişkin işçiler için bile, insan doğasının fiziksel ve sosyal sınırlarını epeyce aşmaktadır. Tekstil endüstrisinde çocuk işçilik çok yaygındır ve ne yazık ki çocuk işçiler de bu karanlık koşullara maruz kalmıştır. 1800 ve 1930 arası dönemde Bradford’da doğup büyüyen bir çocuğun tekstil işçisi olması kaçınılmazdır ve birçoğu aileleri tarafından tekstil fabrikaların sahiplerine satılmaktadır.

İlki 1802 yılında kabul edilen Yasalarla öncelikle tekstil endüstrisindeki çalışma koşullarına müdahale edilmiş ve bu işlerde çalışan çocuk ve kadın işçilerin günlük çalışma sürelerine kısıtlama getirilmiştir. 1802’de çıkartılan “Çırakların Bedeni ve Tinsel Sağlıkları Hakkında Yasa” ile 9-13 yaş arası çocukların günlük çalışma süresi en fazla 8 saat, 14-18 yaş arası çocukların ise en fazla 12 saat ile sınırlanmıştır. Yasa ile getirilen bu sınırlama bile çocuklar için kabul edilebilir değildir.

Bradford Endüstri Müzesi’nde çocuk işçilere ve çocuk işçilerin maruz kaldığı bu kötü çalışma koşullarına özellikle dikkat çekmek için ayrı bölüm bulunmaktadır. Bu bölümde ayrıca çocuk işçilerin kendi sözlerine de yer verilmektedir.

Yukarıdaki iki fotoğrafta çocuk işçilerin makine başında çalışırken ki hali çocuk maketleri kullanılarak anlatılıyor. Çocukların daha doğrusu çocuk maketlerinin devasa makinelerin arasındaki bu temsili görüntüsü bile ürkütücü. Çocuk işçiler tamamen yetişkin işçilere göre tasarımlanmış ve onlar için bile çok ağır ve yıpratıcı olan bu makinelerle baş etmeye çalışmaktadır.

Çocuk işçiler yaygın olarak “scavenger”, “lap joiner” ve “piecer” olarak adlandırılan işlerde çalıştırılmaktadır. Yaşı en küçük olanlar zemine uzanıp emekleyerek olabildiğince seri bir şekilde makinenin altına girip yere düşen artıkları toplamaktadır (scavenger). Makineler çalıştığı sürece de bunu yapmayı sürdürmek zorundadırlar. Diğer bir grup eğirme makineleri çalışırken, kesintisiz olarak bu makinelere yün vermektedir (lap joiner). Bu iş çok seri çalışmayı gerektirmektedir. Üçüncü grup ise sürekli olarak makinelerin etrafını dolaşıp yün makaralarını kontrol etmek ve herhangi bir sorun olduğunda bunu anında gidermekle görevlidir (piecer). Bu işçiler her gün işyerinde 20 mil yürümektedir.

Burada söze ara verip, çocuk işçilerin kendisine kulak vermek en doğrusu. (4)

“Donakalmıştım, tamamen donakalmıştım. Yaklaşık elli makinenin olduğu ve hepsinin aynı anda çalıştığı bir yer! Olduğum yere yığılacak gibi hissettim. Yalnızca on üç yaşındaydım” (Kız çocuk işçi).

“Mill seni yutacak gibi görünüyordu. Kapıdan içeri giriyorsun ve makinelerin gürültüsü seni şaşkına çeviriyor” (Erkek çocuk işçi).

“İlk haftalık ücretimi götürdüğümde, annemin beni öptüğünü hatırlıyorum” (Kız çocuk işçi).

“Haftalık 11 şilin kazanıyordum, 1 şilini benim almama izin veriliyordu, 10 şilin tanrının bir lütfu olarak eve gidiyordu” (Erkek çocuk işçi).

“Arthur parmaklarını çarka kaptırdı ve üç parmağı koptu. Parmaklar zeminde öyle duruyordu ve zeminde kan da vardı. Bunu gören kızlar baygınlık geçiriyordu. Sonra birisi gelip dedi ki, sen bu işi iyi yaparsın Bay Pogson, parmakları topla yoksa üretimi aksatacaklar” (Erkek çocuk işçi).

Bradford’un Millerinin içerisi, bacalarından dışarıya fışkıran kara dumandan daha karanlık görünüyor. Buna karşın fabrika sahipleri büyük bir gururla işçilere yedi numaralı belgesel fotoğrafta yer alan çağrıyı yapmaktan geri durmamaktadır.

Bir çocuk işçinin, “ebeveynlerim, iyi kızların okula gitmesine gerek olmadığını, evlenmeleri gerektiğini düşünüyorlardı” (Kız çocuk işçi) şeklindeki sözleri çok tanıdık, öyle olduğu için de çok şaşırtıcıdır. Aslında demek ki, sömürü ve yobazlık kültürü her yerde benzer söylemleri üretiyor ya da kapitalizmin emekçi sınıflar için dayattığı çetin yaşama koşulları bu tür bir yobazlık kültürü ve onun tanıdık söylemlerinin yaratıcısı…!? Her nasıl olursa olsun, değişmeyen gerçeklik sömürü ve yobazlık kültürünün ele ele verip yürüdüğüdür.

Bradford Endüstri Müzesi gibi bir müzenin düzenlenmesi ve gerçekliğin bütün çıplaklığıyla sergilenmesi takdire değerdir. Ancak, unutulmamalıdır ki, bugün İngiltere sokaklarında mendil satan, simit satan ya da ayakkabı boyacılığı yapan çocuk işçiler görmek olanaklı olmasa da, bu sömürü kültürü sona ermiş değildir. Gelişmiş ülke sınıfında kabul edilenler bu tür sorunları kendi içlerinde çözmekten çok, büyük ölçüde geri kalmış ülke sınıfında kabul edilen ülkelere ihraç etmişlerdir.

Çocukların geçmişte içinde bulunduğu insanlık dışı koşullar geride, zamanın derinliklerinde bir yerde kalmış değildir. Bu tür sorunlar günümüzde de varlığını sürdürmektedir, yalnızca coğrafi olarak yer değiştirmiş; kuzey ülkelerinden, güney ülkelerine doğru göç etmiştir.

Kaynakça

(1) Bu yazının hazırlanmasında, Bradford Endüstri Müzesinin çocuk işçiliğe ilişkin bilgilerine erişmemi sağlayarak katkıda bulunan müze yetkilisi Luke Owens’a, müzeyi ziyaretim sırasında gösterdikleri yakınlık ve yardımlardan ötürü müze çalışanlarına teşekkür etmek isterim. Bir teşekkür de böyle bir müzenin hazırlanmasına emek verenlere etmek gerek.

(2) http://www.bradfordmuseums.org/venues/industrialmuseum/index.php

(3) Bu bilgi müze duvarına asılı bulunan panolarda yer almaktadır.

(4) Bu söz kulağın tekstil tozuyla dolarak duyma işlevini yitirmesi ifade etmektedir.

(5) Çocuk işçilerin kendi sözlerinden yapılan bu alıntılar müze duvarlarına yerleştirilen panolarda yer almaktadır.

 

*  Dr., Cumhuriyet Üniv. İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü / Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı Gönüllüsü

(1)  Bu yazının hazırlanmasında, Bradford Endüstri Müzesinin çocuk işçiliğe ilişkin bilgilerine erişmemi sağlayarak katkıda bulunan müze yetkilisi Luke Owens’a, müzeyi ziyaretim sırasında gösterdikleri yakınlık ve yardımlardan ötürü müze çalışanlarına teşekkür etmek isterim. Bir teşekkür de böyle bir müzenin hazırlanmasına emek verenlere etmek gerek.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , , , , ,

Arşivler