Zimbabve Ordusu
Madenlerde Zorla Çocuk Çalıştırıyor
Zimbabwe ordusu, çocukların zorla çalıştırılmasına neden olduğu ve Marange bölgesinde yer alan elmas madenlerinde köylüleri dövdüğü gerekçesiyle, Human Rights Watch tarafından uyarıldı. (ZANU-PF) Zimbabwe African National Union-Patriotic Front tarafından kontrol edilen ordu, 2008 yılında ele geçirilen elmas madenleri için 200 kişinin ölümüne neden olmakla suçlanmıştı.
Human Rights Watch tarafından yayınlanan 62 sayfalık rapora göre, Haziran 2006’da Marange bölgesinde yer alan elmas madenlerinin keşfedilmesinden sonra polis ve ordu, bölgeye giriş ve çıkışları denetlemek için büyük baskıları uygulamaya başladı. Bu bölgeden gelen elmas gelirlerinin bir kısmı, iktidar partisinin elitlerine aktarıldı. ZANU-PF, iktidar ortağı olarak, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik kriz nedeniyle, acil para gereksinimi içerisinde.
Human Rights Watch’un Afrika Yönetmeni Georgette Gagnon, polis ve ordunun huzur ve mutluluk içerisinde yaşayan bu güzel kasabayı, bir korku köyüne çevirdiğini belirtiyor. Gagnon, Zimbabve’nin yeni hükumetinin bu gidişata, hemen müdahil olması gerektiğini savunuyor.
Şubat 2009’da, Human Rights Watch araştırmacıları, bölgede olaylara şahit olan 100’den fazla madenci, asker, köylü, hemşire, doktor, avukat, polis, mağdur ve mağdur yakınlarıyla görüştü.
2006 Kasım’ı ile 2008 Ekim’i arasında, bölgede sözde kaçakçılığı engellemek amacıyla konuşlanan polis memurlarının, insanların dövülmelerinden, öldürülmelerinden ve işkenceye maruz bırakılmalarından sorumlu oldukları konusunda birçok görüşülen kişi hemfikir.
13 yaşında bir kız, her gün maden cevheri taşıdığını ve sadece kısa aralıklarla dinlendiğini, sabah sekizden önce çalışmaya başladıklarını ve akşam altıdan önce işi bırakmadıklarını söylüyor.
Bir madenci, iki arkadaşı ile birlikte elmas madeninde çalışırken kendinin kasığından vurularak yere yığıldığını diğer iki arkadaşının ise başından vurularak öldürüldüğünü ifade ediyor.
Rapor aynı zamanda ordunun, sözde bölgedeki kaçakçılığı engellemek amacıyla giriştiği işgalin, ne boyutta vahşet saçtığını da gözler önüne seriyor. Hakudzokwi (Dönüş Yok) adı verilen operasyon, 27 Ekim 2008 günü helikopterlerin otomatik silahlarla açtığı ateş ile birlikte bütün madencileri bölgeden uzaklaştırdı. Askerler, sivillerin üstüne mermi atarken, aynı zamanda elmas madenlerinin bulunduğu bölgelere ve çevre köylere de gözyaşı gazı attı. Yerde bulunan askerler ise hiçbir uyarıda bulunmadan, AK-47 silahlarıyla sivillerin üzerine mermi yağdırdı. Ordunun bu acımasız işgali, çoğu çocuk 200 kişinin ölmesine neden oldu. Askerler bölge halkına zorla toplu mezarlar kazdırdılar.
Polis ve ordu görevlileri bölgeyi işgal ettiği sırada, devlet için çalışan maden işçilerinin, uzun zamandır ücret almadıkları tespit edildi. Sözde yasa dışı elmas ticaretini engellemek amacıyla madenleri işgal eden ordu, buradan elde ettiği gelirle seçimleri kazanmak için başka askeri operasyonlara da kaynak oluşturdu. Yüzlerce çocuğu döverek zorla madenlerde çalıştıran askerler, elde ettikleri geliri doğrudan partinin üst düzey yetkililerine aktarıyorlar. Bu paraların önemli bir bölümü, ülkedeki baskı rejimini devam ettirmek için kullanılırken, arta kalan hiç de azımsanmayacak büyüklükteki servet ise, partinin elitleri tarafından yurtdışındaki banka hesaplarına aktarılıyor.
Doğu Avrupa’da Kayıp Bir Kuşak
Doğu Avrupa’da son zamanlarda yetişkinlerin çalışmak için başka ülkelere göç etmesi sonucunda milyonlarca çocuk suça ve sömürülmeye itiliyor. Çalışmak için ayrılan anne ve babaların arkalarında bıraktıkları çocukları, akrabalarının, yakınlarının veya çocuk bakım evlerinin merhametine terk ediliyor. Göç uzmanları, bu ayrılıkların sadece çocuklar üstünde psikolojik sorunlar yaratmakla kalmayıp ileride toplum için önemli tehditler oluşturacağı yönünde birleşiyorlar.
Uluslararası Göç Örgütü-IOM (International Organisation for Migration) sözcüsü Jemini Pandya, Doğu Avrupa’da yaşayan bu terk edilmiş çocukların, ‘kayıp bir kuşak’ olduğunu söylüyor. Bu çocukların önemli bir bölümü okulu bırakıyor ve bu da onları sokaklarda bekleyen tehlikelerin içine itiyor.
Yerel ve uluslararası örgütler, büyük bir ihtimalle bir milyondan fazla çocuğun Doğu Avrupa’da bir veya birden fazla ebeveyni tarafından bir başka ülkede çalışmak için terk edildiğini tahmin ediyor. Özellikle bölgenin en fakir ülkeleri olan Ukrayna, Moldovya, Bulgaristan ve Romanya, çocukların çalışmak için göç eden anne-babaları tarafından en çok bırakıldığı ülkeler. Romanya’da bu durumda olan yaklaşık 350.000 çocuğun bulunduğu tahmin ediliyor. Üç milyon Romanya vatandaşının iş bulmak için ülkeyi terk ettiği biliniyor. Romanya’da, sosyal hizmetler çalışanlarına, ülkeden ayrılarak çocuklarını yalnız bırakacaklarını 40 gün öncesinden beyan etmeyen anne-babalara, 2.500 Euro ceza verilmesi konusunda yeni bir yasa çıkarıldı. Avrupa’nın en fakir ülkesi Moldovya’da aynı sorunlarla yüz yüze. Ülkede yaşayan çocukların %20’sinden fazlasının ebeveynlerinden birisi ülke dışında çalışıyor. %10’unun ise iki ebeveyni de yurt dışında çalışıyor. 340.000 Moldovya vatandaşının göç ederek, ülke dışında yaşadığı ve çalıştığı biliniyor. Ülkede kişi başına düşen yıllık ortalama gelir 1.800 Euro’nun altında ve ülkenin yaklaşık %25’i mutlak yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bu nedenlerle birçok yetişkin, ülkeden ayrılarak iş bulmaya çalışıyor. 2008 yılında göçmen olarak başka ülkelerde işçilik yapan Moldovya vatandaşları, ülkelerine 1,6 milyar Euro döviz gönderdi.
Bir taraftan gönderilen bu paralar, çocukların yaşam kalitesini az da olsa yükseltirken diğer taraftan ciddi sosyal yaraların görülmesine engel olamıyor. Aile ortamından uzakta büyüyen çocuklar, kendilerine olan güvenlerini kaybediyor ve mutsuzluk ruh hallerine egemen hale geliyor.
Bunlarla birlikte başka ülkelere çalışmaya giden anne babaların durumları konusunda da iç açıcı bir bilgi verme olanağı yok. En iyi olasılıkla sigortasız olarak ağır işlerde çalışma imkanı bulan bu göçmen işçiler, çoğu zaman insan kaçakçılarının elinde birer köle gibi alınıp satılmaktan da kurtulamıyor. Yüzbinlerce kadının daha çok para ve daha iyi bir iş vaadi ile ülkelerinden kandırılarak kaçırıldıklarını ve zorla fuhuşa zorlandıklarını bilmeyen neredeyse yok gibi. Ancak bütün bunlara rağmen, başlarına ne geleceğini bilseler bile, bütün riskleri ve maliyetleri göze alarak milyonlarca Doğu Avrupa’lı, daha iyi bir kazanç umudu ile arkalarında çocuklarını da bırakarak, göç etmeye devam ediyor.
Uganda’da Kızlar için Güvenli Bir Yer Yok
Uganda’nın Kashari bölgesinde bir anne, kendisini kanun yerine koyarak 7 yaşındaki kızına tecavüz eden bir adamı hadım etti.
Malita Kyomugisha, tarlasından evine döndüğünde, komşusu Tito Mugarura’nın en küçük kızına cinsel tacizde bulunduğunu fark etti. Evinin arkasındaki kayalıklara geldiğinde ise, komşusunun küçük kızının üzerinde olduğunu gördü. Daha sonra ise, bahçesindeki sepetin içinde bulunan bıçakla komşusunu hadım etti.
Bu olay, basında geniş bir yer bulurken, annenin davranışı birçok kadın ve çocuk hakları örgütü tarafından alkışlandı. Eski bakanlardan Matembe ise, ülkede cinsel suç işleyen erkeklerin hadım edilmesi konusunda büyük bir kampanya yürütüyor.
Çocuk sömürüsü, Uganda’da oldukça sık görülen bir durum. Ülkenin savaşlardan en çok etkilenen kuzey bölgelerinde, askerler ve isyancılar çoğu zaman kızlara tecavüz ediyorlar. Sosyal dokunun bozulmasına neden olan bu olayları savaşların bile meşru kılmasının mümkün olmadığı bir ortamda, diğer bölgelerde yer alan kızlar ise okulda öğretmenleri veya evlerinde akrabaları ve komşuları tarafından tacize uğruyor.
Uganda’da 18 yaşından küçüklerle ilişkiye girmek suç olduğu halde, genellikle bu suçu işleyenlerin büyük bir çoğunluğu şikayet edilmedikleri için, toplum içinde dolaşmaya devam ediyorlar. Dünya Bankası öncülüğünde yapılan bir araştırmaya göre, 12-17 yaş arasındaki kızların 25’te 1’i, yani yaklaşık 43.000’i öğretmenleri tarafından cinsel tacize uğruyor.
Uganda’da bir başka anlatımla kızlar, sosyal yaşamın her farklı kesitinde cinsel tacize maruz kalıyorlar. Evde yakın akrabalar, yollarda yabancılar ve okullarda öğretmenler. Kız çocukları için, Uganda’da güvenli bir yer varmış gibi gözükmüyor.
Sudan’da Kızlara Kırbaç Cezası
Sudan, Afrika Kıtası’nda karışıklıkların bitmek bilmediği ülkelerden biri. Siyasi açıdan, dünyanın en karışık 3 ülkesinden biri olarak gösteriliyor. Ülkede din ve etnisite kökenli çatışmalar sürüyor. Ülke, 1983 yılından bu yana şeriat ile yönetiliyor. Kuzey bölgelerinde müslümanların, güney bölgelerinde hıristiyanların yaşadığı Sudan, 2003 yılında Darfur çevresinde yaşanan insan kıyımı nedeniyle, uzun süre dünya gündeminden düşmemişti. ABD, Sudan’ı dünyanın en kötü mülteci koşullarının yaşandığı ülkelerden biri olarak gösteriyor.
Geçen hafta ülkede kız çocuklarına verilen ceza ise, gerçekten de Sudan’ın insan hakları açısından içinde bulunduğu durumun bir aynası gibi.
Sudan Tribune adlı gazetenin verdiği habere göre, içlerinde güneyli kızların da bulunduğu bir grup genç kız, giyim kuşam yasalarına uymadıkları gerekçesiyle, polis tarafından tutuklandı.
Lubna Hussein adlı BM adına çalışan kızlardan biri de, Hartum yakınlarında yapılan bir balodan toplanan kızlar arasındaydı. İran’daki ahlak polisine benzer Sudan’da ‘Kamu Düzeni Polisleri’, 9 kızı tutukladı.
Gözaltına alınan kızların tek ortak yanı, hepsinin pantolon giyiyor olmalarıydı. Tutuklanan kızlar, Al-Sagana mahkemesi tarafından sorgulanmayı bekleyen kendileri dışında 4 kızın daha bulunduğunu gördü. Genç kızlardan 4’ü güneyli ve 3 tanesi de 18 yaşının altındaydı. Bunlarla birlikte, güneyli kızlar hıristiyan olduğu halde, Gayri Müslümler Komisyonu’ndan kızları temsil etmek üzere hiçbir yetkili bulunmuyordu.
Ceza Yasası’nın maddelerinden biri, uygunsuz giyinenlerin 40 kırbaç yemeye mahkum edilmelerini öngörüyor. Tutuklanan 13 kızdan 10 tanesi kırbaç yemeye mahkum edilirken, geri kalan 3 tanesinin ise avukatlarının gelecek celsede hazır bulundurulmasına hüküm verildi. Kızlardan bazıları, alacakları cezanın ne olduğunu bilmeden hatta işledikleri suçtan habersiz, mahkeme karşısında kendilerine yöneltilen suçlamaları kabullendiler.
Çaresizlik, genellikle insan haklarının ve hukukun kurumsallaşmadığı coğrafyalarda sıkça görülüyor. İnsanlar, çocuk yaştan başlayarak çaresizlik olgusunu, sürekli karşılaştıkları ve kabullenmek zorunda oldukları bir durum gibi görüyorlar. Bu nedenle, hak aramak kültürü gelişmiyor ve en tehlikeli sosyal olgulardan biri hüküm sürmeye başlıyor: Öğrenilmiş Çaresizlik. İşte tam da bu noktada, Sudan’da tutuklanan kızların arasında geçen bir konuşma, son derece manidar hale geliyor. Kızlardan biri Hussein’e, istediği tek şeyin cezasını kabullenerek buradan kırbaçlanıp hemen çıkmak olduğunu söylüyor. Neden tutuklandığını sorgulamayı bırakın, cezasını bile baştan kabullenmeye razı.
Kızlarla birlikte tutuklu bulunan Hussein, içlerinden birinin yargıç karşısına çıkmadan çok heyecanlandığı için altına kaçırdığını söyledi.
Böylesine bir çağda, hala, kızların giyim-kuşamları üzerinden ahlak tanımlaması yapılmasının ne denli yanlış olduğu konusunda, bütün insan hakları örgütleri aynı görüşü paylaşıyor. Kızların, sözde inanç sistemleri alet edilerek özgürlüklerinin ellerinden alınmasına, dünyanın pek çok ülkesinde rastlanıyor. Sudan’da olduğu gibi kızları evde ve sokakta baskı altına almayı bir sindirme ve yıldırma aracı olarak benimseyen toplumların kullandığı yasal ve ahlaki argümanlar ise, çağın çok gerisinde. İnsanın bedeni üzerinde istediği gibi tasarruf yapabilme hakkının elinden alınması, istediği gibi giyinebilmesinin önünün kesilmesi en temel hak ve özgürlüklerin sömürüsünün en büyük kanıtı.
*Yukarıda ülkelere ait verilen haberler Child Rights Information Network (CRIN)adlı organizasyonun, www.crin.org adlı web sitesinden alınmıştır.
* Araştırmacı, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı
(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)