Adalet Mücadelesinin Kaldıracı Olarak Eşitlikçi Siyasal Dayanışma(1)

 

“Dayanışma ve adalet aynı madalyonun iki yüzü gibidir” (J. Habermas,1991:70).

GIRIŞ

Dayanışma, dinsel içeriğinden sıyrılıp sekülerleştiği ve yurttaş haklarıyla ilişkilendirilip politikleştiği Fransız Devrimi yıllarından başlayarak bir siyasal prensip ve olgu olarak insan hakları, özgürlük, eşitlik ve adalet arayışıyla bütünleşti. Mücadele kavramı olma niteliğini 19. yüzyıl boyunca işçi sınıfı hareketi içinde pekiştirdi. Dayanışmanın kuramsal ve pratik geleneğinde “merhamet ve yardım”ın, hiyerarşik ilişkilerin, grup egoizminin ve ötekileştirmenin yeri olmadı. Tersine sözcük, merhamet duymak yerine insan onurunun korunması ve pür duygusal sebepler yerine bilinçle ve sorumlulukla harekete geçme ilkeleriyle bağdaştı. Uluslar arası dayanışma kavramı da, 19. yüzyılın sonlarına doğru, işçi sınıfı dayanışmasının ulusal sınırları aşma çabaları içinde gündeme geldi.

Dayanışma sözcüğü başka ülkelerde ve Türkiye’de günlük siyaset dilinde yaygın kullanılıyor. Birbirinden çok farklı ve genellikle çelişkili atıflarla ve işlevlerle, soldan sağa, birçok siyasi partinin ve hareketin programlarında ve temel belgelerinde bir ilke olarak yer alıyor. Dayanışma aynı zamanda çağrı ve slogan niteliği taşıyan bir kavram ve bu kullanım biçimi, 19.yüzyılda olduğu gibi bugün de dünya genelinde yaygındır. Kuramda ve pratikte sözcüğün başına eklenen sıfatlar aracılığı ile bir değil, birçok farklı dayanışma tipi türetilmiştir. Siyasal, sosyal, ekonomik dayanışma, kurumsal, uluslar arası, kuşaklar arası dayanışma gibi.

Bu yazıda dayanışma, geleneğine uygun olarak siyasal içerikli bir kavram olarak ele alınıyor. Özgün bir konsept olarak eşitlikçi siyasal dayanışma anlayışı, temel unsurları ve işlevleri ile kısaca açıklanıyor. Bu anlayışa uygun dayanışma pratiklerini geliştirmenin, hak mücadelelerine sağlayacağı katkı vurgulanıyor.

  1. Dayanışma Kavramı

Dayanışma, ortak bir amaç için bir araya gelenlerin amaca yürüyüşleri esnasında birbirini desteklemesidir. Daha kapsayıcı bir tanımla, bireylerin ve örgütlü/ örgütsüz toplulukların hareket alanlarını genişletmek amacıyla güçlerini birleştirmelerini ifade eden etik ve politik bir prensiptir (Candeias, 2010:10). Bir başka tanımla dayanışma, ortak talepler için birleşenlerin birbirine sorumluluk duyduğu bir topluluk davranışıdır (Walzer,1997: 32). Bu sorumluluk, topluluk çıkarlarının ve taleplerinin kısa vadeli bireysel çıkarlara ve taleplere karşı öncelikli olmasını da kapsar.

Dayanışmayı kuramsal ve pratik olarak güncelleştiren, küresel kapitalizmin var olan eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri derinleştirmesidir. Küreselleşme, sermayeyi birleştirip sınıfsal güç dengesizliklerini emekçiler aleyhine derinleştirir ve emekçilerin birleşik mücadelesini zorunlu kılarken, bir yandan da dayanışmanın maddi temellerini zayıflatıyor. Erk sahipleri tarafından, esnek çalışma, taşeronlaşma ve toplumu her yolla bölüp parçalama gayretleri yaygınlaştırılıyor; yazılı ve görsel medya vb. araçlar kullanılarak, topluma bireysel çıkar odaklı davranma kalıbı dayatılıyor. Amaç, kamusal sosyal güvenlik sistemine karşı bireysel sigortacılığın, kamu ekonomisine karşı özelleştirmelerin ve kolektif sorumluluk anlayışından beslenen dayanışmaya karşı bireysel sorumluluğun ve rekabetin körüklenip dayatılmasıdır.

Siyaset bilimi literatüründe genel kabul gören bir kavramsal çerçeveye göre dayanışma şu üç kurucu unsurdan oluşur: Dayanışma, i) bir grup insanın veya bir topluluğun karşılıklı ilişkisidir. ii) Grup veya topluluk içinde ihtiyaç halinde her bireyin birbiri tarafından desteklenmesi konusundaki görüş birliğidir. iii) Birlikte desteklenecek veya savunulacak hakkın veya talebin meşru ve adalet ilkesine uygun olmasıdır (Bayertz, 1998:12). Farklı kavramsal bakışlar ve dayanışma anlayışları, Bayertz’in belirlediği bu üç unsur derinleştirildiğinde ortaya çıkmaktadır. Eşitlikçi siyasal dayanışma, bu kavramsal çerçeveden hareketle oluşturulan bir siyasal dayanışma konseptidir.

  1. Eşitlikçi Siyasal Dayanışma (ESD)

2.1. ESD’nın Tanımı ve İşlevi

Dayanışmanın normatif anlamlandırması konusunda birbiri ile çatışan iki temel yaklaşım bulunuyor. Bunlardan birinde dayanışma, bir “grup kalkanı” gibi görülüp, topluluk odaklı amaçları öne çıkaran yapıları esas alır. Karşı yaklaşım olarak ESD, insan haklarının evrenselliği ve sınır tanımazlık ilkesi zemininde şekillenir. İlke, sömürülen, dışlanan, haksızlığa ve baskıya uğrayan herkesin birbiri için sorumluluk duyması ve birlikte mücadele etmesidir.

ESD, etnik kökeni, dinsel tercihleri, hatta ideolojik ve siyasal görüşleri farklı da olsa, ortak siyasal amaçlarda birleşenlerin kurduğu güç birliğidir (Arango 2012). Daha öz bir tanımla ESD, belirli siyasal hedefler dışında bir ortaklığı olmayanlar arasında kurulan dayanışmadır. Bu, ESD üzerine sol perspektiften oluşturulan güncel anlamlandırmadır ve söz edilen anlayışın kökleri 18. yüzyıla dayanır. Tüm kimlik farklılıklarına rağmen ortak siyasal amaçları benimseyen topluluk mensuplarından birinin veya bazılarının hak ihlaline uğraması halinde diğerleri tarafından desteklenmesi de ESD’nin bir biçimidir. “Dayanışma, sosyal mücadeleler tarihinde “hak kazanımları alanında sağlanan ilerlemenin en önemli kaynağıdır”. Katıldığımız bu tespitinden hareketle Bayertz (1998:45 ve 49), dayanışma sözcüğünün sadece hak mücadelelerinde birbirini destekleyen aktivistler için kullanılabileceğini belirtir.

ESD’nin işlevini açıklamanın ve güncel siyasal söylemdeki yaygın kullanımını gerekçelendirmenin en kısa yolu şu soruyu sormaktır: ESD hangi toplumsal sınıflar ve kesimler için gereklidir? Yanıt nettir. Dayanışma, kapitalizmin doğası gereği her saniye haksızlığa uğrayan işçiler, siyaset alanının dışına itilmiş tüm emekçiler, işsizler; eşitlik, özgürlük, adalet, barış ve demokrasi talep ettikleri için hakları gasp edilenler; cinsiyet, etnik köken, dini inanç vb. faktörlerden kaynaklanan nedenlerle ayrımcılığa uğrayanlar, savaş mağdurları, herhangi bir nedenle azınlıkta olanlar, engelliler, kimsesizler kısaca hak, adalet ve destek arayışında olan herkes için gereklidir.

2.2.Eşitlikçi Siyasal Dayanışmanın Temel Unsurları

  1. Dayanışmanın Ortak Zemini: i)İnsan Olmak:

ESD anlayışında topluluğu birleştiren tek ortak özellik “insan” olmaktır. İnsan haklarının hareket noktasını oluşturan bütün insanların eşit ve özgür doğduğu gerçeği, ESD anlayışının özündeki ilkedir. “Eşitlikçi” nitelemesi, dayanışma pratiği içinde kadın erkek, her yaştan ve meslekten, farklı etnik kökenlerden ve dini inanışlardan, siyasi görüşlerden gelenlerin bu ayrımları görmeyen bir mücadele birliğini gerektirir. ii) Duygulara Değil Akla ve Bilince Dayanmak: ESD, ne merhamet, ne de milliyetçi hezeyanlar vb. duygular üzerine inşa edilemez; mutlaka akla ve bilince dayanır ve birleştirici zemin, ortak siyasal amaçlardır. Salt duygusal motifler üzerinde temellenen dayanışmanın manipülasyonlara kışkırtmalara açık ve dolayısıyla dayanışmacı topluluk dışında kalanlar için tehlikeli olması kaçınılmazdır (Walzer, 1997:32). Bu tip risklere karşı aşılmaması zorunlu olan hassas sınır, topluluğun kendi içindeki bütünleşmenin ve işbirliğinin yapısının, topluluk dışında kalanlara karşı ayrımcı, aşağılayıcı ve düşmanca bir tutum içine girmesine yol açmayacak nitelikte olmasıdır.

  1. Dayanışma Amaçlarının Evrenselliği: Normatif yönü de olan bir kavram olan dayanışmadan söz edebilmek için, önce insanların ne tür amaçlarda birleştikleri irdelenmelidir. Siyasal bir kavram olan dayanışmanın amaçları konusunda Bayertz’in yukarıda değindiğimiz kavramsal çerçevesindeki “meşru ve haklı amaçlar” unsuru yol göstericidir. Yol gösterici olan diğer bir unsur, tarihi 19.yüzyıl işçi sınıfı hareketine dayanan “Herkes için eşit özgürlük” ilkesidir. ESD anlayışında dayanışmanın amaçları, insan haklarının evrenselliği temelinde herkes için genelleştirilebilir nitelikte amaçlar olmalıdır. Bu nedenle de özel ve dar grup çıkarları gibi görünen kimi talepler, insan haklarının evrenselliği ilkesi ile bağdaştığı sürece grup egoizmini yansıtan amaçlar olarak görülemez. Aksi yönde bir bakış açısı, ayrımcılığa karşı yürütülen hak mücadelelerinin göz ardı edilmesi sonucunu doğurur.
  2. Dayanışmanın Amaçsal Niteliği: ESD anlayışında dayanışma, salt rasyonel bir bakışla işlevselleştirilip, eşitsizliklere karşı mücadelede bir güç kazanma yöntemine indirgenmez; küresel kapitalizmin topluma dayattığı bireysel çıkar ve rekabet temelli anlayışı reddederek farklı bir sosyalleşme önerisini bünyesinde taşıdığı için amaçsal bir nitelik de barındırır. İnsan haklarına saygılı bir birliktelik olarak dayanışma bir mücadele yöntemi olmaktan daha fazlasıdır. Yarattığı dinamik ve insancıl iklimle, kısmi ve geçici de olsa sağladığı başarılarla, ürettiği kolektif cesaret ve özgüvenle dayanışma, başka bir dünyanın mümkün olduğu umudunu besleyip büyüten bir işlev taşır. Özünde devrimci bir siyasal söylem olarak dayanışmanın her türlü homojenlik arayışının dışında tutulması ve “biz” anlayışını çokluğun içinde yaratması zorunludur.
  3. Sahte Dayanışma Söylemleriyle Mücadele: Siyasal erkin ve sağın söyleminde dayanışma sözcüğü, toplumsal sınıflar arası güç dengesizliklerini görünmez kılıp, erki güçlendirmek için kullanılan bir araçtır. Oysa desteklenmesi gerekeni kendi bencil çıkarları için destekleyenin kurduğu ilişki bir egemenlik ilişkisidir (Badiou,2016). ESD’de amaç, destekleyenin desteklenene bir şeyler “vermesi” değil; uğradığı haksızlığa karşı direnebilmesini sağlamak için onu güçlendirmesidir. Öncelikle sosyal hukuk devleti ilkesinin sözde kaldığı ülkelerde ESD konseptinin önemli bir bileşeni de sahte dayanışma söylemlerine karşı mücadeledir. Bu mücadele sözle değil, ESD anlayışını hayatın her alanında yaygınlaştırıp, gerçek dayanışma örneklerini çoğaltarak verilebilir.

Sonuç

Siyasal düşünceler ve mücadeleler tarihine damga vuran ideal, insan onurunun korunup yüceltilmesidir. Dayanışma yalnızca bir kavram ve olgu değil, insan onurunun korunmasına katkıda bulunduğu için aynı zamanda siyasal-toplumsal anlamda evrensel bir normdur. Çünkü eşitlikçi siyasal dayanışmanın hareket noktasındaki amaç da insanlık onurunun korunmasıdır.

Dayanışma denildiğinde iki nedenle devrimci bir söylem akla gelmelidir. Çünkü birincisi kavram, 18. yüzyıldan bu yana, verili koşulları daha demokratik ve adil olana doğru değiştirip yeniden kurmakla ilgili oldu. İkincisi, sadece normatif bir ilke olarak değil; pratikte de haklı ve meşru amaçlar için mücadele eden kitlelerin eşitlik ve özgürlük talebini yükseltti. Bu sonucu, mücadeleyi yeni hak kazanımları ile pekiştirerek, böylece adil ve ortak amaçlar için kitlelerin birlikte hareket etmesinin bir güç kaynağı olduğunu göstererek başardı.

Siyasal değerler ve normlar, toplumsal gerçekliği değerlendirmenin ana kriterleridir. Toplumun bugünkü durumunu, ancak nasıl olması gerektiğine dair insan onurunu merkeze alan sistemli bir tasarımı olanlar doğru değerlendirebilir. Dayanışma olmaksızın adalet ve adalet olmaksızın eşitlik ve özgürlük de yoktur. Dayanışma ilkesi ve pratiği güçlenmeden, insan haklarına saygılı bir toplum düzeni kurulamaz.

(1)Bu yazının geniş versiyonu için bkz: “Hak Mücadelelerinde Eşitlikçi Siyasal Dayanışma” (N. Mütevellioğlu ve D.Schulze), içinde: Gürhan Fişek’in İzinde Ortak Emek ve Ortak Eylem (Kolektif) Siyasal Kitapevi, 493-520.

Kaynaklar

Arango, Rodolfo (2012) Solidarität und soziale Demokratie, içinde: VRÜ -Verfassung und Recht in Übersee- (Sayı: 4), 385- 393.

Badiou, Alain (2016) Etik. Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme (Çeviren: Tuncay Birkan). 4. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları.

Bayertz, Kurt (1998) Begriff und Problem der Solidarität, in: Bayertz, Kurt (Edit.), Solidarität. Begriff und Problem. Frankfurt am Main: Suhrkamp, 11-53.

Candeias, Mario (2010) Von der fragmentarischen Linken zum Mosaik, in: Luxemburg 1/2010, 6-17

Habermas, Jürgen (1991) Erläuterungen zur Diskursethik. Frankfurt am Main: Suhrkamp.

Walzer, Michael (1997) Pluralismus und Demokratie, in: Julian Nida- Rümelin ve Wolfgang Thierse (Edit.), Philosophie und Politik. Essen: Klartext Verlag, 24-40.

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , , ,

Arşivler