AZ ZAMANDA ÇOK İŞLER YAPTI – 2 Bir Aydınlanma Devrimcisi : Hasan Âli Yücel

 

“Hasan Âli Yücel Türkiye’nin eğitim ve kültür yaşamının ilgi odağında. Yüreği ülkemizin aydınlık geleceği için çarpan, bu yolda kafa yoran herkes, onu her zaman özlemle, saygıyla anıyor. Yücel’le ilgili özel günlerde, özellikle Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümlerinde, onun etkinlik ve başarıları üzerinde döne döne duruluyor. Yeni yeni bilgi ve belgelerle değişik bakış açılarıyla daha ne denli durulsa yeridir.” (Feyzullah Ertuğrul) (15)

Giriş : Cumhuriyet’li yılları (1923-2012), uygulanan siyasal-ekonomik politikalar açısından sınıflandırdığımızda karşımıza üç dönem çıkıyor. Genç Cumhuriyet dönemi diyeceğimiz 1923-49 yılları arasında siyasal davranış olarak devrim ilkeleri konuldu, kamu öncülüğünde ekonomik kalkınma gerçekleştirilmeye çalışıldı. 1950- 80 yılları karışık politikaların uygulandığı dönem olsa da, özünde liberalizme geçiş egemendi. 1980 sonrası dönem uygulamaları ise ekonomik açıdan küresel ekonomi ile bütünleşmeyi, ilk dönemdeki siyasal davranışın ekonomide, sağlıkta, eğitimde getirdiği birçok ilkeyi, parlamento çoğunluğu demokrasisi adı altında sosyal yaşamdan silmeyi amaçladı.

Her üç kuşakta doğanları bir dizi sosyoekonomik değişkeni içeren benzemezlik göstergesi (endeks) bağlamında incelediğimizde, aralarında anlamlı fark oluşuyor. İşin ilginç yanı ülkenin uzun süren savaştan çıktığı, İkinci Dünya Savaşına girmediği halde savaş koşullarının çok ağır geçtiği dönemde doğan 1923-49 doğumlu kuşak nüfusunun benzemezlik katsayısının yüksek oluşu ilgiyi çekiyor. Bu kuşak nüfusunun babalarından, dedelerinden sağlık, eğitim, işgücüne katılım ya da meslekleri açısından çok farklı konuma geldiği görüldü. Önceki kuşaktakiler ile benzemezlik katsayıları anlamlı düzeye ulaştı. Genç Cumhuriyet dönemi kuşağının bu nitelikleri yanında yaşadıkları ortamdaki kazanımları, “umut kültürü” içinde yaşamlarını sürdürmelerini sağladı.

1980 sonrası kuşağı; ailelerin çocuğa atfettiği psikolojik değerden ötürü kendilerine aktarılan kaynak nedeniyle hem daha sağlıklı oldular hem de sosyal sistemin zorlu eğitim basamaklarını başarıyla tamamladılar. Ne var ki bu kuşak doğumlular, istenilen niteliklere sahip olmalarına karşın çalışacak bir iş bulmakta zorlandılar. Genç yaşta üretememe, aileye yük olma, anne-baba eline bakma onları karamsarlığa itmeye başladı. İki kuşakta görülen “umut kültürü” ile “karamsarlık kültürü” nü karşılaştırdığımızda, çıkan anlamlı fark iki kuşak arasındaki benzemezlik katsayısını artırdı.

Genç Cumhuriyetin koyduğu sağlıklı, eğitimli yeni insanı yetiştirme politikası bağlamında; 1923-49 kuşağının temel kazanımı “sağlık kabini” ile yaşama tutunmaları, “eğitim asansörü” ile sosyal sistemde sınıf atlamaları oldu. Büyük önder M.K.Atatürk’ün eğitim konusundaki görüşlerini çok iyi analiz eden Yücel, çağdaşlaşmayı gerçekleştirecek aydınlanma eğitimini; seyreden değil, kurallarını uygulayarak yaşayan bir toplum oluşturma hedeflendiği için, eğitim örgütlenmesini “tek bir yurttaş kalmayana değin” herkesin eğitilmesi olarak görüyordu. Genç Cumhuriyet kuşağının eğitilmesinde, kültürlenmesinde önemli katkıları olan aydınlanma devrimcisi Yücel’i kalın çizgileri tanıtmayı dergimiz okuyucuları için amaçladık.

M.K.Atatürk’le tanışma: Yücel 1922 yılı sonunda İzmir’e öğretmen olarak atandı. Yaklaşık iki ay sonra yaptığı yurt gezisi sırasında Mustafa Kemal İzmir’e de uğradı. Burada düzenlenen etkinlikte kendini sadece mebus Mustafa Kemal olarak tanıttığı toplantıya, Yücel sorumluluk taşıyan kişi olarak katıldı. Mustafa Kemal toplantı başında amacını; “Yalnız benim değil, sizin de söylemenizi arzu ediyorum” şeklinde belirtti. Bu nedenle uzun süren toplantıda kendisine birçok soru yöneltildi. Soru soranlar arasında Yücel’de vardı. Toplantıda şu soruyu sordu: “…Gelecekteki irfan(bilim, kültür) hayatımızda medresenin mevkii ne olacaktır? Bugün fosil mevkiinde bulunan medreselerin irfan hayatı bundan sonra nasıl olacaktır? Zatı âlileri bu konuda ne düşünüyor, bunu öğrenmek istiyorum.” Mustafa Kemal sorudaki fikre katıldığını belirtti; “Milletimizin, memleketimizin yüksek eğitim kurumlarıyla bir olması gerekir. Bütün memleket evlatları, kadın ve erkek, orada eğitim görmelidir” dedi(1).

1929 Dünya buhranı sonrasında “işlerin iyi gitmediğini, müdahale lazım geldiğini…” sezen Atatürk, oluşturulan bir heyetle üç ay sürecek inceleme gezisine 1930 yılında çıktı(2). Geziye Maarif Vekâleti müfettişi olarak Yücel’de katıldı. Yolculuğun ilk durağı Kayseri’ydi. Mustafa Kemal heyetle birlikte liseye gitti, felsefe dersinin olduğu sınıfa girildi. Derste okutulan kitap Yücel’in yazdığı Mantık kitabıydı. Ders boyunca kitabı inceleyen; öğretmeninden, öğrencisinden kaziye (önerme), salibe(olumsuzlaştıran), mucibe(neden-sonuç) gibi Arapça terimleri duyan Atatürk olaydan rahatsız oldu. Gezide bir akşam yemeğinde Yücel’e yazdığı kitaptaki Arapça terimler yerine, Türkçelerini bulma konusundaki fikrini sordu. Yücel “Düşündüm. Dahası, muğlâk(anlaşılmaz) terimlerin Türkçelerini bulmada deneyler bile yaptım. Ama bu gibi değiştirmelerin, bireyler tarafından yapılmasını sakıncalı gördüm. Herkes kendine göre bir terim bulup kullanırsa, kimse kimseyi anlamaz; eğitimde anlam bütünlüğü ortadan kalkar. Bu sorun için bir heyet(kurul) veya cemiyet(kurum) oluşturulmalı ve bilimsel terimler burada saptanmalı düşüncesindeyim”, dedi. Tartışma başka kitaplardan verilen örneklerle sürdürüldü. Atatürk tartışma sonunda; yazdığı Mantık kitabından ötürü Yücel’i kutladı, terimler konusundaki fikrini beğendiğini belirtti, arkasından “ancak söylediğim noktalarda özel çabanızı görmek isterim” dedi(3). Söz çok anlamlıydı: Yücel, Dil Devrimini doğru temellere oturtmak üzere kurulan(1932) Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin etimoloji kolu başkanlığına getirildi.

Atatürk bu gezi boyunca sürekli bir tartışma ortamı yaratır; geziye katılanlara kendi ilgi alanlarına yönelik olduğu gibi, bunların ülke sorununun çözümüne katkısının ne olabileceği konusunda soru soruyordu. Bu bağlamda etrafındakilere “Türk milleti ne zaman kendini kurtulmuş sayabilir?” sorusunu yöneltti. Geziye katılanlardan birkaç kişi görüşlerini belirttikten sonra Yücel “ Paşam, Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacı duymayacak hale gelirse o zaman kurtulmuş olur” yanıtını verdi. Mustafa Kemal, “Hepiniz güzel fikirler söylediniz. Fakat bu çocuğun ileri attığı, üstünde bizi derin derin düşündürmeye değer bir fikirdir” diyerek takdirini belli etti(4).

Baba-oğul ilişkisi(5): Her çocuk kendisine gösterilen ilgi çerçevesinde anne ya da babasına olan sevgisini öne çıkarır. Anı yazınında bunun değişik örnekleri bulunuyor(6). Yücel’in oğlu ile olan ilişkisi konusunda Can Yücel’in sınıf arkadaşı Özdemir Nutku “Can Yücel, ondan büyük bir hayranlık ve saygıyla söz ederdi”, diyor. Mümtaz Sosyal, Can Yücel’in 1974’ün “Bir Siyasinin Şiirleri”nde(kutu 1) yazdığından hareketle “Yücel’in izlerini, bir tek kişi üzerindeki izlenimden kalkarak aramak, bireysel bir teklik, toplumsal bir bütüne varma çalışması olarak da ilginç olabilir. O tek kişi, eşine kolay rastlanmayacak bir örnek niteliğiyle, unutulmaz şair Can Yücel’den başkası olabilir mi?” açıklamasını yapıyor.

Can Yücel’in babasına karşı olan sevgisi ancak onun söylemi ile anlatılabilir. Kanımca insanın bunu çıkarsız olarak yapma zamanı, sevdiğini kaybettiği, toprağa verdiği an oluyor. Can Yücel’in işte on andaki sevgi söylemi: “Böylesine civan bir ölümü mendil altı etmek benden ırak olsun! … Bu, bir cenaze değil, bir temel atma töreni olmalı! Yücel’in cıvıl cıvıl anıtı üstüne kurulan bir bilinç yapısının temeli! Lâmlı, elifli, caflı, kaflı kuraklıklara, ayazlara karşı iyi havaları, aydınları yapındıracak bir düşünce işliği! Üstüne bir avuç toprak ya da bir yaprak yazı yazmakla olacak iş değil bu. Tam tersine; elimize kürekleri alıp yaptığı işlerin üzerine orta çağ mezarcılarının yığdığı taşları, toprakları kaldırmamız gerek! Bu işi öyle sıkı tutalım ki, bu ülkede iş görenleri, halka hizmet edenleri, yurttaşları için didinenleri yıkmaya yeltenenler, işten yaratıcılıktan alıkoyanlar bir daha baş kaldırmasın. (7)” Babasını fiziki olarak sevmenin dışında, bu ülkeye yaptıkları, halka hizmeti, aydınlanma yolunda gördüğü işler nedeniyle oluşan bir sevgi.

Oğlun bu sevgisi boşuna değil. Yücel’in, torun müjdesini aldığı telgrafa karşı yazdığı uzun mektubunda bu sevginin oluşumunun nedeni kendini gösteriyor. “Oğlum Can’ın üç kelimelik telgrafı geldiği zaman onun anası ve benim anam, üçümüz beraberdik. Ben dördüncü büyükbabalığımı yaşıyordum. Oğlum kızının adını Güzel koymuş. İyi etmiş. Çünkü iyi, hiçbir zaman çirkin olmaz. Bir kız çocuğu daha olur da ona İyi adını verirse ruhum şad olur…Sevgi iyi dilekler doğurur. Yeni doğana bütün hayatı için olması istenileni ada vermek…” Koruyucu-kollayıcı aile tipinin egemen olduğu bir toplumda, torununa pagan bir isim ya da annenin, babaannenin adını koymasını düşünmeyen; oğlunun kızına, bütün hayatı için olması istediği adı koymasına sevinen böylesine ince bir insan Yücel.

İlklerin Kurucusu(8): Yücel’in Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki etkinliği; ülkemiz eğitim, kültür, sanat alanında ulusal yapıyı oluşturacak ilkler konusunda önemli girişimler dönemi oldu. Birinci Türk Yayın Kongresi’nde (1939) dünyayı, özellikle batıyı tanıma gerekliliğini vurguladı, Türk aydınlarını tercüme seferberliğine davet etti. Kongrede Doğu-Batı klasiklerinin tercüme edilmesi için karar alındı. Birinci Eğitim Şurası’nda (1939) ülkenin eğitim sorunları, köylünün eğitim talebinin nasıl canlandırılacağı, bu talebin nasıl karşılanacağı tartışıldı. Yayın Kongresinde alınan karar geciktirilmeden uygulamaya kondu. Tercüme Heyeti üyeleri belirlendi, görev yapacakları Daimi Büro oluşturuldu(1940). Tercüme Bürosu doğu-batı klasiklerinden 496 kitabın çevirisini tamamladı.

Eğitim Bakanlığınca ansiklopedi çalışmaları başlatıldı. İslam Ansiklopedisi’nin çevirisi ile ilk telif Türkçe İnönü Ansiklopedisi’ni yayımlanmaya başladı(1943). İlk kez bir sanat Ansiklopedisi hazırlandı (1943-Celal Esat Arseven), bunun yayını başlatıldı.

Devlet Konservatuarı kuruluş yasası çıkarıldı(1940). Konservatuar öğretim elemanları ile Tercüme Bürosu çalışanlarının birlikteliği sayesinde örnek olacak birçok eser hem eğitim alanına hem de sahne uygulamasına örnek olacak biçimde kültürümüze kazandırıldı.

Türk dilinin yapısını genç kuşağa öğretecek Gramer Komisyonu çalışmaları (1941) tamamlandı. Aynı yıl içinde Birinci Coğrafya Kongresi toplandı.

Cumhuriyetin felsefesini, devrimlerin anlamını kültürlenme yolu ile kırsal kesime aşılayacak öncüleri yetiştirmek amacıyla Köy Enstitüleri kuruldu(1940).

Ülkenin sanayileşme sürecindeki ara insan gücünü yetiştirecek meslekiteknik öğretim için de yeni bir seferberlik başlatıldı. Bakanlığın merkez örgütünde Mesleki ve Teknik Öğretim Müsteşarlığı kuruldu(1941). Bu alandaki okullarla birlikte, bu okul çalışanlarının verdiği kurs sayıları kısa sürede artırıldı. Sanayide çalışacak ara insan gücü kısa zamanda yetiştirilmeye çalışıldı. Eğitimin niteliği yanında öğrencilere verilen özgüvenden ötürü, bu okulları bitirenlerin büyük çoğunluğu küçük ve orta boy sanayici oldu.

Yücel temel-orta öğrenim yanında ülkemizde yüksek öğrenimde de ilkleri oluşturan çalışmaların öncüsüydü. Sırası ile Ankara Fen Fakültesi (1943), İstanbul Teknik Üniversitesi (1944), Ankara Tıp Fakültesi (1945) onun bakanlığı döneminde öğrenime açıldı. Üniversite yönetiminin siyasal iktidardan bağımsız, her türlü araştırmayı siyasal baskı görmeden yapabilmesini sağlayacak yasa dört yıllık hazırlık çalışmasından sonra 1946 yılında Üniversite Yasası olarak çıkarıldı.

Yücel’i Anlamak: Çözülmesi gereken sorun, uzun yıllar anlamadıkları, yalnızca ezberledikleri dinsel eğitimle; yaşamlarını içselleştirmiş, bu eğitimi verenlerce denetlenmiş bir toplumun omurgasını değiştirmekti. Dahası oluşturulacak yeni toplum modeli için o yıllarda yararlanılacak ne bir eğitim kuramı ne de eğitim yönetimi vardı. Yapılacak iş eldeki kıt kaynakları kullanarak, bilimin öngördüğü gözleme dayalı varsayımlardan üretilecek eylemler bütünü olacaktı. Yücel’in arkadaşları ile bu bağlamda yaptığı iş, kırsal topluma inkılâbın yol göstericisi kim olabilir sorusuna yanıt arama oldu. Sorunun yanıtı Yücel’in, arkadaşlarının kafasında süreç içinde oluşmuştu. Köy çocuklarından seçileceklerin, aydınlanma felsefesi ve işe yönelik eğitimle yetiştirilmeleri sağlanacaktı. Eğitimleri sonrasında geldikleri yer ya da buna benzer koşulları olan yerleşmelerde kamuya fazla yük olmayacak ücretle görevlendirileceklerdi. Eğitici işlevleri yanında üretici olmaları, davranışları köylü tarafından yaşamın her alanında benimsenerek taklit edilebilecek işlevle donatılmaları gerekiyordu. Öğretmen köyde inkılâbın açıklayıcısı, genç kuşağın öğreticisi, köy yaşamındaki sorunları çözecek bir önder olarak düşünülmüştü. Ülkenin değişik bölgelerinde eğitime başlayan Enstitülerden yetişecek önderin; köylerdeki öğretmen açığını kapaması, köy çocuklarını okur-yazar kılması, kendisine kazandırdıkları becerilerle köyde üretken olması amaçlanıyordu. Bu bağlamda genç kuşak öğretmen önderliğinde hayata tutunacaktı. Uzun yıllar doğumdan ölüme kadar köylünün yaşamının her safhasında etkin olan imam, artık yalnızca dinsel görevini yapacaktı. Yaklaşımı değişik açılardan incelediğimizde, dönemin koşullarına göre uygunluk ön plana çıkıyor. Kabaca inceleyelim:

Yetiştirilecek öğretmenlerin öğrenim görecekleri temel eğitim binaları, bunların donatımları yanı sıra görev yapacakları uç noktadaki benzer yapılanma en düşük maliyetle gerçekleştirme kuralına dayanıyordu. Eğitim binalarının, araçların kullanım süresinde yıpranmaları, bozulmaları, eskimelerinden ötürü doğacak sorunları fazla bir ekonomik harcama getirmeden yeni önder (öğretmen) tarafından yapılabileceği kurgulanmıştı. Çünkü kırsal kesimde bu sorunları çözümleyebilecek yetişkin insan gücü yoktu. Yücel döneminde yapılan Enstitü binaları ile uç noktadaki okullar, eğitim malzemeleri en az maliyetle gerçekleştirildi; binaların uzun yıllar kullanımı toplam faydayı artırdı(9). Türkiye ekonomisi üzerine daha sonra hazırlanan Dünya Bankası raporunda bunlar görülmediği için, konu 1940-1949 yıllarındaki eğitim harcamalarının azlığı olarak belirtildi(10).

Öğretmen istihdamında ücret değerlendirmesi kamu harcamaları açısından fazla bir yük getirmeyecek şekilde düzenlendi. Öğretmenin bu ücretle köyde yaşamasının getirdiği güçlüğü aşabilmenin yolu olarak onu farklı işlevleri olacak şekilde yetiştirme, donatma gereği düşünüldü. Bu nedenle Enstitüde öğrendikleri tahta-demir işi, yapıcı, dülgerlik gibi işleri yapabilmeleri için erkek öğrencilere görev yaptıkları köylerde önderlik yapabilecekleri malzemeler göreve başlarken kendilerine veriliyordu. Benzer şekilde kız öğrencilere biçki araçları, dikiş makinesi verilerek görev yaptıkları köylerde hem iş yapmaları hem de bu alanda öncü olmaları amaçlanıyordu. Bunların yanında Enstitünün yer aldığı bölge tarımına göre yetiştirilen öğrencilerin köyde üretici, önder olmaları için gerekli toprak tahsisi yapılıyor, yeterli malzeme veriliyordu(11).

Kalkınma iktisadı açısından güdülen bu politika dönem dikkate alındığında çok anlamlıydı. Kalkınmanın yükünü zamana yaymadan, öncü bir kuşak tarafından tüm zorluklara katlanılması, maliyetin en az olarak gerçekleşmesi amaçlanıyordu. Bunun başarılı bir örneği Japon kalkınmasında aynı yıllarda uygulandı.

Yücel’in, arkadaşlarının amacı; köylüyü köleliklerin her türlüsünden kurtarmayı sağlayacak eğitim seferberliğiydi. Bunun ilk ayağı yaşamın her alanında karşılaştıkları sorunlarının çaresini aklı ile bulacak yeni bir kuşak yaratmaktı. Bilmek demek, yapmak demekti. Yetişecek kuşağın bilgisi, cila şeklinde, ezberlenerek benimsenmiş bilgi değil, iş içinde, iş aracılığıyla öğrenilen gerçek ve öz bilgi olacaktı. Bu kuşağın gerek yetişmesi gerekse üretimde bulunduğu sürede yurttaşı bilgilendirmesi gerekiyordu. Eleştirel aklı ile üretim biçimini, teknolojisini değiştirme gereksinimi duyacak, gerçekleştirecek olan köylü; siyasi ve ekonomik güç sahiplerinin baskılarından kurtulma yolunda gerekli eylemleri yapabilecekti(12).

Yaratılmak istenen yeni toplumda; Türk üst kimliğinde dil birliğini sağlama, kültürel renkliliği oluşturma, bütünleştirilme temel olacaktı(13). Dış göçle gelenler yanı sıra ulusal sınırlar içindeki etnik grupların aynı dil bütünlüğüne sahip kuşaklardan oluşması bu yolla çözümlenebilecekti. Zengin ve ahenkli dilimiz yeni harflerle genç beyinlere bu yolla çok daha kolay aktarılacaktı. Temel eğitimde yetişen kuşakların Türkçe öğrenmeleri, bunu yaşamlarının her alanında özellikle dinde kullanmalarının getireceği yarar açıktı. Yeni toplumun kültürlenme, kültür aktarımı ile yaşamda hızla yenilikleri benimsemeleri, uygulamaları için bu yol bulunmaz bir fırsat olacaktı. Böylece iş-eylem ulusçuluğu ile ülke canlandırılmaya başlanmıştı. Çünkü “ iş yapan adamın çok söyleyecek vakti yoktu”(14).

Sonuç: Türkiye’de farklı dönemlerde köy araştırması yapanların, araştırmayı yaptıktan belli bir süre sonra yeniden aynı köylere gittikleri zaman yaptıkları gözlemleri, fazla bir değişim olmadığı üzerinde yoğunlaşıyor. 1940’dan günümüze Anadolu köysel yerleşmelerinde gerçekleşen yenilikler bir elin parmak sayısına ancak ulaştı. Örneğin elektrik, yol, telefon bunlardan önde gelenleri oldu. Bunlar köylünün ürettiği değil, bakarak kullandıklarıydı. Köylünün doğayla, toplumla, ailesiyle olan ilişkisinde ne gibi değişim oldu? Yaşamın sürdürüldüğü konutlar aynı değil mi? Doğal olaylara dayanıksız, ısı geçirgenliği yüksek, tuvaleti dışarıda, sürekli akarsuyu olmayan bu konutlar, depremlerde fazla ölümler yanında, bebek-çocuk ölümlerinin yüksekliğinin, kadın-doğum hastalıklarının da yaratıcısı olma özelliğini sürdürüyor. Doğa ile ilişkilerde hep aynı söylem, aynı davranış sürmüyor mu? Kıyılardaki tarımı dışarıda bırakın. Diğerleri toprağı dünden farklı mı sürüyor? Yağmursuz geçen günler sonucu, yağmur duasından başka bir yol mu buldu?

Köylünün bilgilendirilmesi, bilgisini yaşamın her alanında kullanacak biçimde yetiştirilmesi günümüzde başarılmamış bir sosyal devlet hizmet açığı olarak karşımızda duruyor. Sözgelimi Doğu ve Güney Doğu Anadolu köyleri, ikincisi göç alan kentlerin belli ceplerindeki köy kökenli nüfusun eğitimsizliği, bundan kaynaklanan sağlık sorunu çözümlenemedi. Eğitim örgütlenmesi tüm kırsal yapıyı içermediği için dil birliği sağlanamadı. Kırsal yapıda etkinliğini sürdüren dinsel eğitimden ötürü belli yörelerde belli tarikatlar sosyal yaşamda güçlü bağlarını oluşturdu. Tarımda üretim, mülkiyet ilişkileri benzer örüntüsünü korudu. Ne toprak reformu yapıldı ne de üretici bilinçlendirildi.

Enstitülerin dünya görüşü içinde yetişen, yönetim erkini sorgulayan, yeni nesli “fikri ve vicdanı hür” yetiştirecek önder öğretmen tipi 1950 sonrası eğitim politikalarıyla yok edilmeye çalışıldı. Yaşadıklarımız; orta çağdan, uygarlığa geçiş köprüsünü tüm köylü nüfusun bilincinde, yaşamında kurmak isteyen Yücel’in, arkadaşlarının acı bir yıkım öyküsü oldu. Bu süreçte bir adım ötede olan medeniyeti, uygarlığı elleri ile yakalayıp getirmek isteyen; kulluktan, yurttaşlığa geçiş köprüsünü kuranlar, ülkemizde istedikleri başarıyı elde edemediler. Ancak sarkacın hep aynı yöne aynı hızla salınması mümkün mü?

Kutu 1: HAYATTA BEN EN ÇOK BABAMI SEVDİM

Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpı bacaklarıyla ha düştü, ha düşecek
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim.

 

Bilmezdi ki oturduğumuz semti,
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi.
Atlastan bakardım nereye gitti,
Öyle öyle ezber ettim gurbeti.

 

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
40ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbula,
Bi helallaşmak ister elbet, diğmi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oynunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.

 

En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin,
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Hayatta ben en çok babamı sevdim.

 

Kutu 2: Hasan Âli Yücel’in kısa yaşam öyküsü(16)

  • 17 Aralık 1897 İstanbul’da doğdu.
  • 11 Nisan 1915 Yedek subay olarak askere alındı
  • 1919 İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne yazıldı. Darulmuallimin-i Aliye’nin öğrenci kadrosuna alındı.
  • 30 Haziran 1921 Yüksek öğrenimini bitirdi.
  • 22 Ağustos 1922 Refika Hanım’la evlendi.
  • 19 Aralık 1922 İzmir’e öğretmen olarak atandı.
  • 01 Nisan 1923 İstanbul’a döndü,
  • 1924-1926 Değişik kurumlarda öğretmenlik yaptı
  • 21 Ağustos 1926 İkiz çocukları Canan ile Can doğdu
  • 19 Ocak 1927 Mıntıka müfettişi olarak İstanbul Maarif Egemenliğine atandı.
  • 1930 Bir yıl Paris’e denetim gezisine gitti.
  • 11 Kasım 1930 Mustafa Kemal ile birlikte üç ay Anadolu gezisine katıldı.
  • 06 Kasım 1932 Gazi Eğitim Enstitüsü müdürlüğüne atandı.
  • 12 Mart 1933 Maarif Vekâleti Orta Tedrisat Umum Müdürlüğüne atandı.
  • 01 Mart 1935 İzmir Milletvekili seçildi. CHP Genel İdare Kurulu üyesi oldu.
  • 28 Aralık 1938 Maarif Vekilliği’ne atandı.
  • 05 Ağustos 1946 Bakanlıktan istifa etti.
  • 21 Kasım 1950 Cumhuriyet Halk Partisi ile Ulus gazetesinden istifa etti.
  • 22 Kasım 1952-15 Temmuz 1960 T.İş Bankası kültür yayınları müşaviri oldu
  • 05 Ekim 1960 UNESCO 11. Genel toplantısına delege olarak katıldı.
  • 26 Şubat 1961 İstanbul’da öldü
  • 02 Mart 1961 Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi.

 

Kutu 3 : Hasan-Ali Yücel’i Anma Yılı

UNESCO’nun önce Milli Komisyonunda çeşitli ihtisas komitelerinde görevler aldı. Daha sonra UNESCO Yönetim Kurulu üyesi seçildi. “Fikir zenginliği ile bir yaşam pınarı, her şeyin üstünde sevecen, yürek ve heyecan sahibi bir insan” olarak görev yaptı (Zeki Karabuda, aktaran M.Başaran s.193)

 

Dünyayı kana boyayan II.Dünya Savaşı’nın ardından UNESCO’nun ilk toplantısına katılan ve o sırada Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel, karikatürist Cemal Nadir “uçan kale” olarak nitelenmiş ve şöyle bir konuşma yapmıştı :

 

“Biz buraya, son yirmi yıl içinde, insanlığın yeni isteklerine uymak için bütün kurumlarında inkılap yapmış ve yeni nesillerini barış ve sevgiyle Uluslar arası dostluğa inanla yetiştirmiş bir ulusun temswilcileri olarak katılıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri, kendi güven ve rahatını, başka ulusların güven ve rahatlığında aramıştır. İnkılapçı Türk devletinde milli eğitim esasları şunlar olmuştur:

 

  1. a) Bütün dünya milletlerini tanımak, anlamak, saymak,
  2. b) Kapalı bir kültürde mahpus kalmayarak, insanlığın ortak kültür kaynaklarına gitmek,
  3. c) Yurttaşlar arasında ırk, din, dil, sınıf farkı gözetmemek.”

 

(Başaran, s.191)

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) , onun doğumunun 100.Yılına denk gelen, 1997 yılını HaHasan Ali Yücel’i Anma Yılı olarak ilan etmiştir. Hasan Ali Yücel’in Türk kültürüne ve Türk ulusuna yaptığı hizmetler, ulusal sınırlara sığmadı; insanlık dünyasına taştı. Bu nedenle Birleşmiş Milletler Hasan Ali Yücel’in hizmetlerini UNESCO aracılığıyla, tüm insanlığa yapılmış saydı. 1997 yılını, bu değerli insanı anma yılı olarak adlandırdı.

Kutu 4: Başaran’ın Kızkardeşleri

Mehmet Başaran’ın güzel şiir yazdığı Köy Enstitüsü yıllarında anlaşılmıştı. Milli Eğitim Bakanı Hasan Alı Yücel ile ilk karşılaşmasında, ondan şiir okuması istenmişti. Okumak isterken çok heyecanlanmış ve hatta şiirin sonunu unutmuştur. Yardımına İsmail Hakkı Tonguç yetişmiş ve cebinde sakladığı şiirin yazılı metnini ona vererek, tamamlamasını sağlamıştı. Daha sonra Bakan, onuna yanına çağırmış; şiirini çok beğendiğini, ama onu güzel okumanın da bir sanat olduğunu söyleyerek birlikte bunu öğrenmelerini önermişti. Tek tek vurgularıyla, öğretmeni gibi, ona şiirin nasıl okunacağını öğretmişti.

Bu konuşma sırasında onun kafasının karışık olduğunu ve kaygıları olduğunu da hissetmiş ve sormuştu. Gerçekten de Mehmet Başaran, yaşanan ikinci dünya savaşı koşullarında, fakir ana babasını Trakya köylerinde, kendisinden daha küçük iki kız bir erkek kardeşiyle yalnız bırakmış olmanın ezikliğini yaşıyordu. Şimdi bir de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne gidecek başarılı öğrenciler arasına seçilmişti. Onlara karşı haksızlık yaptığı, bu yolda devam etmenin bencillik olduğunu düşünüyordu. Bakan Hasan Ali Yücel uzun uzun düşündü :

− “İki kız kardeşim var demiştin değil mi?”

− Evet.

− “Bak evladım. Hemen bu gece babana mektup yazacak, kız kardeşlerinin Kepirtepe Köy Enstitüsü’ne götürmelerini benim istediğimi bildireceksin. Yarın müdür İhsan Kalabay’a telgraf çekceğim ben de. Enstitü’ye alalım o kızları da kurtaralım Başaran. Keşke tüm köy kızlarını kurtarabilsek.. Unutma, izleyeceğim.”

Beş altı yaşlarından beri kırda bayırda işe koşulan kardeşlerimi düşündüm. Çöcükluklarını bile yaşayamamışlardı. Oyun, eğlence bilmezlerdi. Dersleri iyi sayılırdı. Ah, enstitüye bir girebilseler, dersliklerde, işliklerde yüzlerine mkan gelse, bir şeyler öğrendikçe gözleri ışısaydı. Onlar da türkü söylese, halay çekseldi şenlik akşamlarında …(…) Köye gittiğimde, ikisi de evlenmişti kızkardeşlerimin. Biri yakın köye gelin gitmişti. Büyüğü köydeydi. Az sonra, başı gözü sarılı karşıma çıktı. Kocası dövünce baba evine kaçmıştı. Babam derin derin içini çekti : “Ah o Yücel baba, ah! Şu kızlar kurtulacaktı, ama yoksulluğun gözü çıksın. Ziyan ettik kızları, öğretmen olacaklardı şimdi, sürünmeyeceklerdi böyle. (17)

Dipnotlar :

  1. Atatürk: Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 15, s.51-58, Kaynak Yayınları, İstanbul.
  2. Başar, Ahmet Hamdi: Atatürk’le Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye, s. 27-28, Ankara,1981.
  3. Coşkun, Alev: Hasan Âli Yücel Aydınlanma Devrimcisi, Cumhuriyet Kitapları, s.39-40, İstanbul, 2010.
  4. Çıkar, Mustafa(aktaran): Hasan Âli Yücel ve Türk Kültür Reformu, s.58, , İş Bankası yayını, Ankara, 1997.
  5. Buradaki Özdemir Nutku, Mümtaz Soysal ve Güzel Yücel Gier’e ait üç alıntı; Aramızdan Ayrılışının 50. Yılında HasanÂli Yücel’den Günümüze Eğitim Bilim Kültür Politikaları Sempozyumu 25-26 Şubat 2011, İzmir, Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği Yayınından alındı. Nutku; s.245, Soysal;72, Gier;47-48.
  6. Kendisine çok güzel oyuncaklar getiren Erdal İnönü, oyuncakları alır, babasına teşekkür ettikten sonra “ Ama ben annemi daha çok seviyorum” dermiş. İnönü, Erdal: Anılar ve Düşünceler, İstanbul, Doğan Kitapçılık, 2001. Günümüzde özel yetkili mahkemelerde yargılanan çoğu babanın, kızları tarafından ne kadar sevildiği görüldü. Öyle ki bu sevgi nedeniyle ziyaret günleri babası Tuncay Özkan’ı görmeye giden kızı okuluna devamsızlıktan ötürü belge aldı.
  7. Yücel, Can: “Öldü”, İmece Dergisi, Sayı:2, 1961.
  8. Bu bölümdeki yazılar için kaynak: Çıkar, Mustafa: HasanÂli Yücel ve Türk Kültür Devrimi, Türkiye İş Bankası yayını, İstanbul, 1997.
  9. Başaran, Mehmet: Özgürleşme Eylemi Köy Enstitüleri, s.29, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2003. Makal, Mahmut: Köy Enstitüleri ve Ötesi, s. 65, Güldikeni yayınları, Ankara,1997.
  10. Barker J. M. vd.: Türkiye Ekonomisi: Kalkınma Programı İçin Tahlil ve Tavsiyeler, Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası raporu, Akın Matbaası, Ankara, 1951.
  11. Peker, Mümtaz: Feyzullah Ertuğrul’la özel görüşme, Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, Ankara,1971.
  12. Tonguç, İ. Hakkı: Eğitim Yolu ile Canlandırılacak Köy, Remzi Kitabevi, İstanbul,1947.
  13. Peker, Mümtaz: Prof. Dr. Yakup Kepenek Enstitüye başladığı ilk yılda arkadaşları ile konuşulan dil bağlamında anlaşmakta güçlük çektiğini; fakat ikinci yılda tüm arkadaşlarının birbiri ile çok güzel bir şekilde Türkçe konuşarak iletişim kurmada başarılı olduğunu belirtti. Özel görüşme, İzmir, 2011.
  14. Yücel, Hasan Âli: Pazartesi Konuşmaları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 3. Baskı, 2009.
  15. Ertuğrul F.: Özgürleşme Yolunda Unutulmuş Bir Uğrak, Hasan-Ali Yücel Kenan Öner Davası, Güldiken Yayınları, Nisan 2000 s.11.
  16. Çıkar, Mustafa: Hasan-Âli Yücel ve Türk Kültür Devrimi, Türkiye İş Bankası yayını, İstanbul, 1997.
  17. Başaran M. : Büyük Aydınlanmacı Öğretmenim Hasan Ali Yücel, T.İş Bankası Kültür Yayınları 2.Baskı, Mayıs 2010 s.9

* Dr., Sosyolog

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , ,

Arşivler