Küreselleşmenin gelişmiş ülkeler üzerindeki negatif etkisi, en az az gelişmiş ülkeler kadar belirgin bir haldedir. Kimilerine abartılı bir yorum olarak gelebilir ancak küreselleşmenin bazı yönleriyle gelişmiş ülkeleri daha çok etkilediği düşünülebilir. Küresel ekonomik krize bağlı enflasyon ve işsizlik özellikle gelişmiş ülkeleri çeşitli politika alanlarında yeni önlemler almaya itmektedir. Krizin ve buna çare olarak düşünülen önlemlerin her geçen gün geniş kitleler üzerindeki etkisinin daha da yakıcı olacağı tahmin edilmektedir.
Bugün Türkiye’de gıda, petrol ve enerji sektöründeki enflasyon küresel krizin bir parçasıdır. Bu yönüyle küresel boyuttaki negatif etkilerin karşılaştırmalı olarak iyi araştırılması ve yakın gelecekte karşılaşacağımız ekonomik bunalımın etkilerini giderici önlemlerin şimdiden düşünülmesi gerekmektedir. Zira gelişmiş ülkelerin ekonomik krizde olduğu bir ortamda onlara bağımlı ekonomilerin onlardan daha az etkilenmemelerinin mümkün olmadığı konunun uzmanlarının hem fikir olduğu bir noktadır.
Kent yaşamında, küreselleşmenin vurucu etkisinin gözlemlenebileceği mekanlar sıradan güzergahlar içindedir. Yoksulluk, kimi zaman bir dilenci, kimi zaman da bir sokak çalgıcısı üzerinden görünür olsa da, daha da görünür olduğu yerler vardır. Söz konusu görünürlük etkisini ölçmenin en iyi yolu, bu görünürlüğün ortaya çıkarılabilmesi, ortaya çıkarılırken nedenleri ve sonuçları ile birlikte ele anılabilmesi meselesidir. Bu kısa yazı, ‘görünürlüğün’ arttığı yerlerden biri olan Paris’in 18. bölgesindeki Saint Ouen Bitpazarı1 üzerine gözlem ve soruların ürünüdür.
Pazarın Düşündürdükleri
1870’li yıllarda Paris’te halk sağlığında hijyeni sağlama gerekçesiyle kumaşçı esnafı şehrin sınırları dışına itilmiştir. Pazarcılar, köy evleriyle şehrin kuzey sınırı arasında kalan Saint Ouen bölgesine yerleşmişler ve pazarı kurmuşlardır. 1908’de pazara metro ile ulaşım mümkün olmuştur. Bu durum ününün yayılmasına çok önemli katkı yapmıştır. 1920’den sonra ise pazar tamamen yerleşik hale gelmiş, Vernaison, Malik, Biron ve Valles adlı yeni pazarlar eklemlenmiştir. Bu dönemde Çingeneler, hasır işçileri, Afrikalı ve Çingene sokak çalgıcıları pazarın kimliğinin birer parçası haline gelmişlerdir. 1945’ten pazardaki değişimin sonucu olarak hurdacılar ve kumaşçılar yerlerini antikacılara, giysi satıcılarına ve eskicilere bırakmıştır. 1945 ile 1991 arasında Pazar bünyesinde 13 yeni pazar daha açılmıştır.2 2001 yılında ise Pazar korunmaya alınmış kentin önemli mimari miraslarından biri olarak belirlenmiştir
Görüldüğü gibi Paris’in pazarlarının ünü oldukça eskidir. Pazarın bir zamanlar “sosyetenin alışveriş” mekanı olduğunu iddia edenler çoğunluktadır. Gerçekten bu yönüyle de, gezi dergilerinde Paris’te gidilmesi gereken yerlerden biri olarak gösterilmesi şaşırtıcı değildir. Elele dergisi “Paris her zaman iyi fikirdir…” başlığı altında yayınladığı oldukça iyi kaleme alınmış bir Paris gezi değerlendirmesinde okuyucularına Paris’te mutlaka görülmesi gereken 10 yerden birinin Paris’in St Ouen Bitpazarı olduğunu salık vermektedir.3
Haftanın üç günü (Cumartesi, Pazar ve Pazartesi) kurulan, pazarın en önemli özelliği oldukça geniş bir alana yayılmış olmasıdır. Clignancourt Metrosundan çıkıldığında pazara doğru otobüs duraklarının hemen önünde kestane ve meyve satan göçmenler sizi karşılar. Pazara doğru biraz ilerlediğinizde ise meydanda toplaşan işsiz Afrikalı gençleri fark etmemeniz mümkün değildir. Buradaki gençlerin bazıları şanslıdır. Uyuşturucu satıcılığı, fuhuş vs. gibi işleri vardır. Ayrıca, buradaki gençlerin önemli bir kısmının ise kaçak olduğu bilinmektedir. Metrodan pazarın tam tersi istikamete doğru ilerlerseniz Chateau Rouge’a4 , Afrikalıların yoğun olarak yaşadığı bölgeye, gelirsiniz. Buraya doğru ilerlediğinizde yol boyunca çok farklı milletten çok farklı satıcılara rastlamak mümkündür. Türk dönerciler, Arap bakkallar, Müslüman kasaplar, Hintli hırdavatçılar, vb…
St Ouen pazarında bugün belirleyebildiğimiz 14 adet farklılaşmış pazar bulunmaktadır.5 Buralarda hem birinci hem de ikinci el, antika, mobilya, yenileme ve dekorasyon malzemeleri, büyük mobilyalar, el sanatları, her tür elektronik eşya, her tür giysi bulmak mümkündür. Özellikle deri, ince-bez ayakkabılar çok talep gördüğünden pazarda ağrılığı olan ürünlerdendir.
Pazarın atmosferini bir yandan zenginlik bir yandan da yoksulluk-garibanlık olarak tanımlamak mümkündür. Kanımca, burada zenginliği yaratan şeylerden biri farklılıktır. Bu farklılaşma, büyük ölçüde Fransa’nın sömürgelerinin6 zenginliğidir. Tezgâhtakiler ya sömürgelerin ya da başka Üçüncü dünya ülkelerinin mallarıdır. Afrika el sanatları ya da ahşap işlemeleri bu zenginliğin en güzel örneklerinden biridir. Zenginliği yaratan bir başka önemli unsur da pazarın tarihselliğidir. Bu yönüyle, dünyanın ilk antika pazarı olan St Ouen zamansızlık sıfatını hak etmektedir.
Pazarın önemli özelliklerinden biri de yoksulluk garibanlık atmosferini oldukça “görünür” kılmasıdır. Daha metroyla giderken son istasyonlara doğru ilerledikçe etrafta kalan nadir ‘beyaz’lardan biri olmanın verdiği garip duygu daha sizi en baştan düşündürtmeye başlatır. Daha önce de belirtildiği gibi, metroda önce garipseyerek düşündüğünüz durum metrodan çıktığınız zaman sizi garibanlık manzaralarıyla karşı karşıya bırakıyor ve siz isteseniz de Pazar boyu sizi bırakmıyor. Ellerinde kemer, sigara vs satan göçmenler, bir yandan onlara göz açtırmayan polisler bir çeşit sıkışmışlığın göstergesidir. Sıkışmışlık, çeşitli umutlarla gittiği yerde kendini boncuk satarken bulan ve sistem tarafından buna da razı oldurulan insanların durumudur, diğer bir deyişle dramıdır. Sıkışmışlık, bir yandan enformel sektörün acımasızlığı bir yandan da ya legal ya da illegal göçmen olmaktır. Her türlü insan haklarından yoksun olmak ve dışlanmış olmak demektir. İşte göçmen olup göç edilen yere ait olamamak da tam da böyle bir şeydir.
Avrupa’nın Aynası Göçmenler
Göçmenlik ve göç olgusu üzerine tartışmak, politika üretmek zorunlu olarak Avrupa üzerine düşünmeyi gerektirir. Göç konusunda Avrupa nedir? Ana akımcı yazarlar ve geniş kabul gören siyaset ve iş çevrelerinin Avrupa tanımı nasıldır? Biz hangi Avrupa’dan söz ediyoruz? Kimilerine göre Avrupa, “evrensel değerler” üzerine kurulu, bu değerlerin de liberalizmin siyasal, ekonomik kurumları ve politikaları üzerine şekillendiği bir birlikteliktir. Evrensel değerlerden kastedilen genelde hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve demokrasidir. Kimilerine göre ise, Avrupa bir ulustur. Ulusların oluşturduğu bir ulustur. Ancak bu ulusun ortak bir tarihi, kimliği, kültürü ve dini vardır.7 Bilindiği gibi, tam da bu nokta üzerinden Türkiye Avrupa Birliği’ne “ayna” olmuştur. Üyelik tartışmasında birinci gruptakiler üyeliğe ikinci gruptakilerden daha ılımlı yaklaşmaktadırlar.8 Aynı Türkiye tartışmasına benzer biçimde, göçmenlerde Avrupa’nın aynasıdırlar. Onlara yönelik politikalar, nasıl bir Avrupa tanımladıklarını bize açıkça göstermektedir.
Eğer Avrupa, gerçekten, insan hakları, demokrasi, eşitlik ve tolerans bütünüyse göçmenlere yönelik politikalar da bu yönde olmalıdır. Ancak, göçmenlere yönelik politikalarda bu değerleri görmek pek de mümkün değildir. Sadece bu değerlendirme yukarıda kısaca tanıttığımız pazar özelinde değildir. Devletin dönüşümü ve sosyal işlevlerinin azaltılması ile göçmenlere sunulan ayrıcalıklar ve kazanımlar da zamanla erimiştir. Bu nedenle, göçmenlere yönelik politikaları yorumlamak artık daha kolaylaşmıştır.
İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupa’nın işçi talebiyle başlayan göç olgusu, bugünün şartlarının gerektirdiği Birlik olan Avrupa Birliği’nde nitelik değiştirerek devam etmektedir. Kimi ülkeler hala göçmen işçilere ihtiyaç duyarken Fransa gibi göç sorununu yönetemeyen ülkeler AngloAmerikan modeline doğru kayarak seçilmiş göçmenliğe doğru bir değişme sergilemektedirler.9
Dewite’e göre, bir araştırma alanı olarak göç konusu Fransa’da 1960’lı yılların sonlarında başlamıştır. Dewite’in sözcükleriyle “evlerine dönmeyecekleri anlaşıldığı zaman” göç sorunuyla ilgilenilmeye başlanmıştır.10 Dolayısıyla, göç olgusu ekonomik kaygıların ötesinde bazı sorunlar yarattığı andan itibaren araştırma gündemine yerleşmiştir. Acaba bugünde göçün moda akademik çalışma alanlarında biri olması “onları nasıl evlerine geri göndeririz?” politikalarını aramanın çarelerini aramanın bir yolu olarak görülebilir mi?
Göçmenleri Terbiye Etme Biçimi Olarak Şiddet
Bugün görülmektedir ki, göçmenler her yönden zor durumdadır. Seçilmiş göçmenleri bir kenara koyarsak, bize göre, Avrupa göçmenleri işçi olarak görmektedir. İşçi olarak görülen göçmenler kuşaksızdır. Bir başka deyişle, işçi olarak gelen ilk kuşakların çocuklarının çoğu özellikle eğitim politikalarıyla mesleki eğitime yönlendirilmektedir. Gittiği ülkenin vatandaşı olmayan (olamayan) göçmenlere ise, uygulanan sert vize uygulamalarıyla, oturma ve çalışma izni sorunlarıyla, sosyal haklardan yararlandırmama politikasıyla daha farklı bir tür şiddet uygulanmaktadır. Kaçak göçmenlerin durumu ise en vahimidir. Bu grup, hem en kötü yaşam ve çalışma koşulları içinde olup hem de her an ülkeden “atılma” korkusuyla baş başa bırakılmışlardır. Görüldüğü gibi her türlü göçmeni terbiye etme biçimi mevcuttur. Bu terbiyeye verilen ad kabaca “entegrasyon”dur. Bir yandan kendi içinde farklılıkları desteklediğini iddia eden söylemlerle, mevcut tek tipleştirme arasındaki ilişki çelişkilidir.
Dipnotlar
1 Saint Ouen Bitpazarı yazının geri kalan kısmında “pazar” olarak kısaltılmıştır.
2 Le Marché aux Puces, Une histoire de Puces, Office de Tourisme de Saint Ouen
3 Nurgül Mumcuoğlu, « Paris her zaman iyi fikirdir », http:// www.elele.com.tr/gezi/00305/, Erişim Tarihi: 20 Mayıs 2008
4 Paris Siyasal Bilimler Enstitü’sünde (Sciences Po., Paris) Sömürgecilik konusunda uzman bir profesörle bir söyleşimizde, Pazar ve etrafının ilgilimi çok çektiğinden söz etmiştim. Hoca, « Château Rouge » un kesinlikle gidilmemesi yerlerden biri olduğunu öğütlemişti. Sömürgecilik üzerine akademik çalışmaları olan birinin Afrikalı göçmenlerin yaşadığı yerden güvenlik vb. gibi tarifsiz bir biçimde korkmasını nasıl yorumlamak gerekir ? Sizce garip değil mi ?
5 Bu pazarların isimleri şunlardır: Antica, Biron, Cambo, Dauphine, L’Entrepot, Jules Vallès, Malassis, Le Passage, Paul Bert, Rosiers, Serpette, Vernaison, Malik, Lécuyer ve L’Usine.
6 Yazar, sömürgecilik olgusunun bitmediğini ve sömürgecilikte bir “sömürgecilik sonrası (post-colonialisme)” durum olmadığını düşünmektedir.
7 Josep Carles Lainez, « Immigration, Colonialisme, Europe », Outre-Terre, No17, 2006/4,
8 Birinci gruptakiler de söz konusu ilkeler açısından reforme edilmiş bir Türkiye’nin üyeliğini desteklemektedirler. Bu konuda, özellikle Fransızların bakış açısını iyi yansıtan bir çalışma için bkz : Georges-Henri Soutou, La France du générale de Gaulle, La Turquie et l’Europe, Commentaire, Vol 26, n.104, 2003, s. 915-923.
9 L’Année politique Economique et sociale 2006, Une Nouvelle Politique de l’Immigration, Éditions Evénements et Tendances, Paris, 2007, s.77-78
10 Philippe Dewitte (dir), Immigration et intégration l’état des savoirs, « Introduction », La Découverte, 1999, p.6
* Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi ve Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)