“Ahlak yukarıdan aşağı ağar.” Bertrand Russel
…
Anadolu taşrasında genç bir öğretmen olarak görev yaparken her yazısını iple çektiğimiz bir gazeteci-yazar vardı. Salt gazeteci-yazar demek ne derece doğru olur bilemem; ama o, usta gazeteciliği yanında usta da bir yazardı ve unutulmayacak denemeleriyle (ya röportajları…) bizim klasiklerimiz arasında yerini almıştı. Yaşam, yaşanagiden bu yargımızı doğruladı. O yazar Sadun Tanju idi.
Durup dururken değil, sizin son dergide yayınlanan “Sosyal Politika’ya İlişkin İkinci Büyük Hükümet Darbesi…”(**) (Çalışma Ortamı, Sayı: 118) ve yaşayagittiğimiz “traji-komik”in (!) itkisiyle aklıma düştü Sadun Tanju. Onca yıl sonra, yazarın Salmanasar Gururu ve Korkuyorsun Sen başlıklı iki yazısına yeniden bakmak için “Kutsal İnekler”i (Bilgi Y. 1976) bulmamla, sararmış sayfaların harmanında savrulmam bir oldu.
O, her biri, bir diğerini önceleyen, ya da biri ötekinin dalında göverip-gelişen yazıların tümü, temelde tek bir yazıyı kurup-gövdelendiriyordu sanki: İnsana ve insan onuruna saygılı bir yasa ve yaşam egemenliği. Felsefeyle şiirin, toplumsal olanla bireysel olanın terazisinde tartılmış damıtık metinlerle; aklın ve yüreğin kardeşliğiyle örülüp, örgülenmiş bu yazılarla yazar, bizi bir iç hesaplaşmasına, sel önünde kütük olmaktan kendi olmaya, kendisi olmaya çağırıyordu.
…
Sadun Tanju anlatıyor:
“Bir Fransız filmi gördüm. İşsiz kalan iki tiyatro oyuncusu yaşayabilmek için küçük küçük dolandırıcılıklara başlıyorlar. Önceleri karın doyurma, günlük ihtiyaçları sağlama yönünde elde ettikleri başarılarla, giderek, ahlaksal kuralları varmış gibi görünen toplum yapısının her türlü hileye, dolandırıcılığa ve sahteciliğe yatkın olduğunu keşfediyorlar. Vurgunlar büyüyor ve parayla beraber saygınlık da geliyor. Bu saygınlık öylesine güçlü ki, resmi kişiler işin farkına vardıktan sonra da, başarının önünde şapkalarını çıkararak, yükselmesini becermiş ahlaksızlığa olan hayranlıklarını belirtiyorlar.” İnsan etiyle, insan onuruyla beslenip büyüyen daha büyük ve tiranik örgütlenmelerin, bu tipik toplumsal sayrılıktan beslendiğini çarpıcı örneklerle vurgulayan yazar, sıradan insanların hamuruna karışmış aynı illetin tuğlalarıyla yükselen daha “itibarlı ve korunmuş” öteki yapılara/yapılanmalara getiriyordu sözü. Kendi toplumunu kıyasıya eleştirdiğini vurguladığı bir Amerikalı toplumbilimciye. Egemen sınıfın gözlerden saklamak için binbir düzen kurup-kotardığı siyasal iktidar yapılanmasını didik didik ettiğini söylediği Wright Mills’a. Onun “Çağdaş toplumların demokratik, özgür ve uygar görünümünün altında nasıl bir ‘başka ahlak’, daha doğrusu ahlaksızlık olduğunu” işlediği “İktidar Seçkinleri” adlı yapıtına:
“Bugünkü demokratik görünümlü toplumlar, aslında, işlerini yürütmek isteyen egemen güçlerin aracı haline getirilmekte ve kendine ihanet eder duruma düşürülmektedir. Aydınlatmak yerine karartmak, diriltmek yerine öldürmek, gerçek yerine iftira, çamur, Wright Mills’ın Amerikan demokrasisini yönetenlerde bulduğu ortak ögeler budur.” Sonra sözü bir Amerikalıdan alıp, başka bir Amerikalıya veriyordu:
Amerikalı yazar Robert Penn Warren’ın “İktidar Çamuru” adlı romanındaki bir “tip”e, Vali Willie Stark’a çeviriyordu gözlerimizi. Onun gözünden Amerikan tipi demokrasinin nasıl işlediğini anlatıyordu. “İktidarda olmak, iktidarı kaybetmemek için bütün değer yargılarını, ahlak, namus, erdem kavramlarını çiğneyip geçer Vali Stark. Bir tek kural vardır onun için. Politika çamur içinde yapılır ve temiz kalmak isteyenlere de çamur atılır! Vali Stark, toplumun temiz ve erdemli tanıdığı kişilere de çamur bulaştırmak işini başarıyla yürütür. Geçmişteki en önemsiz, en masum ilişkiler bile onun için malzemedir ve rakibi savunmaya zorlamak amaciyle en hurda ayrıntılar bile saldırı aracı olarak kullanılabilir.”
Sadun Tanju, sözün burasında, yine Wright Mills’ın “üst ahlaksızlık” dediği toplumbilimsel saptamaya vurguyla sürdürür yazısını: ‘Bir toplumda en üst çevrelerle orta düzeydeki çevreler bile kurnaz ve işini bilir olmanın yeterliğine her şeyden çok inanmaya başlamışlarsa, böyle bir toplumda bireysel ahlak duygusu olan kişilere rastlamak güçleşir; çıkarcılığa, işini bilir olmaya dayanan bir toplumda ahlak ve vicdan sahibi bireyler yetişmez olur.’ Yani ‘üst ahlaksızlık’ aslında toplumu ve bireyleri bozmanın, yozlaştırmanın bir metodudur. O (Mills) kendi toplumunda, süper devlet Amerika’da bile halkın ve bireylerin nasıl ince metotlarla budala, güdümlü, sadece kendilerine şırınga edilen sözler ve fikirlerle hareket eden robotlar haline getirilmek istendiğini görmüştür…”
…
Hızla Amerikanlaştırılan bir dünyada, bize, sosyal politikaların artık devreden tümüyle çıkarılacağı bir yarını haber verip, titizlikle uyaran yazınızı okurken sorunun sırtını dayadığını düşündüğüm o toplumsal sayrılığın gölgesi de yazınız boyu peşimi bırakmadı. Onun için olmalı ki Sadun Tanju’nun o iki yazısını anımsadım. Bugün de içerden dışarıya, yakından uzağa bu yazılarda dile getirilen kamusal/kurumsal/insani sayrılık dallanıp, budaklanarak sürmüyor mu? İyi de, bireysel ve tabii ardısıra toplumsal vicdanın iflas ettirilmesi üzerine kurulacak bir dünya, olabilecek dünyaların en kötüsü değil midir?!
Böyle bir dünyayı kurup üretenler de, son çözümlemede sırtlarını yaslayacakları son duvarı da yitirmiş olmayacaklar mıdır? Böyle bir dünyanın yeniden insanca, topluca ve toplumca, bir erdem ortak tabanı üzerinde kirinden/ pasından arındırılması olanak ve olasılığı var mıdır? Vardır elbet; ama, bireysel ve toplumsal düzlemde önce ve öncelikle, Mills’ın sözünü ettiği o “üst ahlaksızlık”ın ya da ahlaksızlıklar ahlaksızlığının ayırdına varmak koşuluyla. Üstelik, “üst ahlaksızlık” koalisyonu üzerine kurulu tiranik dünya, aynı “iflas”ın gözlerden gizlenmesi için suç ortaklıklarını büyütmek, kirlilik coğrafyasını daha da genişletmek, bunun için de, o en büyük ahlaksızlığın, emperyalist savaşın tamtamlarını çalmaya başlamışken…
* Yazar
** “Sosyal Politika’ya İlişkin İkinci Büyük Hükümet Darbesi… “ (Çalışma Ortamı”, Sayı: 118) başlıklı yazıda “Sol” politika olmadan “sosyal politika” nasıl olur ayrıntılarıyla anlatılmış; Sabiha Sertel’le Zekeriya Sertel’i birlikte düşününce, sade bizim değil, dünyanın yaşayagittiği trajedi daha netleşiyor. (Emel Danışoğlu, Sabiha Sertel’den Günümüze Sosyal Hizmet Eğitiminin 50. Yılı, Cumhuriyet, 9 Ekim 2011)
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)