AZ ZAMANDA ÇOK İŞLER YAPTI: Josef Igerscheimer’in Türkiye Serüveni  (1933-1939)

 

Az zamanda çok iş yapmanın ilk koşulu hazırlıklı olmaktır. Igerscheimer (1879-1965), Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldığında, kariyerinin üst basamaklarındaydı. Ord.Prof olmuştu ve birçok uluslararası başarıya imza atmıştı. Ama gündemi doluydu.

Igerscheimer’in dostu ve aynı zamanda hastane binalarında çalışma arkadaşı olan Nissen, onun hakkında şunları yazar: “Bu nazik, akıllı ve becerikli adamı çalışırken izlemek hiç değişmez bir zevkti. Hükümetle doktor olarak ilk ilişki kuran… kişiydi”.(Widmann H., 2000:141)

1900’lerin başında genç yaşındayken verem (Tbc) geçirmiş; bu hastalığı sırasında, hastaların gözlerinde hastalıklarının yansımalarını (gözlerinde beyaz bir alan) görerek, yaşamının geri kalan bölümünde, hastalıkların göz üzerindeki etkileri konusunda titizlikle çalışmıştır. Bu onun gözlemci, araştırmacı ve takipçi işlevlerini gözler önüne serer. Igerscheimer, tıp eğitimini Heidelberg, Berlin, Strasbourg ve Tübingen’de tamamlayarak, diplomasını 1904 yılında aldı. 1905-1909 yılları arasında Heidelberg’de asistanlıktan doçentliğe yükseldi. Igerscheimer, 1914’te profesör ve 1920’de ordinaryus profesör oldu. 1915 yılından başlayarak, dünyada göz frengisinin tedavisinde, arsfenamin kullanan ilk hekimdi; ayrıca frenginin görme üzerindeki etkilerini inceleyen sayısız makale ve kitap yazan ilk hekimlerdendi. 1919’da bu çalışmalardan biri olan “Frengi ve Göz” kitabı ile çığır açtı. Igerscheimer, retina yırtılmasını ameliyat eden ilk hekimdi. Bu parlak kariyerin, Almanya ayağı, 30 Ocak 1933’te noktalandı. Çok değerli de olsa, salt yahudi olduğu için, başına kötü şeyler geleceğini sezdi ve Almanya’dan uzaklaşmanın yolunu aradı. Tek aradığı, bilimsel çalışmalarını da sürdürebileceği bir ortamdı. Notgemeinschaft’ın başkanı Prof. Dr. P. Schwartz’ın önerisini kabul ederek Türkiye’ye geldi. Beş yıllık bir sözleşme yaptı. (Reisman A. 2011: 183)

Türkiye’ye geldiğinde, yaşanılan iki olay, daha sonra karşılaşılacağı zorlukların habercisiydi. Polikliniğine hiç hasta gelmiyordu. Anlaşıldı ki, kendisinden önce göz kliniğinin başındaki doktor, bir dilenciyle anlaşmış; o da polikliniğe yaklaşan her hastaya, oraya girerse kendisi gibi kör olacağını söylüyordu. Olay anlaşılınca dilenci oradan uzaklaştırıldı. İkinci olay, Bakanlık soruşturmasında ortaya çıktı ve ilk girişiminde başarısız olan bir aktörün, bu kez hastaları zehirlemeye kalktığı anlaşıldı. Igerscheimer bu iki trajikomik girişimi de ustaca savuşturmuştu (Reisman A., 2011:190)

Igerscheimer daha birçok zorluklarla karşılaştı. Bunları aşmanın yollarını, gereğinde, hiyerarşiyi aşarak bulmayı başardı. Bu konuda en büyük şansı 1935 yılında TBMM Başkanı Abdülhalik Renda’ya çok zor bir göz ameliyatını uygulaması oldu. Ardından Dışişleri Bakanı’nı ve Türkiye’yi ziyarete gelen İran Şahı’nı muayene ederek “hükümet” ile bağlarını geliştirdi.  Bu hem kendisi ve hem de “Almanca Konuşan Mülteci Profesörlerin” çalışmalarıyla ilgili karşılaştıkları zorlukları aşmasında, doğrudan Ankara ile bağ kurma olanağı yarattı.

Ama yalnızca seçkinleri tedavi etmiyordu… Igerscheimer, halkın da gözdesiydi. Prof. Dr. Schwartz şöyle yazıyordu:

“Operatörlerimizden, Nissen, Liepmann ve Igerscheimer’in harikalar yarattığı bir yangın hızıyla bütün yurda yayılmıştı. Tabii bütün hastaların isteklerine cevap vermek imkansızdı. Ağır hasta olan yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk, herkes soğuk kış günleri bile bahçede, merdivenlerde yatıyor, sıhhatlerine kavuşmak istiyordu. Yer olmadığı için, yeni ameliyat edilmiş iki hastanın veya henüz doğum yapmış iki kadının bir yatakta yatması olağan bir şey, hatta kural olmuştu.” (Widmann H., 2000: 343) Ama fırtınaların kopmasına neden olan üniversite reformunun -gericilerin istediği gibi- hüsrana uğramasına da bu üçlünün yarattığı etki ve büyü engel olmuştur. Bu üçlü “sihirbaz” olarak görülüyordu.

1935 başında, bütün bu yoğun çalışma temposuna karşın, yetersiz sayıdaki hastane yatağını arttırma çabaları, “şaşmaz bir nezaketle dinleniyor, apaçık bir şekilde hayır denmiyor, ama geciktirmek ve geçiştirmek için her yola başvuruluyordu”. O da bütün hiyerarşik basamakları aşarak Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurdu. İsteği anında yerine getirildi:

Boş odaların kendi servisine verilmesiyle, üç odaya dağılmış yatak sayısı 24’ten 50’ye çıktı. Dahası ameliyathane gereçlerini koyabilecekleri fazladan bir oda, daha önce söz verilip de yapılmayan dört asistanlı poliklinik verildi. Bu, tepeden inme düzeltme Igerscheimer’in kötü kişi olmasını getirdi; her fırsatta zorluklarla karşılaştı. (Reisman A., 2011: 188-9).

Cerrahpaşa Göz Kliniği’nin eski binasının planlarını (şimdiki pnömofitizyoloji kliniği) Almanya’da özel olarak çizdirmiş ve 1939 yılından itibaren 60 yataklı göz hastanesi olarak faaliyete başlamıştır.   (http: CTF-GOZ-HASTALIKLARIANABILIM-DALI-1.ppt)

İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde, modern göz bilimi üzerine yeterli kitaplar olmadığı gibi, kliniğinde de yeterli araç gereç yoktu. Kendininkileri Almanya’dan getirtmek için çok uğraştı. Bir ölçüde de başarılı oldu.

Igerscheimer, yoğun hasta baskısının yanında, eğitime de büyük önem veriyordu. “Göz Hastalıkları” adıyla yazdığı ve öğrencilerle pratisyen hekimler için tanı-tedavi kılavuzu olan kitabı 1936 başında basıldı (ikinci baskısı ancak 1942 yılında yapılabildi). Kitap, trahom gibi Türkiye’de görülen göz hastalıklarının çoğunu ele alıyordu. Yine bir yahudi sığınmacı tarafından yapılan resimlerle de desteklenmişti.

Igerscheimer’in, onun eşsiz araştırmaları ve öğretici makaleleri, ülkemizin önemli tıp dergilerinde yer aldı. Onun frenginin uveal yangısı ve frenginin ikincil yan etkileriyle ilgili çalışmaları, adını dünya tıp literatürüne kazıdı. Bazı uluslararası kongrelere kendisinin ve asistanlarının katılmasına da olanak tanındı.

Yetersiz klinik koşullarına karşın, Igerscheimer, Türkiye’de ilk kez keratoplasti (ölünün gözünden alınan korneayı hastaya aktarma) ameliyatını yapmıştır. Korneanın saydamlığının kaybına bağlı körlük olgusuna, Türkiye’de çok rastlanmakta ve sıklıkla istenmekte idi. Ama ne yazık ki, 1935-39 arası ancak 34 ameliyat yapabildiler. Çünkü birçok engellerle karşılaştılar. İlk engel hastalardan geliyordu: Ölüden alınan bir parçanın gözüne takılmasını istemiyorlardı. İkinci engel, hastanenin ölü yıkayıcısının, ölüleri kaçırmasından ve saklamasından kaynaklanıyordu. Ölüler bulunana kadar saatler geçiyordu. (Reisman A., 2011:187)

Igerscheimer 1933-1939 yılları arasında göz kliniğinin kürsü başkanlığını yapmıştır. Ama parlak kariyeri ve doğruları yaşama geçirme konusundaki kararlılığı, üniversite yöneticileriyle hep arasını açmıştır. Yazdığı raporlar sümen altı edilmiştir. 1939 yılında asistanı ve kendisinden sonraki kürsü başkanı Dr.Naci Bengisu ile birlikte yazdıkları, “retina dolaşımı” üzerine kitap için bir türlü yayın izni çıkmamıştır. Ama onun için bardağı taşıran damla, 5 Ocak 1939’da çıkarılan ve Türkiye’deki göçmen topluluğu için her türlü aile birleşmesi olanaklarına son veren yasa olmuştur. Bu, Igerscheimer ailesinin hiçbir zaman bir araya gelememesi demekti (Reisman A., 2011: 188-92).

Görevden ayrıldığını ve ABD’de çalışmalarını sürdüreceğini Üniversite Rektörlüğü’ne bildirdiği yazısında da bu “yasa”yı gerekçe göstermiştir.

Igerscheimer’in “Türkiye Serüveni”nin bu ülkeye kattıkları çok fazladır. Bu erken kayıp, geride iyi yetiştirilmiş bir göz hekimi kuşağı bıraktı. “Almanca Konuşan Mülteci Profesörler”den Prof. Dr. Neumark diyor ki:

“Igerscheimer’e çok borçluyum. Onun yerini alan Prof. Dr. Naci Bengisu, oğlumu muayene ederek acilen ameliyat olması gerektiğini söyledi. Çok zor ve riskli bu ameliyatı Igerscheimer’in onlara öğrettiği gibi yaparak, oğlumun gözünü kurtardı” (Reisman A. 2011:186).

Ona çok şey borçluyuz. Bu yazı, ona değerbilirlik borcumuza bir katkı. Ama hala yerine getiremediğimiz bir borcumuz var: Ona çektirdiklerimiz, önüne çıkardığımız engeller ve hedefine ulaşmaktan alıkoyduğumuz için yapmamız gereken özeleştiriyi hala yapmadık.

Bu özeleştiri yalnızca Igerscheimer için değil, bütün Cumhuriyet’in aydınlık insanları için. Onu Türkiye’den kaçırtan “gerici direniş”, Türkiye’yi de “beyin gücü mezarlığı”na çevirdi. Biz de bu gerici direnişi, hala yenemediğimiz için suçluyuz.

Josef Igerscheimer’i, en verimli çağında, bu “gerici direniş” Türkiye’den kopardı ve ABD’ye kazandırdı. Buna karşın, o, az zamanda yaptıklarıyla, hem Türkiye’nin bilim-üniversite dünyasına ve hem de göz hekimliğine büyük katkılarda bulundu.

KAYNAKLAR

Widmann Horst (2000): Atatürk ve Üniversite Reformu, Kabalcı Yayınevi.

Arnold Reisman (2011): Nazizmden Kaçanlar ve Atatürk’ün Vizyonu, T.İş Bankası Yayınları No.2081.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

 

Tags: , , ,

Arşivler