2011 Yılı Etkinlikleri
Genel-İş ve DİSK’in eski genel başkanlarından Abdullah Baştürk (29 Mayıs 1929 – 21 Aralık 1991)’ü anma ve 9. Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı ödül töreni günleri, aralık ayında yine değişik etkinliklerle kutlandı.
Etkinlikler 21 Aralık 2011 günü İstanbul’da, Zincirlikuyu’daki mezarı başında, büyük işçi önderini anma töreni ile başladı. 22 Aralıkta, 2011 yılı ödüllerini kazanan yazarlar Cumhuriyet gazetesinin Ankara Kültür Merkezi’nde kitaplarını tanıttılar, Baştürk üstüne konuştular. Bu yılın ödüllerini İbrahim Dizman’ın “Süleyman Çelebi – Emeğe Adanmış Yaşam” adlı yaşamöyküsü kitabı ile Süreyya Köle’nin “Yakası Kürklü Yeşil Parka” ve Muzaffer Oruçoğlu’nun “Grizu – İkinci Mükellefiyet” adlı romanları kazanmıştı. Oruçoğlu Avustralya’da yaşadığından bildirisini Prof. Dr. A. Gürhan Fişek okudu. Fişek, Oruçoğlu ve kitabıyla ilgili düşüncelerini de belirtti. Toplantıya Baştürk’ün eşi Ayten Baştürk, DİSK’in eski genel başkanı (şimdi milletvekili) Süleyman Çelebi, Oruçoğlu’nun yeğeni ve yayıncısı Ayhan Oruçoğlu da katıldı.
22 Aralık 2011 günü ise yine Ankara’da, Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde, iki etkinlik düzenlendi. Açıkoturumda, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesinden Seyhan Erdoğdu ile Gürhan Fişek, Genel-İş Sendikasından Kani Beko, “Abdullah Baştürk’ün Ölümünün 20. Yılında İşçilerimizin Durumu”nu anlatıp soruları yanıtladılar. Ödül töreninde açış konuşmasını Genel-İş Genel Başkanı Erol Ekici yaptı. Baştürk’ün yeğeni sinemacı Ahmet Soner “Amcam” adlı sıcak, renkli konuşmasından sonra, Cumhuriyet döneminde çevrilen 6300 Türk film içinde işçi filmlerinin 30’u geçmediğini belirtti, bu filmleri tanıttı. (Geçen yılki ödül töreninde de, tiyatrocu Orhan Kazbek, “İşçi Tiyatrosu” konulu değerli bir konuşma yapmıştı.) Ödül Seçici Kurulu adına konuşan yazar, felsefeci, şair Vecihi Timuroğlu da; “DİSK’in sorumluluğunda yapılan bu etkinlikler işçi edebiyatının zenginleşmesini amaçlıyor. İşçi sınıfı savaşkandır. Ama yarışmaya gelen kitaplarda daha çok iş kaybetme korkusu, iş sıkıntıları yaşanıyor. Oysa bizim işçi edebiyatından beklediğimiz, olumsuzlukları olumlamaya dökmektir” dedi. DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün’ün konuşmasından sonra ödül dağıtımına geçildi. Yazarlar, izleyicileri etkileyen “ödül konuşmaları” yaptılar. Muzaffer Oruçoğlu’nun Avustralya’dan gönderdiği ödül konuşmasını bu kez değerli şairlerimizden Ahmet Telli okudu, düşüncelerini de belirtti. Etkinlik, daha sonra geleneksel kokteylle sonuçlandı.
“İşçi Edebiyatı Yarışması” Nasıl Doğdu?
2003 öncesi toplantılarda edebiyatımızın iyice bunaltıya, aşk edebiyatına daldığı konuşuluyordu. Dille, biçimle fazla oynanmaya başlanmış, edebiyatın özü olan “insan” unutulmuştu… Oysa işçilerimizin 1980 öncesi büyük zorluklarla elde ettiği haklar, bir bir ellerinden alınıyordu. İşsizlik hızla artmıştı… Büyük işçi önderi Abdullah Baştürk’ün yeğeni olan eşimle o zaman bu etkinlikleri düşündük; edebiyatımıza insanımızı yeniden çağırmayı istedik… İşçilerin ve ailelerinin giderek daha da bozulan durumlarını anlatmaya en uygun tür “öykü”ydü; “işçi öyküleri yarışması”nda karar kıldık. Amatör, profesyonel, herkes bu etkinliğe katılabilmeli, olabildiğince çok kişi bu öyküleri yazmalı, ülkemizde duyumdaşlık, düşündeşlik yeniden artmalıydı… Merkezi Ankara’da bulunan Edebiyat Derneği daha baştan bizi destekledi. İkinci yılda da, Baştürk’ün kuruluşundan beri başkanlığını yaptığı Genel-İş Sendikası destek vermeye başladı… İlk ödül seçici kurul üyeleri Talip Apaydın, Aysu Erden, Cemil Kavukçu, Ahmet Yıldız, (aile adına) Ahmet Soner’di. Sonraki üyeler arasında M. Sadık Aslankara, Adnan Özyalçıner, Vecihi Timuroğlu, Necati Tosuner, Remzi İnanç, Özgen Seçkin gibi değerli yazarlar yer aldı. İlk beş yılda yurtiçinden yurtdışından 540 katılımcı, 803 işçi öyküsü yazdı. Her yıl üç öyküye ödül verildi. Ayrıca yayımlanmaya değer öyküler bir kitapta toplandı; beş yılın (2003-2007) seçmelerinden yedi kitabımız oldu: İşçi Öyküleri, İşçi Öyküleri-2004, Timsahın Ağzındaki Usta, Kadın İşçiler, Çocuk İşçiler, Hüzün Dolu İşçi Öyküleri, Sonu Mutlu Biten İşçi Öyküleri. Bunların hepsi de Abdullah Baştürk’ün kurduğu Genel-İş Matbaasında, Genel-İş Yayınları arasında basıldı, işçilere, ilgilenenlere ücretsiz dağıtıldı. Baştürk ve işçi sorunları her yıl salonlarda edebiyatçı ve işçilerle birlikte coşkuyla konuşuldu… Ödül alanlar, Baştürk’ün ‘İşçiler de tatil köyünde biraz olsun yaşasınlar’ diye Ören/Burhaniye’de kurduğu “Eğitim ve Dinlenme Tesisleri”nde birer hafta ağırlandı… Bu birliktelik bugün de sürüyor.
Yarışma’ya İlgi
İşçi Öyküleri Yarışması daha ertesi yıl (2004’te) çok olumlu tepkiler aldı. Yazılar yayımlandı. Çeşitli etkinliklerde oturumlar düzenlendi. Seçme işçi öyküleri kitaplarımızın arkalarındaki alıntılardan görülecek; tanınmış yazarlarımız, “toplum-insan ilişkisi yeniden gündemde”, “Türk edebiyatında yaklaşık 25 yıldan bu yana dil ve hayat ayrımı mutlaklaştırılmıştı, bu kopukluk gideriliyor”, “öykücülüğümüzün ufku genişliyor” diye yazdılar… Anma ve ödül töreni günlerimizde Halit Çelenk, Sadun Aren, Mümtaz Soysal, Süleyman Çelebi, Şükran Soner, Baştürk’ü anlattı… Bu arada ne güzel ki 2006 yılında “Uluslararası İşçi Filmleri Festivali” başladı. 2007 yılında Petrol-İş, “Kadın Öyküleri Yarışması”nı, TMMMOB Maden Mühendisleri Odası “Madenci Öyküleri Yarışması”nı düzenledi; bu yıl da “Madenci Edebiyatı Yarışması” ödüllerini dağıttı… Ayrıca Genel-İş Emek Gazetesi’nde, Edebiyatçılar Derneği yönetiminde Emek-Sanat Eki yayımlanıyor, edebiyatçılar bu sayfalarda da işçilerle yeniden buluşuyor… Yarışmaya duyulan ilginin basınyayına, edebiyat toplantılarına yansımaları, Genel-İş’in sitesinde topluca görülebilir: www.genel-is.org.tr
2008 Yılında Kitap Yarışmasına Geçildi
Etkinliklerimizin ilk beş yılında “işçi öyküleri” yeterince yazılmış, Genel-İş’çe basılan yedi seçmeler kitabımızda 119 işçi öyküsü birikmişti. 2003-2007 dönemi ve öncesine şimdilik oldukça büyük bir aynaydı bu yedi kitap.
2008 yılında o nedenle “tek işçi öyküsü yarışması” bırakıldı, “kitap yarışması”na geçildi. Ayrıca, sadece “öykü” değil, edebiyatın tüm türlerini ve o tür yapıtlar üzerine yapılacak değerlendirmeleri de kapsama aldık: Şiir, öykü, roman, masal, anı, günce, yaşamöyküsü, röportaj, oyun ve “edebi yapıtlarla ilgili” inceleme, eleştiri, makale, deneme, antoloji, yıllık, kendi kitaplarından seçmeler ve benzeri türler… Böylece yeni yaklaşımlar, yeni duyarlıklar ile daha zengin bir İşçi Kitaplığı hedeflendi… Basılmış kitaplara da dikkati çekmiş oluyoruz, yine kıyıda köşede bırakılmasınlar diye…
Elbet bu türlerdeki ödüle aday kitaplar yine işçiler ya da emeğiyle geçinen diğer çalışanlar hakkında oluyor.
İşçiler Yazıyor mu?
İlk beş yıldaki tek öykü yarışmalarına işçilerden, diğer emekçilerden güzel öyküler geldi.
Öylece çalışıp sonra başka işlere geçenlerden, yazarlardan da güzel öyküler geldi.
2008 yılından bu yana ödül kazanan kitaplardan da “Makine”de (Haydar Demir), işçilik yapmış, hapishaneye düşmüş bir yazar var… Milli futbolcu Metin Kurt’un yaşam öyküsünü anlatan “Gladyatör”, yazar Vecdi Çıracıoğlu ile spor emekçisi Metin Kurt’un birlikte oluşturdukları bir yapıt… “Grevden Dönenin!..” adlı anılar kitabı ise tam bir işçi yapıtı. 2003 yılındaki (ilk yıldaki) yarışma birinciliğini de bir işçilik öyküsüyle alan Celal İlhan, bu anılar kitabında sendikacılık yıllarını hem de arı ve güzel bir Türkçeyle anlatıyor… Bu yılın ödül kazanan kitaplarından “Süleyman Çelebi – Emeğe Adanmış Yaşam” adlı yaşamöyküsü de, çocuk işçilikten DİSK genel başkanlığına kadar yükselen Süleyman Çelebi’nin yaşam öyküsünü, elbette işçi tarihimize bakışlarını da içeriyor yazar-işçi birlikteliği ile; araştırmalar, röportajlar dahil…
2008 yılından bu yana ödül alan öteki kitaplarda ise daha çok “yazar” emeği var: “Özgürlük Yolları”; Almanya’daki işçilerimizi ve üçüncü kuşak gençlerinin yaşamöykülerini didikleyen bir röportaj ve araştırma çalışması; yazarı Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu… “Umut Direniyor”; Tuzla-Pendik tersanelerindeki işçilerin zorlu, ölümlü yaşamlarını, daha gazetelere geçmeden anlatan bir roman; Hasan Kıyafet yazdı… “Zincir İzleri”; şiirler, Arif Berberoğlu… “Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı – Yerüstünden Notlar”; yaşamöyküleri ve fotoğraflarla işlenmiş, hazırlayanlar Alaattin Timur – Mahmut Hamsici… “Tekel Direnişinin Işığında Gelenekselden Yeniye İşçi Sınıfı”; röportajlar ve makaleler, haz. Gökhan Bulut… “Toplumcu Tiyatroya Adanmış Bir Yaşam: S. Günay Akarsu”; eleştiriler, haz. Merhaba Gösteri Topluluğu… “Grizu – İkinci Mükellefiyet”; roman, Muzaffer Oruçoğlu… “Yakası Kürklü Yeşil Parka”; roman, Süreyya Köle…
İleride işçilerimiz, elbette daha çok yazıp yayımlatacaklar anılarını, yaşamöykülerini, güncelerini, röportajlarını… Herhalde şiir, öykü, romanlarını da… Onlar için (gerçekte birer emekçi olan yazarlar için de) yarışma kapsamını öylece çok geniş tuttuk…
Yarışmamız şimdilik 7 seçme işçi öyküleri kitabı ile çeşitli türlerdeki 12 seçme kitabı eklemiş oldu işçilerimizin kitaplığına. Önümüzdeki yılların yeni kitapları arasından seçileceklerle, üçer üçer, daha da artacak.
“Grizu” Romanı ile Ödül Alan Muzaffer Oruçoğlu’nun Gönderdiği İleti :
Sevgili arkadaşlar, hepinizi en içten dileklerimle selamlıyorum. Abdullah Baştürk İşçi Edebiyatı Ödülü vesilesiyle, bana burada görüşlerimi sunma olanağını tanıyan, Baştürk ailesine ve Disk/Genel –İş Sendikası’na teşşekkür ediyorum. Görüşlerimi sizlere aktarma inceliğinde bulunan sevgili Gürhan Fisek Hoca’ya teşekkürlerimi, saygılarımı sunuyorum.
Grizu adlı romanı yazarken karşılaştığım güçlükler üzerinde durmak istiyorum biraz. Romanı yazmadan önce, madencilerin ve onları kuşatan şartların özellikle iç dünyasını, ruhsal durumunu anlatmayı amaçlamıştım. Roman, madencinin ruhundaki fırtınayı özümlemeli, havzanın can alıcı çelişkilerini, gizli dünyasını estetize etmeli diye düşünüyordum. Havza, dil, tip, ilişki, ruh ve olay bakımından oldukça canlı ve zengindi. Bu canlı ve zengin alan, canlı ve zengin bir dille anlatılabilirdi ancak. Yeraltının ya da Hades’in karanlığını, basıncını, rutubetini, körnefesini, göçüğünü ve ateşnefesini kat kat işgal eden karınca çeşnisinin iç dünyalarını anlatmak için de böylesi bir dile ihtiyaç vardı. Yaşamımın on üç yılını cezaevinde, 20 yılını da yurt dışında geçirmiş, dilin dinamik dünyasından ve kaynaklarından kopmuş birisi olarak, en büyük güçlüğü dilde çektim ve bu dili romanda yakalayabildim mi bilemiyorum.
Öte yandan, madenci değildim; madencinin iç dünyasını nasıl anlatacaktım? Avustralya’da ve Almanya’da kömür ocaklarına inmekle, Duisburg’daki yaşlı, Zonguldak’lı madencileri dinlemekle de madencinin ruhunu tanıyamazdım. Bu noktada, kendi ruhuma dayandım. General ya da tüccar olmadığı halde, generalin ve tüccarın iç dünyasını anlatan yazarları düşündüm. Hapislik hayatımda, bazı cezaevlerinin havasız, yarı -loş, rutubetli yeraltı hücrelerinde, tek başına kalmamın, kendi iç fırtınalarımı dinlememin ve kendimle hesaplaşmamın bende bıraktıklarına dayandım. Bir yeraltı hücresinin de, tıpkı bir maden ocağı gibi, insanı kendi iç gerçekliğine, sabır, metanet, dayanışma ve merhamet duygusuna doğru yolculuğa çıkarabileceğini düşündüm. Eski ve yeni madencilerin anılarını dikkatle inceledim. Roman, madencinin iç alemine ne ölçüde yaklaştı bilemiyorum.
Bir yazarın yaşamında en güzel şey, her eserinin yeni bir biçim ve dille ortaya çıkmasıdır. Bu, oldukça zor bir iştir. Kömür havzasının, insanı yeni bir biçime ve dile teşvik eden, zorlayan bir alan olmasına rağmen, Grizu adlı romanlarla, yirminci yüzyıl Cumhuriyet dönemi romanının klasik biçimini aştığımı, yeni bir biçim yakaladığımı söyleyemem. Gerçeği yorumlamaktan veya bire bir yazmaktan rahatsız olduğum halde; sanat denilen şeyin de, gerçeği, felsefenin ve estetiğin ateşinde biçimlendirme ve bir üst seviyede yeniden yaratma olayı olduğunu bildiğim halde; gerçeğin ayartıcı sesi, roman yazma sürecinde, sirenler gibi çekti beni; bu çekiş gücüyle, zaman zaman, uzun politik geçmişimin katı labirentlerine girdim ve biçim yaratma dehasından uzaklaştım. Bu benim yaratıcılığımın hazin yanıdır.
Grizu romanını yazarken, hayal dünyam, farklı tiplerin, karekterlerin bir alanı haline geldi. Bazı bölümleri, kavrama minvalini yitirmiş, kendi dışında gezinen bir kalemle yazınca, kendimi, sonsuzluğa karşı işleyen bir zaman diliminin içinde buldum ve ortaya, hiç ummadığım mizahi karekterler çıktı. Bu bölümler bana, mizah denilen şeyin, gerçeğin ruhuna ve büyüsüne, edebiyatın diğer alanlarından daha yakın olduğunu telkin etti.
Sevgili arkadaşlar, sanat, özünde, ahlaka karşı bir çıkıştır. Grizu’yu yazarken, en çok şiir ve felsefe okuduğumu belirtmeliyim. Düşüncenin, hayalin ve ahlakın sınırlarını zorlamanın, bunların dışına taşmanın başka bir yolu var mı bilemiyorum. Ben politikadan sanata, sanattan politikaya ve yeniden sanata geçmiş bir insanım. Politikanın habis yanından, yani ahlak sisteminden; kurallar,tasnifler, hiyerarşiler silsilesinden kurtulma çabam, benim edebi yaşamımın önemli bir çabasıdır. Öte yandan, politikanın devindirici ateşini, estetize ederek, edebiyata taşıma gibi bir şansa sahip olduğumu da belirtmeliyim. Yazdığım her romanın özüne, kendini okura zor hissettiren bir Promete ateşinin sinmesini ve bu ateşin, sonsuzluğa ve onun ürkütücü, dibsiz kara deliğine, zorunluluğuna karşı bir bebek safiyetiyle gülümsemesini isterim.
Sonuç olarak arkadaşlar, bu romandan, yani bana, farklı stillerde madenci resimleri yaptıran, krizimi derinleştiren ve krizime, felsefi bir roman yazmayı fısıldayan, Grizunun 4. Ciltinden memnun olduğumu belirtmeliyim. Ben en çok bu romanın kahramanlarıyla iç içe geçtim. Bu romanın kahramanlarının bir bölümü, kendi gerçeklikleriyle resim dünyasında yerlerini aldılar ve çizimleri sırasında, sürrealist bir dünyaya doğru taşıdılar beni. Romancı kahramanlarını yaratır; kahramanları döner, romancıyı yaratır. Sevgilerimle.
* Ödül yazmanı, Seçici Kurul Üyesi