AZMAN KURT VE ŞİŞMAN ÇIRAK

 

Karın haftalarca yerden kalkmadığı, sert rüzgarların ve dondurucu soğukların insanı canından bezdirdiği uzun kışın ardından bahar bir kurtarıcı gibi inmişti doğaya.

Selim, tepede hiç eksilmeyen sıcak güneş, ağaç dallarında patlayan beyaz, pembe çiçekler, yeşeren çimenler ve renkli kır bitkileriyle doğayı şenlik yerine çeviren baharla birlikte yüreğinde büyük bir heyecan duymuş yaşamı daha çok sevmeye başlamıştı.

Ne yazık ki bu sevinci çok fazla sürememişti. Başında hiç beklenmedik bir bela vardı ki artık bu güzel bahar günlerini kendisine zehir etmeye başlamıştı.

Bu belayı düşünerek yataktan kalkıp isteksizce dişlerini fırçalayıp, elini yüzünü yıkadı. Annesinin hazırladığı kahvaltılıklardan iştahsızca ağzına birkaç yudum atıp sokağa çıktı.

Elinde değildi işte, hiç de korkak biri değildi ama o azman kurt köpeği aklına geldikçe içine bir ürperme giriyordu. Okul sokağına girince iyice heyecanlandı. Köpeğin ilerde, demir atölyesinin önündeki kulübesini görebiliyordu ama kendisi ortalıkta yoktu. O şişman çırak da görünmüyordu ama ikisi de bir yerlere gizlenmiş, hain saldırılarını başlatmak için sinsice bekliyor olabilirlerdi.

Uzun bir süre böyle düşüncelerle oyalandı sokağın başında. Bir türlü sokaktan geçmeye cesaret edemiyordu. Hatta bir ara okula gitmekten vazgeçip geri dönmeyi bile düşündü ama annesine bunu nasıl anlatırdı onu bilemiyordu. Hastayım, karnım ağrıyor, başım ağrıyor falan demeyi denese tutmazdı çünkü yalan söylemeyi hiç beceremezdi.

Tam bu sırada sokaktaki bakkala ekmek getiren kamyonet hızla geçti yanından. İçi cız etti hemen. Yine geç kalacaktı çünkü bu kamyonet saatini hiç şaşmazdı. Birden cesaretlenip sokakta koşturmaya başladı. Dili bir karış dışarıda okulun önüne geldiğinde korktuğu gibi bir saldırıya uğramamıştı ama müdür yardımcısı Burhan Bey her zamanki asık suratıyla giriş kapısı önünde dikiliyordu. Disipline çok düşkün biriydi. Sanki öğrencileri bir askeri birliğin neferleri gibi görüyordu. Bir önceki gün hem okula geç kalıp hem de üstü başı toz toprak içinde olduğu için ondan oldukça sert bir azar işitmişti. Bu yüzden şimdi kendisini koşturarak gelir görünce hemen kaşlarını çatıp baştan aşağıya süzdü ama sesini çıkarmadı.

Selim, müdür yardımcısının önünden korkarak geçip sınıfının olduğu ikinci kata çıkınca, bu kez ışıl ışıl parlayan bir çift yeşil ve merhametli göz karşıladı kendisini. Öğretmeni Sevinç Hanım. Her sabahki gibi yine erkenden gelmiş, kapıda öğrencilere tek tek günaydın, diyor ve bu onu yormuyordu. Yerine oturunca oldukça rahatlamış görünüyordu ama yarın sabahı düşünmeden edemedi. Bu sabahki kadar şanslı olabilecek miydi acaba?

Selim’in bu kadar rahatını kaçıran bela şuydu:

Selim, çıtalı uçurtma yapma işinde oldukça becerikliydi. Çok güzel de uçurturdu onu. Yalnızca kendi mahallelerinde değil bütün semtte ondan daha iyi uçurtma uçurtan yoktu. Daha henüz ilkokul dört öğrencisi olmasına karşın ortaokul, lise talebelerine bile uçurtma konusunda ders verecek kadar ustalaşmıştı. Uçurtmasını en yükseğe çıkartır, kendisiyle yarışmak isteyenleri her zaman yarı yolda pes ettirirdi.

Birkaç gün önce hafta sonu tatilinde uçurtmasını alıp yakındaki bir çayıra çıkmıştı. Onun uçurtma gösterilerini izlemek isteyen mahalleden birkaç çocuk ta peşine takılmıştı. Tam uçurtmasını gökyüzüne salmaya hazırlanıyordu ki okul yolundaki demir atölyesinin on beş yaşlarındaki çırağı yanlarına geldi. Yanında da o azman kurt köpeği vardı.

“Kendine güveniyorsan yarışalım.”

Selim, kendisiyle yarışmak isteyenlerle birlikte uçurtma uçurmaktan, onlara bu işteki ustalığını göstermekten çok memnun olurdu ama iri yarı, şişman çırağın yanlarına gelmesi kendini rahatsız etmişti. Onun küfürbaz ve kavgacı biri olduğunu bütün mahalle biliyordu ama hem ondan çekindiği hem de yanındaki köpeğin sert bakışlarından ürktüğü için çaresiz kabul etti yarışı.

Aslında çırağın kendisiyle yarışacak güzellikte ne bir uçurtması vardı ne de o hantal uçurtmayı gökyüzünün maviliklerine yükseltmeye yetecek becerisi. Selim uçurtmasını çabucak gökyüzünün derinliklerine yerleştirmişti; kuyruğu titriyor, uçurtmanın yanlarına yapıştırılmış fırfırlar kendilerini rüzgarın kollarına bırakmış uçurtmanın şarkısını söylemeye başlamışlardı bile.

Çırağın uçurtması oldukça büyüktü ve üzerine de şu korsan bayraklarında olan siyah bir kuru kafa resmi yapıştırmıştı. Belli ki onun için çok para harcamıştı ama onu doğru dürüst yükseltmeyi bile beceremedi. Gereğinden uzun kuyruğu, gösteriş olsun diye yanlara demet demet eklenmiş fırfırları ve üzerlerine yapıştırılmış resimler nedeniyle iyice ağırlaşmış uçurtma bir süre havada boy gösterdikten sonra hızla yere çakılıverdi. Bir daha da yeniden havalanmadı. Şişman Çırak, oradaki çocukların alaycı gülümsemeleri arasında uçurtması elinde, köpek peşinde çekip gitti. Çok bozulmuştu.

Çocukların bunun acısını senden çıkaracak dedikleri gibi de, Selim pazartesi sabahı onu demir atölyesinin kapısı önünde dikilirken gördü. Onun kötü şöhretini duymuştu ama yanındaki köpeği üzerine saldırtmasını hiç beklemiyordu.

Tam önlerinden geçmişti ki çırağın sert bir dürtmesiyle köpeğin üzerine atlaması bir oldu. Olay o kadar beklenmedik olmuştu ki kaçmaya bile fırsatı olamamış, Azman Kurt birden kendisini yere devirmişti. Köpek bir yerini ısırmamış olsa da çantası bir yana, içindeki kitaplar bir yana fırlamış, önlüğü, beyaz yakası onun patilerindeki toprak ve çamurla lekelenip, buruşmuştu. Üstelik perişan bir durumda okulun kapısından içeriye girerken önünü kesen Müdür Yardımcısı Burhan Beyden, üstü başının rezilliği için bir güzel azar işitmişti.

Çocuklar nedenini pek bilemiyordular ama demir atölyesinin şişman çırağı ile okul öğrencilerinin arası iyi değildi. Okul dağıldığında sanki özellikle yolun kenarında olur, öğrencilerle ağız kavgası yapmaya, gözüne kestirdiklerini itip kakmaya, çantasındakileri yere döktürerek bütün arkadaşlarının önünde küçük düşürmeye bayılıyordu.

Sınıf öğretmenleri Sevinç Hanım öğrencilerini yakından takip eden bir öğretmendi, o çırağı da okulda öğrenci olduğu günlerden daha tanıyor, öğrencilere yaptıklarını çok iyi biliyordu. Öğrenciler Selim’in başına gelenleri bahane ederek çırağı kendisine uzun şikâyetlerle anlatınca bu konuda bir konuşma yapma gereği duydu.

Sevinç Hanımın anlattığına göre okulda öğrenciyken hiç de böyle kötü huyları yokmuş o çırağın. Çok başarılı bir öğrenci sayılmasa da ödevlerini yapan, ufak tefek öğrenci yaramazlıkları dışında olumsuz bir davranışı olmayan, öğretmenlerine saygılı bir öğrenciymiş. Ondaki bütün değişim babasının onu ilkokul son sınıfta okulu bıraktırıp demir atölyesine çırak vermesiyle olmuş. Birden hırçın, yaramaz bir çocuk olup çıkmış. Aslında o da bütün herkes gibi okula gitmek istiyordu ama ailesinin yoksulluğu nedeniyle ara vermek zorunda kalmıştı. Bu nedenle hayata kırgın ve üzgündü. Bu ezikliğini de gidemediği okulun öğrencilerine kötülük etmeye çalışarak bastırmak istiyordu.

Sevinç Hanım çocuklara bütün bu anlattıklarını dikkate alarak o çırağa acımalarını, aldırış etmemelerini hatta dost olmanın bir yolunu bulmalarını önerdi. Selime de o demir atölyesinin önünden bir süre geçmemesini, bir zaman sonra çırağın öfkesinin kaybolacağını söyledi.

Selim, anne ve babasının özellikle de öğretmeninin söylediklerini çok iyi dinleyen bir çocuktu ama evlerinden okula giden en düzgün ve kestirme yol demir atölyesinin önünden geçendi. Eğer öğretmeninin dediği gibi başka bir yoldan okula gidebilmek için nerdeyse mahallenin çevresini dolaşması gerekecekti. Geç kalmak ve Burhan Beyden iyi bir azar işitmek, hatta kulağın çekilmesi tehlikesi vardı.

Selim, yine de sabah erkenden kalkıp öğretmenin dediğini yapmak için arka sokaklardan okula gitti ama iki sabah rahat edebildi. Üçüncü sabah dar bir sokağın başında çırağı ve köpeği bekler buldu. Birden yüreği ağzına geldi ve geriye dönüp kaçmaya davrandı ama çırağın saldır komutuyla birlikte köpek koşturup yakaladı ve iri cüssesiyle kendisini yere yıktı. Köpek ısırmıyor ama Selim’le sanki oyun oynuyordu. Korku ve telaş içindeki çocuğu iri gövdesinin altına almış bir top gibi oradan oraya sürüklüyordu.

Selim az sonra yerden kalktığında üstü başı toz toprak içinde olduğu gibi çantası açılmış ve içinde ne varsa ortalığa saçılmıştı. Çırak ve köpek çoktan gitmişlerdi. Gözünden yaşlar gelerek çantasını toplayıp, elbiselerindeki tozu iyice temizledi. Yine geç kalmıştı okula. Şimdi bir de Burhan Beyden bir güzel azar işitmek kendisini bekliyordu. Belki de kulağını çekerdi.

Sonraki günlerde çırağın Selim’in üzerine köpeği saldırtması seyrekleşse de sürdü. Bir keresinde neredeyse bir hafta boyunca köpekle karşılaşmamasına çok sevinmiş, bu işkence bitti artık galiba düşünmüştü ama köpeği hiç beklemediği bir anda yine karşısında bulmuştu.

Bu olayda, alışveriş yaptıkları bakkal yoldan geçerken kendisine seslenmiş ve misafirim var, kahveden bana üç tane çay alıver demişti. Bakkal amcayı çok severdi Selim, hemen koşturup kahveden üç çay alıp küçük bir tepsiyle bakkala götürüyordu ki Azman Kurt’u karşısında buldu.

Selim o an saçlarının kafasından diken diken yükseldiğini hissederken çırağın keskin ıslığı duyuldu ve köpek hızla atıldı üzerine. Kurtuluş olanaksızdı. Elindeki çay tepsisi bir yana savruldu çay dolu bardaklar başka bir yana. Yere düşen tepsinin çıkardığı tiz ses ve kırılan bardakların şıngırtısı bütün sokakta duyulurken kendisi de yol kenarına birikmiş su birikintisinin içine düştü.

Bu durum kahvehane önündeki sandalyelerde oturan işsiz güçsüz adamlara çok komik gelmiş olmalı ki birden onlardan koro halinde bir kahkaha yükseldi. Rezil olmuştu. Üstünün başının ıslandığına, çamurlandığına hiç aldırmıyordu ama insanların önünde küçük düşmek çok gücüne gitmişti.

Dayanamazdı bu işkenceye artık bu köpekten kurtulmanın bir yolunu mutlaka bulmalıydı. İçinde çırağa ve köpeğe karşı büyük bir öfke oluşmuştu. Bu şimdiye kadar hiç tatmadığı bir duyguydu ve kışkırtıcıydı. Bu yüzden aklına çılgınca şeyler yapmak geliyordu. Bir keresinde annesine göstermeden evdeki büyük bir demir çubuğu alıp çantasına sakladı. Başka bir gün de babasının tamir çantasından iri bir tornavidayı okul önlüğünün cebine koyup o gün öyle okula gidip geldi. Rastlantı bu ya ne demiri ne de tornavidayı yanına aldığı gün köpek karşısına çıktı. Bir keresinde de babasının bazı aletlerini içindeki benzinle temizlediği küçük teneke kutuyu gizlice yerinden aldı. Niyeti köpeği gerekirse kulübesiyle birlikte yakıp ondan kurtulmaktı ama atölye önündeki kulübeye yaklaştığında birden karşısına çıkan köpeğin iri gözlerinin parlayışını, dişlerini göstererek pis pis sırıtışını görünce bütün cesareti kaybolup hızla kaçmıştı oradan.

Selim, can düşmanı da olsa bir canlıya zarar veremeyeceğini, bunu yapmaya cesaret etmekten çok yufka yüreğinin buna izin vermeyeceğini çok anladı. Bir köpeğe bir demir parçasıyla, tornavidayla zarar vermek ya da onu benzin dökerek yakmak gibi korkunç bir işi yapacak kişilikte biri de değildi zaten.

Selim, son bir saldırıdan sonra durumu annesine anlattı ve artık dayanacak bir gücü kalmadığını söyledi. Kadın buna çok üzülüp akşam işten dönen kocasına daha kapı eşiğinde bunları söyledi ve hemen gidip o demir atölyesinin sahibiyle konuşmasını istedi. Selim’in babası oğlunun arkadaşları arasında olacak sorunları hep kendisinin çözmesini, bunların şikâyet konusu olmasını istemezdi. Selim’i sıkıştırıp olayın doğruluk derecesini öğrendikten sonra hemen gidip demir atölyesinin sahibiyle konuştu. Atölyenin sahibi aksi, çırağı gibi mahallede pek dostu olmayan asık suratlı bir adamdı ama Selim’in babasının anlattıkları üzerine çırağının yaptıklarını çok aşırı bulmuş olacak ki çırağı yanına çağırıp bir güzel azarladı.

Sonraki günlerde Selim bir daha köpek ve çırakla karşılaşmadı. Babasının gidip konuşması üzerine ustasının çırağının kulağını çekip azarlaması işe yaramış görünüyordu.

Okulun son günüydü. Selim ve arkadaşları ilkokul son sınıf öğrencileri oldukları için mezuniyet diplomalarını alacaklardı. Sevinç Hanım bu günün çok özel bir gün olmasını ve öğrencileri tarafından uzun yıllar hatırlanmasını istiyordu. Bu nedenle bazı hazırlıklar planlamıştı. Birkaç öğrenci bir gün öncesi ders çıkışı okulda kalacaklar ve önceden alınıp bir kenara saklanan malzemelerle sınıfı bir güzel süsleyeceklerdi. Bu arada iki öğrenci annesi de büyük bir pasta hazırlayacaklar ve bütün öğrencilere yetecek kadar da limonata yapacaklardı. Bütün bunlar öğrencilerden gizli oluyordu. Sevinç Hanım, yarın herkes önlükle değil en güzel elbiselerini giyerek gelsin dediği öğrencilerine sürpriz yapacaktı.

Selim ve arkadaşları sabah sınıfa girdiklerinde kapıdan pencerelere, öğretmen masasından öğrenci sıralarına kadar her yerin renkli süsleme kâğıtlarıyla, kurdelelerle, Japon fenerleriyle süslenmiş olduğunu görünce çok şaşırdılar.

O gün büyük bir heyecan, sevinç ve mutluluk içinde geçti. Öğretmenin bütün öğrencilere hayatta başarılar dileyen konuşması, yenen pastalar, içilen limonatalar, arada yapılan küçük şakalar ve her şey çok güzeldi.

Sevinç Hanım, son derste de rulo yapılmış, üzerlerine kırmızı kurdele geçirilmiş diplomaları dağıttı. Sınıfta zayıfı olan tek bir öğrenci bile olmadığından Sevinç Hanım başta olmak üzere herkesin gözlerinin içi gülüyordu.

Daha sonra bütün öğrenciler tek tek öğretmenlerinin elini öperek teşekkür ettikten sonra dışarıya çıkmıştı. Ellerindeki diplomaları sevinçle sallayarak okul yolunda yürüyorlardı ki demir atölyesinin önünde sokağa çıkmış Şişman Çırak’la yanında duran Azman Kurt’u gördüler. Çırak öyle sert bakışlarla onları süzüyordu ki başta Selim olmak üzere bütün çocukların yüzlerindeki gülücükler birden yok oluverdi.

Bu çırağın onların başarılarını kutlamak, yanaklarından öpmek için orada dikilmediği kesindi. O mutlaka günlerce içine sindiremediği sessizliğinin hıncını çıkarmak için dışarıya çıkmıştı. Azman Kurt ise her şeye sahibinden daha hevesli gibi bedenini germiş ve avının üzerine atılmaya hazır bir vahşi aslan gibi bekliyordu.

Onları şu anda kimsenin kurtaramayacağını düşündü Selim. Şimdi Şişman Çırak saldır komutu verecek ve Azman Kurt üzerlerine atılacaktı. Çocukların bayramlık giysileri onun keskin tırnaklarıyla hırpalanacak, ellerindeki kurdeleli diplomalar havalarda uçuşacak ve yaşamlarının en güzel günü böylelikle berbat olmuş olacaktı.

İçlerinden bazıları başlarına gelebilecekleri tahmin etmiş olacak ki geriye dönüp okula doğru koşturmaya başlamışlardı. Belki de bütün çocuklar aynı şeyi yapıp onların peşinden gideceklerdi ama Sevinç Hanımın sevecen sesi duyuldu.

“Durun! Telaşa gerek yok.”

Öğretmenlerinin arkalarından geldiklerini görmemişlerdi. Heyecan dolu ses tonlarıyla çırakla köpeğin yol kenarında dikildiğini söylediler.

“Bir şey olmayacak,” dedi Sevinç Hanım onlara büyük bir sakinlik içinde. Çocuklar içlerinde bir rahatlama duygusu hissederlerken kendisi öne çıkıp çırağı yanına çağırdı.

“Gel, sana bir sürprizim var.”

Şişman Çırak çekingen adımlarla gelip sevinç Hanımın önünde durdu. Sevinç Hanım çantasından öğrencilerine dağıttıklarına benzeyen rulo yapılmış, kurdele geçirilmiş beyaz bir kâğıt çıkardı.

“Al bu senin ilkokul diploman.”

“Diplomam mı?” dedi çırak elini uzatmaya korkarak öğretmenin elindeki kurdeleli ruloya baktı.

“Al, senin.”

Şişman Çırak korkak ve şaşkın eline aldı ruloyu.

“Aç bak.”

Çırak kurdeleyi sıyırıp kâğıda baktı. Kendi adına düzenlenmiş bir diplomaydı. Şaşırdı. İki sene önce ilkokul son sınıfta ikinci dönemde babası onu aniden okuldan almış ve demir atölyesine çırak vermişti. Babası işsizdi, durumları kötüydü. Kendisi belki çok çalışkan bir öğrenci değildi ama hani zayıf da almazdı. Kimseye söylememiş de olsa ortaokula gitme, sonra liseye üniversiteye devam etme hayalleri de vardı. Bu hayallerin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğine inandığı günden bu yana da yaşama küskün gibiydi. Ustasından haftalığını alır bir kuruşuna bile dokunmaz götürür annesine verir, annesi de her seferinde o üç beş kâğıt parçasını ağlayarak eline alır, sonra onu çarşı da pazarda harcayıp evin bazı gereksinimlerini karşılamaya çalışırdı.

“Diplomanı almayı unutmuşsun!”

Çırak ne diyeceğini bilemiyordu. Ne büyük bir hediyeydi bu onun için. Az sonra öğrenciler ellerinde karnelerle önünden gelip geçecekler, kendisi onları üzgün gözlerle seyredecek ve içindeki eziklik, mutsuzluk baş edilmez bir öfkeye dönüşecekti.

“İstersen kışa ortaokula başlayabilirsin. Kaydına yardımcı olurum. Yaşın daha henüz küçük.”

“Ama öğretmenim!”

“Ustanla da konuşurum, yarım gün çalışır yarım gün okula gidersin. Hafta sonları biraz fazla çalışır, ustanın gönlünü yaparsın.”

Çırak birden ağlayarak ellerine sarıldı Sevinç Hanımın.

Hemen doğrulttu onu Sevinç Hanım. Çocuklardan birinin boynuna doladığı renkli süsü alıp bir çelenk gibi onun boynuna doladı, sonra da iki yanaklarından öptü.

“Göreyim seni. Beni utandırma.”

Sonra…

Sonra ne oldu biliyor musunuz çocuklar? Önce Selim sonra öteki çocuklar ellerindeki süsleme kâğıtlarını hem

Şişman Çırak’ın hem Azman Kurt’un boynuna sardılar.

Bir anda ikisinin de yüzü renkli süsleme kâğıtlarının arkasında kayboluverdi.

O günden sonra Şişman Çırak’la Azman Kurt Selim’in ve arkadaşlarının en iyi dostları oldular.

Kaynak: GUGUKLU SAAT SATICISI – Öyküler, Hüseyin Akyüz, Sf. 70.

 

*  Yazar, 2012 yılında düzenlenen 10’ncu Abdullah Baştürk Edebiyat Ödülleri’nde öykü dalında ödül kazanmıştır.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: ,

Arşivler