12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü’nün Anlamsızlığı ve Önemsizliği

Özel ya da önemli günlerde hep günün anlam ve önemine binaen konuşmalar yapılır, yazılar yazılır, etkinlikler düzenlenir vs. 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü münasebetiyle de bu türden birçok etkinlik düzenlendi. Çocuk işçilik birçok boyutuyla konuşulup tartışıldı ve kimi çözüm önerileri ortaya atıldı. Bu yazı ise 12 Haziran’ın anlamsızlığı ve önemsizliğine dair bir tartışma içeriyor. Bilindiği gibi, küresel ölçekte çocuk işçilikle mücadele uluslararası insan hakları hareketinin bir parçası ya da ayağı olarak yürütülüyor. Johan Galtung’un İnsan Hakları -Başka Bir Açıdan Bakış (Human rights in another key) başlığıyla Türkçeye de çevrilen bir kitabı var. Galtung, kitabının Türkçe baskısına yazdığı Önsöz’de, “insan hakları insanların acılarını azaltmakla ilgili bir barış projesinin parçasıdır” diyor.[1] Galtung’un insan hakları hareketini idealize eden bu nitelendirmesi aslında çok temel bir tespit barındırıyor: İnsan hakları hareketi sorunun kökünü kurutucu değil, tedavi ya da tazmin edici nitelikte bir hareket. Neden?

Öncelikle şunu bir belirleyelim; insan hakları hareketi liberal demokratik düzene işlerlik kazandırmak üzere tasarlanan ve uygulamaya konulan bir hareket. Tarihsel olarak kağıt üzerinde ilk tanınan haklar, mülkiyet, düşünce ve ifade özgürlüğü, inanç özgürlüğü, sözleşme yapma özgürlüğü gibi hakları içeren ve medeni haklar olarak kategorize edilen haklardır.[2] Dikkatli bakılacak olursa, bu haklar demeti, kölelikten ya da serflikten azade edilmiş ve kiliseler bünyesinde oluşturulan yardım sistemi (parish)[3] ile temel gereksinimleri olabilecek en düşük düzeyde karşılanan kitlelerin acil gereksinimlerinin karşılanması gibi bir kaygı taşımamaktadır. Bu hakların önemi ve önceliği, yeni kurulan liberal piyasa düzeninin işlerlik kazanması için temel gereksinim duyduğu haklar olmasından kaynaklanmaktadır. Demek oluyor ki, insan hakları hareketinin çerçevesi en başından belli bir ideolojiye göre çizilmiş durumdadır. İnsan haklarının evrensellik boyutu ön plana çıkartılıyor hep, buna karşın, ideolojik boyutu gözden kaçırılıyor.

Liberal demokrasiye işlerlik kazandırmak üzere tasarlanan insan hakları hareketi, bu bağlamda, her şeyden önce mülkiyeti bir hak olarak garanti altında almakta ve dolayısıyla var olan toplumsal eşitsizlikleri güvenceye kavuşturmaktadır. Bu hareketin pratisyenliğini yapan uluslararası kuruluşların çocuk işçilik bahsinde sahada yürüttüğü faaliyetlere eleştirel bir gözle bakarsak şunları söylememiz münkün: Çocuk işçilik hiyerarşik küresel kapitalist düzende hiyerarşinin alt basamağındaki ülkelere özgü bir sorun olarak gösterilmeye çalışılıyor. Gerçekliğin öyle olmadığını, küresel meta zincirlerinde çocuk işçilerin çalıştırıldığını herkes biliyor! Bununla da sınırlı kalınmıyor, çocuk işçiliğin, hangi kuramsal yaklaşımla ele alınması gerektiği, bu olguyu tanımlamak için hangi kavramların uygun olduğu ve doğru mücadele yol ve yöntemlerinin neler olduğu bu merkezlerde belirlenip yukarıdan aşağıya uygulanıyor.

Uluslararası kuruluşların reçetelerini yerel düzeyde ulus devletler uyguluyor ya da bunları uygulaması ulus devletlerden bekleniyor. İnsan hakları hareketi bağlamında dile getirilen taleplere yakından bakılırsa, varlık bilimsel olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak, devletin toplumsal düzenin koruyucusu-kollayıcısı olduğuna dair bir yaklaşımın egemen olduğu görülür. Eğer devletin varlık nedeni ve amacı bu yaklaşımın ifade ettiği gibi ise, o zaman devlet varlığının gereğini er ya da geç yapacak ve çocuk işçiliği önleyecektir. Buna karşın, varlık bilimsel olarak, devletin egemen sınıfların aygıtı olduğu yönünde bir başka yaklaşım daha vardır. Eğer devletin varlık nedeni ve amacı bu ikinci yaklaşımın ifade ettiği gibi ise, o zaman devletin insan hakları ihlallerine çözüm üretmesini ummak, sorunun çözümünü sorunun kaynağında aramak demektir!

Yaklaşıma dair bunları söyledikten sonra şimdi de somut olarak yapılanlar hakkında bir-iki kelam edelim. Uluslararası insan hakları hareketinin çocuk işçilik olgusunu gündemine alması ve bu konuda bir mücadele söylemi ortaya koyması 1980’lerin sonlarından itibaren gözle görülür bir hal almaya başlamıştır. 1989 yılında Birleşmiş Milletler düzeyinde kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşme ve 1999 yılında Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kabul ettiği Çocuk İşçiliğin En Kötü Biçimlerinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem Sözleşmesi bu konuda atılan somut adımlardır. Bu bağlamda, 2002 yılında da 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü ilan edildi.

Çocuk işçilikle mücadelede umutlar 2015 yılında kabul edilen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’ne (The Sustainable Development Goals)[4] bağlanmış durumda. Çocuklarla ilgili hedefler 8.7 nolu başlık altında sıralanıyor. Buna göre, zorla çalıştırma, modern kölelik, insan ticareti ve çocukların asker olarak kullanılmasının önüne geçilmesi 2025 yılına kadar ulaşılacak acil hedefler olarak belirlenmiş durumda. Hiç şüphesiz ki, bu sorunların yok edilmesi, eğer yapılabilirse, büyük bir iş olur. 2025 yılı geldiğinde ne olduğu görülecektir. Diğer taraftan bu hedefler bir gerçekliğe işaret ediyor; çocuk işçilikle mücadele gibi bir gündem yoktur!

Çocuk işçilik konusunda yapılanları çocuk işçiliğe karşı bir mücadele olmaktan çok bir düzenleme olarak görmek gerekir. Ve bu, kapitalist çarkın dönmesi lehine bir düzenlemedir. Çok daha eskilere gidersek, tarihsel süreçte de hep böyle olduğunu görürüz. Örneğin 1830’lu yıllardan itibaren İngiltere’de çalışma koşullarını düzenleyen ilk yasalara bakarsak bunların bütünüyle çocuk işçilere, sonrasında da çocuk işçilerle birlikte kadınlara yönelik düzenlemeler içerdiğini görürüz. Düzenlemeler bütünüyle emek gücünün yeniden üretimi sorununa çözüm üretme amacını taşımaktadır. Örneğin, Marx, çocukların matbaalarda 14-16 saat çalıştırılıp ardından 2 saatlik bir yemek ve uyku molası verilerek tekrar işe koşulduğuna, bu şekilde 36 saat boyunca çalıştırıldıklarına dikkat çekiyor. Matbaa işçisi çocukların 17 yaşında artık çalışamaz hale geldikleri için işten atıldığı bilgisini de ekliyor.[5] Thompson da sanayileşmenin erken dönemlerinde fabrikaların yoğunlaştığı yerlerde işçilerin ortalama yaşam süresinin 15 yaş ve 22 yaş arasında değiştiği bilgisini aktarıyor.[6] Bu örneklerle anlatılmak istenilen şudur; erken yaşta hayata veda eden çocuklar kapitalist birikim açısından emek gücünün yeniden üretimi gibi bir sorun yaratıyordu. İlk olarak çocukların ve sonrasında da çocuklarla birlikte kadınların çalışma koşullarına kimi kısıtlamalar getiren ilk sosyal poltika yasalarına yakından bakılırsa bunların aslında emek gücünün yeniden üretim sorununa bir çözüm üretme amacını taşıdığı görülür.

Burada bütün tarihsel süreci özetlemeye ne yer ne de gerek var. Bir diğer örnek olarak 1980’lerin sonlarından itibaren yükselen çocuk işçilikle mücade söylemini irdelersek, bu kez farklı bir nedenle ama özünde yine kapitalist birikim rejimi lehine çocuk işçiliğin düzenlendiğini görürüz. 1980’lerin sonlarından itibaren çocuk işçilikle mücadele adı altında yapılan işler, aslında sermaye çevreleri arasında baş gösteren rekabet eşitsizliği sorununa bir çözüm üretme amacıyla yapılmıştır. Bilindiği gibi, 1980 sonrası, yeni liberal çağda emek gücünün ucuz olduğu ücra yerlere kaçan sermaye çevreleri uluslararası düzeyde rekabet üstünlüğü elde etmiştir. 1990’larda yasal düzenlemelerden başka, uluslararası ticaret anlaşmalarına sosyal hüküm konulması, toycott kampanyaları, fair trade damgası, sosyal sorumluluk vb. tartışma ve kampanyaları bu çerçevede değerlendirmek lazım. Bunlar, perde arkasında marka savaşları yürüten karşıt sermaye çevrelerinin olduğu hareketlerdir. Bugün çocuk işçilik ile mücadele adı altında yapılan işler o dönemin kalıntılarıdır ve rekabet eşitsizliği sorununa çözüm işlevini de yitirmişe benzemektedir.

Çocuk işçiliğe karşı bir mücadele politikası yoktur. Çocuk işçilik, var olan çıkar ilşkileri zedelenmeksizin düzenlenmektedir. Liberal ideolojiye göre oluşturulmuş mücadele yol ve yöntemleri çocuk işçiliği yok etmek şöyle dursun, yeniden üretmektedir. 12 Haziran nedeniyle düzenlenen etkinlikler, bir yandan çocuk işçilik sorununu kendine dert edinen çok sayıda kişinin olduğunu göstermesi açısından kıymete değer olmakla birlikte, diğer yandan iki nedenle sorgulanması gereken bir gelenektir. Birincisi 12 Haziran öncesi ve sonrasında çocuk işçiliğin aynı yoğunlukta gündeme getirilmemesi ve ikincisi de çocuk işçilikle mücadele gündeminin çerçevesinin uluslararası kuruluşlarca yukarıdan aşağıya belirleniyor olmasının verili olarak alınmasıdır. Kısacası var olan insan hakları hareketi yaşanan acının şiddetini azaltıyor olsa bile, yöntemsel olarak, acının kaynağını ortadan kaldıracak bir öze sahip değildir. Sahada çocuk işçilikle boğuşan herkesin bu konu üzerine yeniden düşünmesinde yarar var.

 

 

 

 

 

[1] Galtung Johan (2013), İnsan Hakları: Başka Bir Açıdan Bakış, (Çeviren: Müge Sözen), İstanbul: Metis Yayınları.

[2] Marshall T. H. (1992), Citizenship and Social Class, (T. H. Marshall and Tom Bottomore), London: Pluto Press, 1-51.

[3] Güngör Fatih ve Özuğurlu Metin (1997), İngiliz Yoksul Yasaları: Paternalizm, Piyasa ya da Sosyal Devlet, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Gelişme Toplum Araştırmaları Merkezi Tartışma Metinleri, No: 3.

[4] https://sustainabledevelopment.un.org/sdg8

[5] Marx Karl (2004) Kapital I, Çeviren: Alaattin Bilgi, Ankara: Sol Yayınları, s.462-463.

[6] Thompson E. P. (2004) İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, Çeviren: Uygur Kocabaşoğlu, İstanbul: Birikim Yayınları s. 406.

Tags: , ,

Arşivler