Giriş
Ümit Sarıaslan’ın 1980’de kaleme aldığı ve şimdiye kadar herhangi bir yerde yayınlanmayan “O Çocuklar Şimdi Neredeler?” başlıklı çalışması, çocuk koruma hizmetlerinin yakın geçmişine ışık tutuyor. Bu öyle bir ışık ki mevcut durumu tüm çıplaklığıyla ve sadeliğiyle aydınlatıyor. Rakamlara boğulmuş bir rapordan çok daha önemli, o zamanki yaşananları orada yaşayanların gözüyle anlamamıza yardımcı oluyor. Koruma Birlikleri ekonomik açıdan desteklenmiyor diyerek bitirmiyor cümlesini, çocukların yedikleri yemekleri, binaların haraplığını, korunma altında olan! Ve gündüz hamallık yapan çocukları anlatıyor. Detayları görmemizi sağlıyor:
“Kızılcahamam Yetiştirme Yurdu 1927’de yapılmış. Tam yel üfürür, sel götürür dedikleri türden. Rüzgâr bir yanından girip öte yanından çıkıyor. 1953’ten beri yurt olarak kullanılıyormuş. Çıktık gezdik yatakhanelerini, yemekhanesini, çamaşırlığını, dershanesini. Hasta çocuklar, takıldıkları duvardan az sonra sökülüp uçacakmış izlenimi veren pencerelerin altına serdikleri yatağı yatağa, somyası somyaya benzemez yataklarda yatıyorlardı. Dışarıdaki rüzgârı aratmaz bir serin esintinin dolandığı odalarda yatan çocuk yüzlerinden yüreğimize ağan hava ise Dostoyevski’nin öykülerine açılmış kapılar önüne bırakıyordu insanı. Her adımda gıcırdayan ahşap döşemeler, yüksek tavanlı salonun duvarlarına yaslı kırık dökük dolaplar… her haliyle deprem artığı gibiydi. Ankara-İstanbul karayolu kıyısındaki bu yapı, ilçenin belki de en harap yapısı. İçinde kimsesiz çocuklar barınan bu yapı, eskiliği, kırık döküklüğü, tüm terk edilmişliğiyle esneyip duruyordu yol üzerinde”(1).
Sarıaslan’ın çalışması 1979’un Uluslararası Çocuk Yılı ilan edilmesinden yola çıkıyor ve 1980’de çocukların içinde bulunduğu koşulları detaylarıyla aktarıyor. Çocukların geleceğimiz olduğuna ilişkin yaygın söylemin içinin nasıl doldurulamadığını anlatıyor. Yoksulluğun çocukların yaşamını nasıl etkilediğini ve hatta yaşam haklarını ellerinden aldığını açıklıyor.
“Biyolojik olarak yaşama şansına erişebilen çocuklarımıza insan olma, yurttaş olma; Anayasamızda anlamını bulan “Tensel ve tinsel varlığını geliştirme hakkı”nı sağlayabiliyor muyuz?” diye soruyor Sarıaslan. Gerçekten bugün sağlayabiliyor muyuz?
Sarıaslan’ın çalışması tavan arasında kalmış ve uzun yıllar sonra ortaya çıkmış çok değerli bir belge. Bize düşen ise 1979’dan günümüze yaşanan değişimi özetlemeye çalışmak. Bu çalışmanın amacını 1979’dan bugüne çocuk koruma hizmetlerini ana hatlarıyla tartışmak oluşturuyor. 1979’dan günümüze gelirken Sarıaslan’ın çalışmasındaki verilere atıf yaparak bu tartışmayı yürütmeye çalışalım.
1979’tan Günümüze
Türkiye’de İstatistiklerle Çocuk
Sarıaslan’dan aktaralım(2): “1975 Genel Nüfus Sayımı’na göre, ülkemizde 9-14 yaş arasındaki çocuk sayısı 5.213.006, 15-19 yaş arasındaki çocuk sayısı 4.464.104, 0-19 yaş arasındaki toplam çocuk sayısı 20.530.858’dir. Nüfusumuzun yarısı 20 yaşının altındaki insanlardan oluşmaktadır… 0-1 yaş arası bebek ölümlerinde dünyada ön sıraları alan ülkemizde, bu konuda da bir hayli gerilerdeyiz. IV. 5 Yıllık Plan verilerine göre, nüfusumuzun dörtte birine yakın kesimi protein yetersizliği, dengesiz beslenme ile karşı karşıyadır”.
1975’ten bu yana geçen yaklaşık 40 yıllık zaman diliminde çocuklara ilişkin göstergelerde önemli bir iyileşme görüldüğü açıktır. Bu aslında bardağın boş veya dolu tarafını görmek ile ilgilidir (Acar, 2010). 1975’i ve 2013’ü karşılaştırırken temel göstergelerdeki değişimin olumlu olduğunu söylemek mümkün olsa da, tek başına nicel göstergelerden yola çıkmak bakış açımızı daraltacak, sorunun temeline inmemizi engelleyecektir. Görünen bu iyileşme birçok gösterge açısından OECD veya AB Üyesi ülkeler arasında son sıralarda yer aldığımız gerçeğini değiştirmez. Bu açıdan, Türkiye’de eğitim, sağlık, yoksulluk gibi bazı değişkenler açısından mevcut duruma bakılabilir. Bu değişkenler gelişmişlik düzeyimiz ve niteliğine ilişkin çıkarım yapmamızı kolaylaştıracaktır:
2012 yılı sonu itibariyle Türkiye toplam nüfusu 75.627.384, çocuk nüfusumuz 22.692.174’tür. 0-17 yaş grubunu içeren çocuk nüfus, 1980 yılında toplam nüfusun %46’sını oluştururken, 2012 yılında %30’unu oluşturmaktadır(3).
Türkiye’de 2012-2013 yılı okullaşma oranlarına göre 3-5 yaş arasındaki çocukların okul öncesi eğitimden yararlanma düzeyi % 26,63’dür. Kız çocuklarının % 26,31’i; erkek çocukların % 26,94’ü okul öncesi eğitimden yaralanabilmektedir. Çocukların önemli bir grubunun okul öncesi eğitimden yararlanamadığı görülmektedir. Bu durum okul öncesi eğitim hizmetleri bakımından ulaşılabilirlik ve kurumsallaşma sorunlarını da akla getirmektedir. 2011 yılı Türkiye Aile Yapısı Araştırması, 0-5 yaş arası çocukların bakımlarının sadece % 2,4’ünün kreş veya anaokulunda yapıldığını ortaya koymuştur. Okul öncesi eğitim olanağından yararlananların oranı kentte % 2.8; kırda % 1.4’tür(4).
Milli Eğitim İstatistikleri’ne göre (2011-2012 yılı) okul öncesi eğitimde okullaşma oranı 3-5 yaş aralığı için % 30,87, 4-5 yaş aralığı için % 44.04, 5 yaş için ise % 65,69’dur. İlköğretimde okullaşma oranı % 98,67, ortaöğretimde ise % 67,37’dir(5). Yükseköğretimde okullaşma oranı ise % 33,06’dır(6). Bu rakamlara kız ve erkek çocukları için bakıldığında kız çocuklarının erkek çocuklara göre dezavantajlı olduğu görülecektir.
Eğitim hizmetlerine erişim temel insan haklarından birisidir. Eğitime erişim aynı zamanda toplumsal kaynaklardan yararlanmayı kolaylaştırmakta ve bireyin aktif katılımının önünü açmaktadır. Baykara Pehlivan ve Baykara Acar (2009: 36) eğitimden dışlanma sonucunda bireyin sağlık hizmetlerinden yararlanamama, çalışma yaşamına katılamama gibi pek çok sorunla karşı karşıya kaldığını ifade etmektedir. Bir başka deyişle, eğitim hakkından yararlanabilme, çocuğun yaşamındaki konumunu ve standartlarını belirleyen önemli faktörlerden biri olmaktadır.
Türkiye’de çocukların sağlık hakkından yararlanmaları bakımından temel göstergelerin önemli ölçüde iyileştiği açıktır. 2005 yılında her 1,000 canlı doğumdan 21,4’ü (2005) bir yaşından önce ölümle sonuçlanırken bu oran 2011 itibarıyla 7,7’ye düşmüştür. Çocuk ölüm hızı (beş yaş altı) yaklaşık olarak binde 26,6’dan binde 11,3’e (her bin canlı doğumda) düşmüştür. Sağlık kuruluşlarında gerçekleşen doğumların tüm doğumlar içindeki oranı, 2002’de % 75 iken 2011 itibarıyla % 94’e yükselmiştir(7). Çocukların iyi beslenmesi ile ilgili kentsel ve kırsal alanlardaki farklılıklar azalmaktadır(8). 2008 yılında kırsal alanda düşük ağırlıklı çocukların oranı % 4,8 iken, kentsel alanlarda % 2,1 ‘dir. Son bulgular Türkiye’de gıda yoksulluk oranının 2008 yılı itibarıyla % 0,54 olduğunu (Bu rakam 1994’te % 2,9’dur) ortaya koymaktadır(9).
Çocuk ve aileye destek hizmetleri düşünüldüğünde erken çocukluk eğitimi ve anne-baba eğitiminin yaygınlaştırılması konularında önemli gelişmeler yaşandığı gözlenmektedir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı(10) Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde evlilik öncesi eğitim programları ve aile eğitim programları yürütülmekte ve yaygınlaştırılmaktadır. 2009 yılında başlatılan aile eğitim programının, Türkiye genelinde, evliliğe hazırlanan veya evli yetişkin (istekli) bireylere ulaştırılması; yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve ilgili kamu kurum ve kuruluşları aracılığıyla yaygınlaştırılması amaçlanmaktadır(11). Aileye dönük hizmetler sunan bir başka kuruluş olan aile danışma merkezleri de yaygınlaşmaktadır.
Çocuklara ilişkin bazı veriler ise karamsar bir tablo çizmektedir.15 yaşından küçük çocukların neredeyse dörtte biri ulusal yoksulluk sınırı altındadır ve kırsal kesimde ise bu oran beşte ikinin üzerindedir. 15 yaşından küçükler arasında yoksulluk kentsel alanlarda % 14.47 iken kırsal kesimde % 44.92 düzeyine çıkmaktadır(12). Ayrıca, çocuklar arasındaki göreli yoksullukla ilgili son OECD verileri, Türkiye’nin % 24,6 ile OECD ülkeleri arasındaki en yüksek çocuk yoksulluğu oranına sahip olduğunu göstermektedir(13). İlkokulda olması gereken yaklaşık 70,000 çocuk okula kayıtlı değildir(14). Çocuk ve gençlere yönelen okul dışı serbest zaman etkinlikleri son derece sınırlıdır. Mevcut göstergeler incelendiğinde yaklaşık 15 yılda yargılanan çocuk sayısının iki kat arttığı görülmektedir(15). Çocuk işçiliği rakamlarında önemli düşüşler yaşansa da sorunun ciddiyeti devam etmektedir. Çocuğa yönelik şiddet, ihmal ve istismar giderek artan bir biçimde çocuklarla çalışan profesyonelleri endişelendirmektedir.
Türkiye, nüfus yapısındaki değişime karşın, halen bir çocuk ülkesidir. Çocuk nüfusu toplam nüfusun yaklaşık 1/3’ünü oluşturmaktadır. Bu nüfus grubuna dönük hizmetlerde artış olduğu açık olsa da yapısal sorunların varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Yoksulluk ve gelir dağılımı tüm göstergeleri etkileyen iki ana faktör olarak karşımızda durmaktadır ve bu iki değişken çocukların yaşamlarının çok önemli belirleyicileridir.
Peki, korunma ihtiyacı içinde olan çocuklar olgusuna baktığımızda ne görüyoruz?
Sarıaslan’a göre(16): “IV. 5 Yıllık Plan verilerine göre, 0-19 yaş arasındaki çocuklardan 3.700.000’i korunmaya muhtaç durumdadır. 1975’te 0-6 yaş arası korunmaya muhtaç çocuklara bakan bakımevi sayısı 21, barındırdığı çocuk sayısı 3650; 7-18 yaş arası korunmaya muhtaç çocukları barındıran yetiştirme yurdu sayısı 91, barındırdığı çocuk sayısı 14.608’dir. Sırada bekleyen çocuk sayısı ise 9714’tür. Uluslararası Çocuk Yılı’nda (1979) ise bu sayı 60.000’dir. On binlerce kimsesiz çocuk, dışarının bin bir tehlikesiyle karşı karşıya, sokağın bozup biçimlemesine bırakılmış durumdadır”(17).
Karşılaştırabilmek için günümüze baktığımızda birkaç önemli nokta göze çarpmaktadır. Günümüzde korunma ihtiyacı içinde olan çocuk sayısına ilişkin net bir verimiz bulunmamaktadır. Çocuk yoksulluğu, eğitime devam edemeyen, çalışan ve suça sürüklenen çocuklara ilişkin verilerden çıkarsama yapmak olanaklıdır ancak bu konuda net rakamların verilememesi önemli bir eksikliktir. Boybek (2010), yapılan araştırmalarda, eğitim düzeyi ile yoksulluk arasında ters orantı bulunduğuna, eğitim düzeyi arttıkça yoksulluk riskinin azaldığına işaret etmektedir(18). Bu veri, Türkiye’de çocuk yoksulluğuna ilişkin durumu değerlendirmemize ışık tutmaktadır. 2009 yılında gıda ve gıda dışı yoksulluk içinde olan 15 yaşından küçüklerin oranı yüzde 25.77 ile genel yoksulluk oranının üzerindedir. Başka bir deyişle, 15 yaşından küçük 4.9 milyon çocuk (18 yaşın altı alınırsa 5.8 milyona yakın) ulusal yoksulluk sınırı altındadır(19). Gürsel, Uysal ve Acar(20), yaptıkları araştırmada Türkiye’de her dört çocuktan birinin beslenme, ısınma ve giyim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamadığına, 2006’dan 2010’a önemli gelişmeler kaydedilse de halen 4,6 milyon çocuğun maddi yoksunluk içerisinde yaşadığına değinmiştir. Yoksulluğun yaşamın her alanındaki etkisi akla getirildiğinde, söz konusu sayıdaki çocuğun korunma ihtiyacı gündeme gelmektedir. Yani korunma ihtiyacında olan çocuk sayısı 1979’dan günümüze artmış denilebilir. Bu durum, çocuk koruma sisteminde koruyucu ve önleyici hizmetlere olan açık ihtiyacı ortaya koymaktadır.
Korunma ihtiyacı içinde bulunan çocuklara yönelik hizmet birimlerinin sayılarındaki artış ise dikkat çekicidir. ASPB Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2013 Yılı Mart ayı istatistiklerine göre(21) Türkiye’de (sadece kurum temelli hizmetler belirtilmiştir) 751 çocuk evi, 14 çocuk yuvası ve kız yetiştirme yurdu, 46 çocuk yuvası, 17 kız yetiştirme yurdu, 38 BSRM (Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezi), 11 KBRM (Koruma Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi), 39 Çocuk ve Gençlik Merkezi (ÇOGEM) ve 45 sevgi evi bulunmaktadır. Hizmetlerin ve hizmet türlerinin geliştiği anlaşılmaktadır. ASPB, Gönül Elçileri Projesi’ni hayata geçirerek, daha fazla sayıda çocuğun kurum bakımı yerine koruyucu aile bakımı altında hizmet almasına dönük bir hizmet sunmayı amaçlamıştır(22). Bu konuda mevcut durumun nasıl olduğuna ilişkin bir bilimsel veriye ulaşılamamasına karşın(23), hizmetin içeriği ve niteliği tartışılmalıdır. ASPB’de çalışan meslek elemanlarının sayısı dikkate alındığında söz konusu bu hizmetin ve diğer hizmetlerin değerlendirme ve izleme çalışmalarının ne kadarının yapılabildiği üzerinde düşünmek gerekir. Değerlendirme ve izleme çalışmaları sosyal hizmet uygulamasında verilen hizmetlerin amaçlarına ulaşabilirliğini görme açısından çok önemli iki unsurdur. Yazıcı(24) çocuk evlerine ilişkin makalesinde, personel niteliğine ve değerlendirilmesine ilişkin uygulamadaki sorunlara işaret etmiştir. Bu kuruluşlarla ilgili gazetelere yansıyan olumsuz bazı olaylar (kurum personelinin çocuklara dönük olumsuz davranışlarını yansıtan), az sayıda olsa da, söz konusu olayların “yaşanabildiğine” ve görünen kısmına ilişkin önemli ipuçları sunmaktadır. Bakanlığın hayata geçirdiği bir başka proje ise 2005 yılında uygulamaya koyulan “Aileye Dönüş ve Aile Yanında Destek Projesi”dir. 2005 yılı Nisan ayından itibaren başlayan bu uygulamayla, özellikle ekonomik yoksulluk nedeniyle yurt ve yuvalarda kalan çocukların aile ortamında bakımlarının sağlanması amaçlanmıştır. Özateş ve Atauz(25) çocukların aileleri yanında desteklenmesi ya da ailelerine döndürülmesini amaçlayan bu hizmet modelinin başarıya ulaşması için öncelikle ailelerin koşullarının, çocuğun bakımına olanak sağlayacak şekilde iyileştirilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Kalıcı yoksulluğun toplumun çoğunluğu tarafından deneyimlendiğine işaret eden yazarlar, süreli/ süresiz yardımlarla söz konusu koşullarda istendik değişimlerin gerçekleşmesinin olanaklı olmadığına; bir başka deyişle hizmetin niteliğinin sorgulanması gerektiğine işaret etmişlerdir. Ayni ve nakdi yardımları temel alan hizmet modellerinin yalnızca, geçici düzenlemeleri sağladığı ve bir anlamda çözümsüzlüğü dayattığına değinmişlerdir. Bir başka deyişle, bu proje çerçevesinde ailelerin maddi olarak desteklenmesinin ötesinde, aile ve çevre koşullarının çocuğun yararına düzenlenmesi; çocuğun ihtiyaçlarını (fiziksel, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlar) karşılayabilecek şekilde düzenlenmesi gerekir. Özateş ve Atauz(26), çocukların ailelerine geri dönmesine ilişkin yapılacak mesleki değerlendirmenin önemine değinerek; yapılacak değerlendirme temelinde gerçekleştirilecek sosyal hizmet müdahalesini etkisiz hale getirebilecek çeşitli sorunlara (kaynak yetersizliği, alanda istihdam edilen sosyal hizmet uzmanı sayısının azlığı, uzmanların iş yükü vb.) vurgu yapmışlardır. Bu örnekleri artırmak mümkündür. Sadece ASPB değil diğer alanlarda da söz konusu kaynak sorunlarını, hizmet biçimlerinin yeterliliğini, erişilebilirliğini bir başka ifadeyle nitelik sorunlarını tartışmak mümkündür. Sarıaslan’ın çalışmasında da vurgulanan personel yetersizliği; hala çocuk koruma sistemi ile ilgili kurum ve kuruluşların önemli bir sorunu olarak varlığını sürdürmektedir. ASPB’nin Stratejik Plan Raporu’nda toplam personel sayısı 27487 olarak ifade edilmiştir. Kadrolu 10647; sözleşmeli 868; hizmet alımı 15972 olarak belirtilmiştir. Bu personelin sadece 7030’u ön lisans ve daha üstü eğitime sahiptir. Bu durum, alanda uzmanlaşma konusunda personelin niteliğine ilişkin fikir verirken, personel sayısının hizmet sunumunda yeterli olup olmadığını gündeme getirmektedir(27). 74 milyonluk nüfus ve hedef grup düşünüldüğünde bu sayının yetersiz kaldığı söylenebilir. Karataş(28),Türkiye’de çocuk koruma sisteminin gereksinim gösterdiği yetişmiş insan gücünün, ciddiye alınması gereken önemli bir sorun olduğuna değinmektedir. Salim, devletin en sosyal olması gereken bir kurum olarak SHÇEK’in (Mülga), hizmetlerinde kadrolu personel kullanmak yerine hizmet satın alımına gitmesine ilişkin eleştirisini dile getirmiştir(29). Bu durum, çocukla ilgili diğer alanlara da yansımaya devam etmektedir.
Sarıaslan’ın çalışmasında yer alan bir başka dikkat çekici bölüm ise korunma ihtiyacı içinde olan ve hizmetten yararlanabilmek için sıra bekleyen çocuklarla ilişkilidir. Yazar, neredeyse on binlerce çocuğun sırada beklediğinden bahsetmektedir. Aradan geçen kırk yıllık zaman diliminde sırada bekleyen çocuklar sorununun ortadan kalktığını net bir biçimde söyleyebiliriz. Ancak, günümüzdeki çocuk koruma sistemi ve hizmetlerinin korunma ihtiyacı içinde olan tüm çocuklara ulaşabildiğini söylemek olanaklı değildir. ASPB Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün verileri yaklaşık 123.000 çocuğun çocuk koruma hizmetlerinden (kurum temelli ve toplum temelli) yararlandığını göstermektedir. Sadece yoksulluk sınırı altında olan çocukların sayısı bile milyonlarca çocuğun farklı şekillerde korunma ihtiyacı içinde olduğuna işaret etmektedir. Kurum temelli çocuk bakım hizmetlerinde sıra bekleme sorununun ortadan kalktığı görülse de, bu hizmetin ihtiyaç içindeki tüm çocukları kapsayabildiği tartışmalıdır.
Sarıaslan … “6 milyonu aşkın çalışan kadının 0-6 yaş grubu arası 9.3 milyon çocuğuna devletin açtığı kreş 2 ve anaokulu 6 tane. Resmi istatistiklere göre, Türkiye’de 132 özel yuva var. Yasa’nın zorlayıcı hükmüne karşın, çalışan kadınlara kreş açan fabrika sayısı üçü beşi geçmezken, açmayanlara uygulanan cezai yaptırım gülünçtür”(30) demektedir. Bu sorunun hala aşılamadığı yukarıda belirtilen 0-5 yaş okul öncesi eğitim istatistiklerinde görülmektedir. Burada okul öncesi eğitim hizmetlerinde bulunduğumuz yerden geriye gittiğimizi söylemek mümkündür. Devlet 1990’ların sonunda kreş hizmetinden çekilmiş; sahayı özel sektöre terk etmiştir. Bu durum, gerek çocukların eğitim hakkından yararlanmasında gerekse kadınların çalışma yaşamına katılması konusunda önemli bir eşitsizliği ortaya çıkarmaktadır. İlgili yasaya karşın, özel kuruluş çalışanlarının çocukları için açılan kreşlerin sayısının yeterli olmadığı söylenebilir.
Türkiye’de, koruyucu ve önleyici hizmetlerde önemli eksiklikler devam etmektedir. Çocuğun korunmasının ancak sorunun ortaya çıkmasıyla başladığı söylenebilir. Bu sorun, çocuğun ihmal ve istismara uğraması, kanunla ihtilafa düşmesi, kendine zarara vermesi, sokakta ve risk altında kalması gibi durumlar olarak çeşitlendirilebilir. Karataş ve diğerleri(31) bu görüşü desteklemekte ve çocukların ana babasız kaldığı ya da çevreye zarar vermeye başladığı (kanunla ihtilafa düştüğü) durumda sosyal hizmet sistemine girdiğine vurgu yapmaktadır. Karataş ve Baykara Acar(32) araştırmalarında Türkiye’de aile destek hizmetlerinin niceliksel, niteliksel sorunlarından ve dağınıklığından bahsetmektedir. Çocuğun korunması, çocuk ve aileye yönelik destek hizmetlerinin geliştirilmesini gerektirir. Bu hizmetlerin koruyucu ve önleyici ayağının nitelik ve kapsamı, çocuğun sorun ortaya çıkmadan korunmasına ilişkin bir belirleyicidir.
Burada çocuk koruma sistemine ilişkin zihniyetin üzerinde durmak gerekir. Sarıaslan da bu konuya değinmiştir. Çocuk koruma sistemi ve hizmetlerine ilişkin politika ve uygulamaları belirleyen en önemli etkenlerden birinin çocuğa bakış açısı ve çocuğun korunmasına ilişkin “zihniyet” olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Her şeyden önce bütüncül bir çocuk koruma politikası için, çocuğu “hakları olan” bireyler olarak kabul etmek gerekir. 2005 tarihli Çocuk Koruma Kanunu, Çocuk Hakları Sözleşmesi(33) ÇHS’de önemle vurgulanan bazı ilkeleri benimsemiş olsa da bu ilkelerin uygulamaya aktarılmasında sorunlar yaşanmaktadır.
1957’ten 2013’e Türkiye’de Çocuk Koruma Sistemi: Mevzuat ve Yapılanma
Çalışmanın önceki bölümlerinde çocuklarla ilgili temel istatistikler özetlenmiştir. Bu noktada, Türkiye’de çocuk koruma sisteminin tarihini kısaca incelemek çocuk koruma konusunda nerede durduğumuzu tartışmak açısından kolaylaştırıcı olacaktır.
Türkiye’de devletin korunmaya muhtaç çocuklara ilişkin ilk yasal düzenlemesi 1949 yılında gerçekleştirilmiştir(34). 1949 yılında yasalaşan (5387) “Korunmaya Muhtaç Çocuklar” Kanunu ile devlet korunmaya muhtaç çocuklar sorununa ilk kez kapsamlı bir müdahale yapmaya çalışmıştır. 1949 Yılında çıkarılan 5387 sayılı Kanun, kâğıt üzerinde kalmış ve uygulanması mümkün olmamıştır. Bu döneme kadar yaşanan dağınıklığı gidermeyi amaçlayan Kanun fazlaca etkin olamamış ve kısa bir süre sonra yeni bir kanunla ortadan kalkmıştır. Korunmaya muhtaç çocuklar ile ilgili “özel” bir kanun çıkarılmış olması bir dönüm noktasına işaret etmektedir. Birtakım sorunlar (İnsan ve diğer kaynaklardaki yetersizlikler, deneyim azlığı vb.) Kanunun uygulanmasını güçleştirmiştir. Gökçe(35) “Kanunun birçok maddelerinin kapalılığından dolayı icracılar tarafından anlaşılamaması, aynı zamanda çocukların korunması ile ilgili teşkilata yer verilmemiş olması, tahsisat kifayetsizliği bu kanunun sekiz sene gibi çok kısa bir zamanda yürürlükten kaldırılmasına neden olmuştur” şeklinde ifadesiyle bu duruma açıklık getirmektedir.
1957 yılında 5387 sayılı Kanunu yürürlükten kaldıracak şekilde, 6972 sayılı Korumaya Muhtaç Çocuklar Hakkında Kanun kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Kanun, çocuk korunması sorununa yeni bir düzen getirmeyi başarmıştır. Bu yeni düzen 1983 yılında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu(36)’nun kurulmasına kadar devam eden bir yapıyı betimlemektedir. Yasayla beraber korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili tüm yasal sorumluluk iki kamu kurumu arasında pay edilmiştir. Buna göre 0-12 yaş arasındaki çocuklarla ilgili bakım sorumluluğu Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na(37); 13-18 yaş arasındaki çocukların bakım sorumluluğu ise Milli Eğitim Bakanlığı’na verilmiştir. 6972 Sayılı Yasayla her ilde Koruma Birlikleri kurulmuş ve bu birlikler korunmaya muhtaç çocukları tespit ve bakım ile sorumlu tutulmuştur. Çengelci(38), Kanunun temel felsefe olarak yerel yönetimleri yetkili kılmayı hedeflediğini ifade etmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı arasındaki ikili yapı birçok sorunu da beraberinde getirmiştir. Birincisi yetişmiş personel yokluğudur. Dahası hizmet binası sayısı da yetersizdir(39). Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı bu konuda daha deneyimli olmasına karşın Milli Eğitim Bakanlığı’nın deneyimi bulunmamaktadır.
Bu ikili yapının sonlanması is 24 Mayıs 1983 tarihinde kabul edilen 2828 sayılı SHÇEK Kanunu ile olmuştur (Adından anlaşılacağı gibi bu kanun ile 1917’de kurulan Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu Derneği devletleştirilmiştir). 2828 Sayılı Kanun yepyeni bir sosyal hizmet sistemini ortaya çıkarmıştır. Kamu hukuku statüsü içinde görev yapan SSYB Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü, SSYB Sosyal Hizmetler Enstitüsü ve İllerde kurulu Korunmaya Muhtaç Çocuk Birlikleri ile dernek statüsündeki Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu’nu kaldırmış ve SHÇEK bu süreç sonunda ortaya çıkmıştır(40). Çocuk refahı hizmetleri ve daha genelde sosyal hizmetlerin 2828 sayılı kanun ile birçok kazanım elde ettiği görülmektedir. Dağınık şekilde birçok kurum ve kuruluş tarafından verilen hizmetler bir elde toplanmıştır. Kurumun ortaya çıkması ile çocuğun korunması alanındaki yasal eksiklikler giderilmiş ve sosyal hizmetlerin her yaş ve nüfus grubu için planlanabilmesinin altyapısı oluşturulmuştur.
Başbakanlığa bağlı bir yapılanma olarak sürdürülen SHÇEK, 2828 sayılı kanun ile sadece çocuklara değil, kadın, yaşlı, engelli gibi tüm dezavantajlı gruplara yönelik sosyal hizmetleri sunmakla yükümlü kılınmış ve 2011 Yılında çıkartılan Kanun Hükmünde Kararname(41) ile ASPB’ye bağlı Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür.
3.6.2011 ve 633 sayılı KHK ile oluşturulan ASPB, genelde sosyal hizmetlerin özelde ise çocuk koruma sisteminin yeniden örgütlenmesinin önünü açmıştır. 1970’lerden itibaren dile getirilen önemli bir eksikliği, parçalı bir görünüme sahip olan sosyal hizmetleri, giderme yönünde önemli bir adım olarak karşılamıştır. Bakanlık; daha önce bağımsız yapılar şeklinde bulunan Özürlüler İdaresi Başkanlığı, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü, Aile ve Sorunlarını Araştırma Genel Müdürlüğü, SHÇEK Genel Müdürlüğü ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü’nü bünyesine almıştır. Bu noktada il ve ilçelerde bulunan “Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları”nın Bakanlık bünyesine alınamaması sosyal hizmetler sisteminin bütünleştirilmesinin önemli bir eksikliği olarak görülebilir. Yeni yapılanma kapsamında, Bakanlık bünyesinde oluşturulan merkez birimleri şunlardır:
-Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü
– Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü
– Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü
– Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü
– Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü.
Bakanlığın taşra teşkilatını ise Aile ve Sosyal Politikalar İl ve İlçe Müdürlükleri oluşturmaktadır. 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı KHK ile ortaya çıkan yeni görünüm sosyal hizmetler ve çocuk koruma hizmetlerinin yeniden yapılanması tartışmalarını canlandırmıştır. KHK’nin iki ana sonucu vardır:
– Dağınık halde bulunan sosyal hizmetlerin bütünleştirilmesi için adım atılmıştır.
– KHK ile sosyal hizmetlerin belirli öğelerinin il özel idarelerine devredilmesi planlanmıştır (Bu devredilme süreci ikinci bir kararname(42) ile üç yıl ertelenmiştir).
Gelinen nokta iyi bir analize muhtaçtır. 3.6.2011 tarih ve 633 sayılı KHK ile (kapatılan) SHÇEK Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatında yer alan tüm sosyal hizmet kuruluşlarının il özel idarelerine devredilmesi planlanmıştır. Yaklaşık altı ay sonra yayınlanan bir diğer KHK ise bu devir sürecini üç yıl ertelemiştir.
Bu sürecin ilgili taraflarca yeterince tartışıldığını söylemek olanaklı değildir. Hangi nedenlerle il özel idarelerine devir yapılacağı ve bu devrin neden ertelendiği hususları açık değildir. Dahası bu devir süreci ile ulaşılmak istenen hedefler belirgin değildir. Yerelleşme ve sosyal hizmetlere etkin toplum katılımı amaçlanıyorsa, süreçte sivil toplum örgütleri katılımına ilişkin herhangi bir taahhüt bulunmamaktadır. Yerelleşme hedefleniyorsa, Türk kamu idaresinde yerel yönetimlerin bir diğer unsuru olan belediyeler neden süreç dışında tutulmuştur?
Sorular artırılabilir. Temel olarak Türkiye’de sosyal hizmetlerin ve özelde çocuk koruma sisteminin revizyona ihtiyaç duyduğu açıktır. Bu ihtiyaç iki temel soruna dayanmaktadır: Bunlardan ilki mevcut hizmet bütününün toplumdaki ihtiyaçları karşılamaktan uzak olmasıdır. Örneğin, birçok projeksiyonda korunma ihtiyacı içinde olan çocuk sayısı milyonlarla ifade edilirken mevcut sistemden yararlanan çocuk sayısı on binlerle sınırlıdır. Dahası, modern bir çocuk koruma sisteminin sahip olması gereken, önleyicilik, hizmet çeşitliliği gibi birçok özellik mevcut sistemde geliştirilememiştir. Gerek çocuk gerekse diğer ihtiyaç gruplarındaki hizmetlerin daha çok kurum temelli olduğu görülmektedir. İkincisi ise sistemin özellikle yerel/bölgesel karakteristikli sorunlara yanıt vermede ağır kaldığı, merkeziyetçi yapının sistemin işleyişini yavaşlattığı iddiaları sıkça dile getirilmektedir.
Ancak; önerilen yeni modelin (henüz yeni modelin detayları açıklanmamıştır) bu sorunlara nasıl yanıt vereceği, merkeziyetçi yapının sağladığı bir takım avantajların (hizmet standartlarının yükselmesi gibi) nasıl devam ettirileceği, izleme ve değerlendirme sistemlerinin nasıl oluşturulacağı ve en önemlisi toplum katılımının nasıl sağlanacağı konuları muğlâktır.
Sonuç: 1979-2013: Çocuk Bakım
Hizmetlerinin Neresindeyiz?
Şimdiye kadar sunulan veriler ışığında 1979’dan bugüne “çocuk bakım hizmetlerinin neresinde” olduğumuzu kısaca analiz etmeye çalışalım.
1979’dan günümüze kurum ve kuruluşların sayısı belirgin biçimde artmış, maddi kaynaklar konusundaki sorunlar giderilmiştir. Çocuk koruma hizmetleri temelde ASPB tarafından yürütüldüğü için çok başlı yönetim sorunu giderilmiştir. Kurum temelli hizmet türlerinin yanında toplum temelli hizmet türleri gelişmiştir. Hizmet sunumunda asgari standartları sağlama ve hizmetin ulaşılabilirliği konularında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Çocuk koruma sisteminde çalışan personel sayısı artmıştır. Bu açılardan 1979’da yaşanan sorunların önemli bir bölümünün çözüme kavuşturulduğu söylenebilir.
Peki, süregelen sorunlar nelerdir?
Yıllar içinde nüfus artışına paralel biçimde korunma ihtiyacında olan çocuk sayısının arttığı görülmektedir. Çocuklar hala yoksulluk başta olmak üzere, beslenme, sağlık, eğitim vb. konularda sorunlarla ve eşitsizliklerle karşı karşıyadır. Kurum ve kuruluşlar arası koordinasyon ve işbirliği sorunları belirgin biçimde devam etmektedir. Çocuklara yönelik hizmet sunan kurum ve kuruluşlarda çalışan personel niceliği ve niteliği hala bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Koruyucu ve önleyici hizmetler yeterli değildir.
Tüm bu sorunların varlığını sürdürmesinin temelinde Sarıaslan’ın da yakındığı gibi “kapsamlı bir çocuk politikasının” geliştirilememiş olmasının bulunduğu açıktır. Türkiye kabaca tortusal (residiuel) refah yaklaşımından kurumsal sosyal refah anlayışına geçişi yapamamıştır (Bu konuda SHÇEK’in (mülga) 2010-2014 Stratejik Planı’ndan itibaren değişim söyleminin başladığı, ASPB’nin kurulmasıyla birlikte bu söylemin “talep odaklı hizmet sunumu” baskın hale geldiği açıksa da bu yönde somut bir gelişme görünmemektedir).
Gerçekte çocuk koruma hizmetlerinde belirgin bir niceliksel gelişim olmasına karşın, nitelik tartışmaları yapılacak olduğunda çok önemli sorunlar yaşandığı açıktır. Belki burada bir başka vurgulanması gereken konu, çocuk koruma hizmetlerine ilişkin bilimsel temelli ve özellikle değerlendirme araştırmalarının yapılması gereğine ilişkindir. Hizmetlerin sayısal olarak gelişimini önde tutarak yola çıkmak yerine, süreç ve sonuçlarının değerlendirilmesini mümkün kılmak, yeni düzenlemelerin yapılması ve kaynak israfının önlenmesi açısından çok gerekli ve önemlidir.
Salim’in(43), SHÇEK’de (Mülga) çocuk koruma hizmetlerine ilişkin değerlendirmesinden alıntı yapalım:
“SHÇEK’de (Mülga) adı tam ifade edilemeyen bir himayecilik anlayışının, tam olarak merkezi yönetimin eline geçtiği zamandan beri var olduğu düşünülmektedir. ‘Ne kadar çok çocuk bakarsam o kadar çok iyi sosyal devlet ya da devlet baba olurum’ biçimindeki yönetim yaklaşımı, plan ve politikalarına yansımamasına rağmen uygulamalara yansımıştır. Bu durum Türkiye’deki çocuk politikasızlığı ile bir araya gelince hizmetlerin etkinliğini azaltmaktadır”.
Bu ifade, yukarıdaki tartışmalara açıklık getirmektedir. Niceliksel gelişme sadece hedef grupların kapsamına ilişkin bir veri sağlayacaktır. Önemli olan sayısal artışın içerikle de desteklenmesidir. Yani, niteliksel açıdan da çocuk koruma sisteminin geliştirilmesine ihtiyaç ortadadır. Çocuk koruma sisteminin her unsurunun çocuk dostu olması kaçınılmazdır. Bunun dışında kalan politika ve uygulamalar, Sarıaslan’ın deyimiyle “çocuğun bakımını, yalnızca yedirilip içirilmesi” olarak gören bir zihniyetin destekleyicisi olmaktan öte geçemeyecektir.
DİPNOTLAR
(1) Sarıaslan, Ü. (1980). “O Çocuklar Şimdi Neredeler?”
(2) Sarıaslan, a.g.e.
(3) İstatistiklerle Çocuk 2012, TUİK, http://www.tuik.gov.tr/Kitap. do?metod=KitapDetay&KT_ID=11&KITAP_ID=269
(4) Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması 2011, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, http://www.athgm.gov.tr/upload/athgm.gov.tr/mce/2013/taya_kitap_butun.pdf
(5) Milli Eğitim Bakanlığı Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2012- 2013. Millî Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, www.meb.gov.tr
(6) http://www.tuik.gov.tr/Gosterge.do?id=3642&metod=IlgiliGosterge
(7) Sağlık Bakanlığı 2011 Sağlık İstatistikleri Yıllığı, http://www.saglik. gov.tr/TR/belge/1-16345/saglik-istatistikleri-yilligi-2011.html.
(8) Sağlık İstatistikleri Yıllığı 2011, Sağlık Bakanlığı, Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü, 2011.
(9) Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Raporu (2010). Kalkınma Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Türkiye Ofisi, http://planipolis.iiep.unesco.org/upload/ Turkey/Turkey_MDG_2010_turkish.pdf
(10) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bundan böyle ASPB olarak kısaltılacaktır.
(11) Detay için bakınız: http://www.aep.gov.tr/aep-hakkinda/aep-intarihcesi/
(12) TÜİK, www.tuik.gov.tr, 2008.
(13) OECD Aile Veri Tabanı verileri, 2011.
(14) Acar, H. ve Çamur Duyan G. (2012). “Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Temel İlkeleri Işığında Türkiye’nin Çocuk Fotoğrafını Yorumlamak”. Uluslararası Katılımlı Çocuk İhtiyaçları Sempozyumu’, Mutlu Çocuklar Derneği ve Kırıkkale Üniversitesi Kadın Sorunları, Uygulama ve Araştırma Merkezi, Ankara
(15) Kayıp Çocuklar Başta Olmak Üzere Çocukların Mağdur Olduğu Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, 2010, TBMM, 520-521.
(16) Sarıaslan, a.g.e.
(17) “Kaç Çocuk Sağlıklı Gelişiyor?”, Cumhuriyet Dergi, Uluslararası Çocuk Yılı Özel Sayısı, 2 Temmuz 1979; akt: Sarıaslan, 1980.
(18) Boybek, S. (2010). “Uluslararası Yoksullukla Mücadele Stratejileri Sempozyumu Yoksulluk ve Çocuk İşçiliği Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Uluslararası Yoksullukla Mücadele Stratejileri Sempozyumu: Deneyimler Ve Yeni Fikirler, Cilt I, 13 – 15 Ekim 2010 / İstanbul, s. 543.
(19) “Yoksul çocuklar”, http://www.unicef.org.tr/tr/content/detail/49/ children-in-poverty-2.html
(20) Gürsel, S., Uysal, G. ve Acar, A. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Yönetici Özeti, Araştırma Notu 13/147, 22 Nisan 2013
(21) Detaylar için: http://www.cocukhizmetleri.gov.tr/upload/ Node/10542/files/2013_Mart_Ayi_Istatistikler.pdf, erişim: 14.04.2013
(22) Ayrıntılı bilgi için bakınız: http://www.koruyucuaile.gov.tr/tr/ html/1785/Gonul-Elcileri-Projesi-Hayata-Gecirildi
(23) Bu konuda bir bilimsel çalışmaya rastlanmamıştır.
(24) Yazıcı, E. (2012). “Korunmaya Muhtaç Çocuklar Ve Çocuk Evleri”. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9(18), s.509.
(25) Özateş, Ö.S. ve Atauz, S. (2011) “Uzmanlarının Aileye Dönüş Ve Aile Yanında Destek Projesine İlişkin Değerlendirmeleri” Toplum ve Sosyal Hizmet, 22(2) 104.
(26) Özateş, Ö.S. ve Atauz, S., .a.g.e., s.110.
(27) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 213-217 Stratejik Planı, Ankara, 2012, s.66-68
(28) Karataş, K. (2007). “Türkiye’de Çocuk Koruma Sistemi ve Koruyucu Aile Uygulamaları Üzerine Bir Değerlendirme”, Toplum ve Sosyal Hizmet, 18 (29):s.13. 7-20.
(29) Salim, M. “Geçmişten Günümüze Türkiye’de Çocuk Koruma Politikaları Ve Sosyal Hizmetler Ve Çocuk Esirgeme Kurumu”, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2011, s.103.
(30) “Kaç Çocuk Sağlıklı Gelişiyor?” Cumhuriyet Dergi, Uluslararası Çocuk Yılı Özel Sayısı, 2 Temmuz 1979; akt: Sarıaslan, 1980.
(31) Karataş K., Cankurtaran Öntaş Ö., Acar, H., Baykara Acar, Y. ve Gökçearslan, E.(2004). “Türkiye’de Çocuğun Korunması: Osmanlı’dan Günümüze Çocuk Refahına Yönelik Düzenlemeler”, Toplum ve Sosyal Hizmet. 15,(1), s.25.
(32) Karataş, K. ve Baykara Acar, Y. (2008). Aile Destek Hizmetlerinin Değerlendirilmesi ve Kalite Standartları Geliştirilmesi. T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Yayını, Yayın No:135, Ankara, 2008.
(33) Çocuk Hakları Sözleşmesi bundan böyle ÇHS olarak kısaltılacaktır.
(34) Bu tarihten önce çocuk koruma hizmetleri, 1917’de kurulan ve bir sivil toplum örgütü olan Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu aracılığıyla sunulmaktadır.
(35) Gökçe, B. (1971). Memleketimizde Cumhuriyet Devrinde Kimsesiz Çocuklar Sorunu ile İlgili Tutumun Sosyolojik Mukayeseli Tahlil ve İzahı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü Yayınları, Yayın No: 55, 1971, s.71.
(36) Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu bundan böyle SHÇEK olarak kısaltılacaktır.
(37) Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, SSYB olarak kısaltılacaktır.
(38) Çengelci, E. (1996). Cumhuriyet Türkiye’sinde Sosyal Hizmetlerin Örgütlenmesi, Ankara, s.7.
(39) Ertan Kahramanoğlu ile Yapılan Görüşme, Ankara, 17.2.2004, akt: Acar, 2005.
(40) Çengelci, E. a.g.e., s.9.
(41) Kanun Hükmünde Kararname, bundan böyle KHK olarak kısaltılacaktır.
(42) Bu, 662 nolu Kanun Hükmünde Kararnamedir.
(43) Salim, M. A.g.e. s.103.
KAYNAKLAR
Acar, H. (2010) “Türkiye’de Çocukların Durumu: Bardağın Boş ve Dolu Tarafı”. 28 Kasım 2010 tarihinde Bianet’te yayınlanan yazı. Erişim için: http://bianet.org/biamag/cocuk/126103-turkiye-de-cocuklarin-durumubardagin-bos-ve-dolu-tarafi.
Acar, H. ve Çamur Duyan G. (2012). “Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin Temel İlkeleri Işığında Türkiye’nin Çocuk Fotoğrafını Yorumlamak”. Uluslararası Katılımlı Çocuk İhtiyaçları Sempozyumu Kitabında Yayınlanmış Bildiri. Ankara. Mutlu Çocuklar Derneği ve Kırıkkale Üniversitesi Kadın Sorunları, Uygulama ve Araştırma Merkezi.
“Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2013-217 Stratejik Planı”, Ankara, 2012, s.66-68.
Baykara Pehlivan ve Baykara Acar, Y. (2009). “Çocuklar ve Eğitimden Dışlanma”, Toplum ve Sosyal Hizmet, 20 (2), 27-38.
Boybek, S. (2010). “Uluslararası Yoksullukla Mücadele Stratejileri Sempozyumu Yoksulluk ve Çocuk İşçiliği Üzerine Genel Bir Değerlendirme”, Uluslararası Yoksullukla Mücadele Stratejileri Sempozyumu: Deneyimler ve Yeni Fikirler, Cilt I, 13 – 15 Ekim 2010 / İstanbul, s. 543.
Gökçe, B. (1971). Memleketimizde Cumhuriyet Devrinde Kimsesiz Çocuklar Sorunu ile İlgili Tutumun Sosyolojik Mukayeseli Tahlil ve İzahı, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü Yayınları, Yayın No: 55, 1971.
Gürsel, S., Uysal, G. ve Acar, A. “Bahçeşehir Üniversitesi, Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi”, Yönetici Özeti, Araştırma Notu 13/147, 22 Nisan 2013.
“İstatistiklerle Çocuk 2012” TUİK, http://www.tuik.gov.tr/Kitap.do?metod=KitapDetay&KT_ ID=11&KITAP_ID=269
Ertan Kahramanoğlu ile Yapılan Görüşme, Ankara, 17.2.2004, akt: Acar, H. (2005) Cumhuriyetin Çocuk Refahı Politikasını Yapılandıran Bir Sivil Toplum Örgütü: Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu (1921-1981), Fişek Enstitüsü Yayınları, Ankara.
Karataş, K. (2007). “Türkiye’de Çocuk Koruma Sistemi ve Koruyucu Aile Uygulamaları Üzerine Bir Değerlendirme”, Toplum ve Sosyal Hizmet, 18 (29): 7-20.
Karataş, K. ve Baykara Acar, Y. (2008). Aile Destek Hizmetlerinin Değerlendirilmesi ve Kalite Standartları Geliştirilmesi. T.C. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Yayını, Yayın No:135, Ankara, 2008.
Karataş K., Cankurtaran Öntaş Ö., Acar, H., Baykara Acar, Y. ve Gökçearslan, E. (2004). “Türkiye’de Çocuğun Korunması: Osmanlı’dan Günümüze Çocuk Refahına Yönelik Düzenlemeler,” Toplum ve Sosyal Hizmet. 15,1:15-25.
“Kaç Çocuk Sağlıklı Gelişiyor?” Cumhuriyet Dergi, Uluslararası Çocuk Yılı Özel Sayısı, 2 Temmuz 1979, akt: Sarıaslan, Ü. (1980). O çocuklar şimdi neredeler? (Yayınlanmamış Röportaj).
Kalkınma Bakanlığı ve Birleşmiş Milletler Türkiye Ofisi (2010). Bin Yıl Kalkınma Hedefleri Raporu. http://planipolis.iiep.unesco.org/upload/Turkey/ Turkey_MDG_2010_turkish.pdf
“Milli Eğitim Bakanlığı Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2012-2013”. Millî Eğitim Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, www.meb.gov.tr
Salim, M. (2011). Geçmişten Günümüze Türkiye’de Çocuk Koruma Politikaları ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta.
Sağlık İstatistikleri Yıllığı, Sağlık Bakanlığı 2011 Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü, http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-16345/saglikistatistikleri-yilligi-2011.html. Erişim: 16.03.2013.
Sarıaslan, Ü. (1980). O çocuklar şimdi neredeler?.. (Yayınlanmamış Röportaj).
OECD Aile Veri Tabanı verileri, 2011. www.oecd.org/els/social/family/ database
Özateş, Ö. S. ve Atauz, S. (2011). “Uzmanlarının Aileye Dönüş Ve Aile Yanında Destek Projesine İlişkin Değerlendirmeleri” Toplum ve Sosyal Hizmet, 22(2):101-112.
TBMM, Kayıp Çocuklar Başta Olmak Üzere Çocukların Mağdur Olduğu Sorunların Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu, 2010: 520-521.
TÜİK, www.tuik.gov.tr, 2008.
Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması 2011, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, http://www.athgm.gov.tr/upload/athgm.gov.tr/mce/2013/taya_kitap_butun.pdf
Yazıcı, E. (2012). “Korunmaya Muhtaç Çocuklar ve Çocuk Evleri”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9(18), s.499- 525.
“Yoksul çocuklar”, http://www.unicef.org.tr/tr/content/detail/49/childrenin-poverty-2.html
http://www.tuik.gov.tr/Gosterge.do?id=3642&metod=IlgiliGosterge
* Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi