Çocuk İstismarı Vakalarına Yaklaşımda Mağdur Suçlayıcı Bir Yaklaşım Var

 

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği Gönüllüsü Avukat Begüm Osma: Çocuk İstismarı Vakalarına Yaklaşımda Mağdur Suçlayıcı Bir Yaklaşım Var

 

Son dönemde Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği’nin kadın cinayeti, cinsel saldırı ve çocuğa yönelik cinsel istismar davalarındaki çabalarına tanıklık ediyoruz. Bir çok örnekte, çocuğa yönelik istismar suçunun derneğin çabalarıyla ortaya çıkarıldığını görüyoruz. Aynı zamanda dernek yakın zamanda yaşadığımız deprem felaketinde, kaçırıldığı iddia edilen refakatsiz çocukların peşine düşerek depremzede çocuklara yönelik hak ihlallerine dikkat çekti. Dernek faaliyetlerini derneğin gönüllü avukatlığını yürüten Av. Begüm Osma ile konuştuk.

 

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’nin ismini çocuk istismarı ve kadın cinayetleri davalarından duyuyoruz. Derneğinizi bize biraz tanıtır mısınız?

Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği, 7 Aralık 2018 tarihinde kuruldu. Cinsel saldırı, nitelikli cinsel saldırı, çocuğun cinsel istismarı, kadın cinayetleri olarak tanımladığımız davalarda hem mağdur, hem maktul (ölen) kadınların dosyalarında, yine çocukların dosyalarında taraf vekilliği yapıyoruz. Adalete erişim hakkına eşit ölçüde ulaşamayan, dezavantajlı bölgelerde olsun ya da İstanbul’un bilinen bir semtinde de olsa avukata erişimi kolay olmayan vatandaşlara hukuki destek sağlamak üzere kurulu bir derneğiz. Derneğimizin kurucusu Müjde Tozbey, aslında ilk Van’da bu sürece başlıyor.  Sonrasında etap etap Türkiye’nin birçok bölgesinde yayılmaya başlıyor derneğimiz. Sadece hukukçulardan değil, aynı zamanda pedagoglardan, psikologlardan oluşan bir derneğiz. Çünkü aslında buradaki temel hedef, sadece hukuki desteği sağlamak değil, her ne kadar önleyici kısmını sağlamak zor olsa da, belki bu süreçte ikincil mağduriyetleri en aza indirebilmeyi hedefliyoruz. Türkiye’nin birçok şehrinde avukatlarımız mevcut.

Türkiye’de barolar var, bir çok dernek var. Siz 2018’de kurulmuş bir derneksiniz. Bu tarihte bile mağdurların yeterince hukuki destek alamadığına ilişkin bir tespitten hareket ediyorsunuz.

Aslında şöyle oluyor. Baroların adli yardım hizmeti var, bizler de zaman zaman oralarda görev alıyoruz ancak baroların adli yardım hizmetleri çok daha keskin sınırlarla belirlenmiş,  çok daha net şartları var.   Acının kıyası olmaz derler ya, bizim görüşümüze göre de mağdurun kıyası olmaz. Bu ekonomik özgürlüğe sahip değil ya da bu ondan daha ihtiyaç sahibi diye bir ayrım gözetemiyoruz. Bize ulaşan ve kırmızıya yakın alandaki bütün mağdurlara hukuki desteği sağlamaya çalışıyoruz. Keşke devlet, barolar tüm imkanlarıyla destek sağlayabilseler. Ancak öyle değil, o yüzden eksiklik olduğu için bizler sürece dahil oluyoruz.

Bu alanda bir boşluk hala var mı?

Kesinlikle var. Öncelikle destek olması açısından bile var ama buradaki temel sıkıntı bizlerce şu: Bir zihniyet meselesi sorunu var. Bu hem uygulayıcılar bakımından, hem kanun koyucular bakımından  var. Aslında bu zihniyet düzelmediği müddetçe de sürekli bir bölge açılıyor,  kanayan bir yara tekrardan oluşuyor. O zihniyet düzelinceye kadar da bu ihtiyacın ortadan kalkacağını düşünmüyorum. Hep bir ihtiyaç var. Örgütlü mücadelenin temeli de budur.

Zihniyet derken toplumda kadına ve çocuğa bakış anlamında bir zihniyet mi, sorunun kökten çözümü anlamında mı? Hukukun pratiği bakımından mı?

Bazı eksiklikler tabi ki var. Aslında kanunlar da revizeye muhtaç. Kanunların oluşturulma zamanına bakıldığında şu an bulunduğumuz toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımına tamamen uygun olduğunu söylemek doğru olmaz, eksik olur. Revizeye tabi ki ihtiyaç var. Ama en temelde yeniden gündeme gelen kanunlarda, yeniden düzenleme yapılan kanunlarda uygulayıcıların aslında o zihniyetini, kadına, çocuğa topluma bakışını eşitlik anlamında görebilmesini düzenlemek ya da bunu uygulatabilmek gerekiyor. Biz aslında bu özgür, eşit yaklaşımıyla, o yaşam hayaliyle ortaya çıkmış bir derneğiz. Müjde Hanım 2018’den önce de bu mücadelenin içinden gelen bir avukat. O yüzden çok daha önceye gittiğini söylemek mümkün derneğin çalışmalarının.

Derneğiniz ilk Van’da kuruluyor. Van’dan yola çıkılmış olmasının bir sebebi var mı?

Van, Müjde Hanım’ın orada bulunmuş olmasından kaynaklı bir şey. Doğuda ya da İç Anadolu’nun daha görünmeyen bir yerinde karanlıkta kalabiliyor mağdurlar. Bir kadının ihbarda bulunması çok zor olabiliyor. İhbarın daha zor ortaya çıktığı, çoğu zaman yakınlarına bile anlatamadıkları bölgeler buralar. Ama en temelinde Müjde hanımın orada olması ve oradaki olaylara tanık olması.

Şimdi vakfınızın faaliyetleri oldukça genişlemiş görünüyor. Yoğunlaştığınız bir bölge var mı? Çalışma alanlarınızı nasıl belirliyorsunuz?

Aslında şu an şöyle bir duruma geldik. Vakalar, ihbarlar geliyor bize. Son bir yıldır avukat başvurusu da almaya başladık. Şu an gören herkes destek sağlamak için ulaşıyor bize. Bu şekilde ne oluyor? Biz vakaya göre atamadan ziyade, avukat geldikçe onları derneğimize kabul edip, üye olduktan sonra gönüllü avukatlık yapmaya başladıktan sonra, nerede avukatımız varsa aktif oluyoruz. Avukatlarımız sağ olsunlar bizleri yalnız bırakmıyorlar.  Biz her yerde olmaya çalışıyoruz. O yüzden gittikçe yaygınlaşan bir dernek haline geldik.

Süreçlere nasıl dahil oluyorsunuz?      Hep bir ihbar üzerine mi harekete geçiyorsunuz? Yoksa bu sürece dahil olmanın başka yolları da var mı?

Genellikle ihbar ve duyum üzerine dahil oluyoruz. Bulunduğumuz kimi gruplar var, whatsapp grupları gibi. Kimi zaman da çevremizde bilen meslektaşlarımız, arkadaşlarımız var. Genellikle derneğimizin içerisini bilen avukatlara doğrudan yazanlar oluyor, ihbar hattımız var oradan ulaşan vatandaşlar da oluyor. Bazen Mor Çatı gibi, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu gibi başka derneklerle de istişare ederek yürüttüğümüz süreçler de olabiliyor. Bazen gördüğümüz bir olay sonrasında, bizim derneğe bildirmemiz üzerine dahil olduğumuz süreçler oluyor. Ama duyum ve ihbar üzerine genellikle böyle ilerliyor.

Türkiye’de çocuklara yönelik cinsel istismar davalarını takip ediyorsunuz. Çocukların istismarı çok az konuşulan ve az bilinen bir konu. Çok sayıda davayı takip ettiğinizi görüyoruz. Bu davalara baktığımız zaman çocuk istismarında yaklaşım nasıl? Mahkemelerin bu meseleye yaklaşımı nasıldır?

Hem yargıya intikal ettikten sonra hem yargıya intikal etmeden önce uygulamaya bakıyoruz bir mağdur suçlayıcı yaklaşım var. “Çocuğun konuşma tarihi neden bu kadar geçti? Çocuk bunu neden hemen ihbar etmedi? Çocuk neden oradaydı?” Bunlara çok sık rastlıyoruz. İşin kötü tarafı sanık müdafi taraflarından da inanılmaz kötü savunmalar görüyoruz. Burada pedagog bulunması, burada derneklerin bulunması çok önem arz ediyor. Zaten çocuk çoğunlukla susturulmaya çalışılıyor, kendi ailesi içerisindeyken de böyle oluyor.  İnanılmaz vakalar var. Midenizin, kalbinizin kaldırmayacağı. Elimizden geldiğince bunları konuşma açısından teşvik etmeye çalışıyoruz. Ama yargıdaki durum çok içler acısı.

Tarikat yurtlarında çok fazla vaka olduğunu görüyoruz gazete haberlerinden. Sizin takip ettiğiniz davalarda da var.

Bir çocuğun resmi bir kurum, kuruluş olmaksızın, belletmen vasıtasıyla bir yere alınması, herhangi bir şekilde dini eğitim kisvesi altında bir eğitime tabi tutulması bizce devletçe yükümlülüğün ihlalini oluşturuyor. Bunların denetimi yok, istismarı açık alanlar. Buralarda istismara sıkça rastlıyoruz. Aynı zamanda sadece istismar değil kasten yaralama gibi fiillerin gerçekleştiğini görüyoruz. Yakın zamanda Büyük Çekmece’de böyle bir olay yaşanmıştı. Keza depremden sonra oradaki çocuklara ilişkin kayıp bir alan var. Devletin tam olarak bir açıklama yapamadığı yapmadığı bir alan var. Çağdaş Hukukçular Derneği ve bizlere gelen ihbarlara bu süreci yönetmek istedik.

Davalarda çocuklara istismar olayının kendisinin defalarca anlattırıldığını görüyoruz. Uzmanlar bunun çocuklar açısından çok yıpratıcı olduğunu ve yargılama süreçlerini zora soktuğunu söylüyor. Sizin de kazandığınız davalardan birinde karar çocuklar mahkemeye gelip ifade vermediler diye usulden bozulmuş. Burada mahkemelerin istismar davalarına yaklaşımına dair neler söyleyebilirsiniz?

O Erzurum davamız bizim. Spesifik bir dava. Avukat Nilda Baltalı yürütüyor. Bu adli görüşme odaları dediğimiz, aynı zamanda çocuk izleme merkezleri dediğimiz, çocukların ve cinsel şiddet suç mağduru şahısların ikinci bir mağduriyet yaşamaması için kurulmuş mekanizmalar. Zaten bu kişiler, ilk mağduriyetlerini suça konu olay neticesinde yaşamış oluyorlar. Cinsel istismara maruz kaldıklarında psikolojik olarak, fizyolojik olarak sıkıntılara giriyorlar. Bu bir ilk mağduriyet. İkincil mağduriyet dediğimiz şey şu:  Mağdur üzerinde zaten olayın yaratmış olduğu şok, utanma hali, çekinme hali, kendini suçlu hissetme hali gibi  psikolojik olarak oluşan bir mağduriyet söz konusu. Bunu önlemek için bizler hakimlerimizden, savcılarımızdan taleplerde bulunuyoruz. Bu mağdurlar, duruşma sırasında sanıkla aynı yerde bulunmasınlar. Aynı zamanda soruların soruluş biçimi bağlamında buna maruz kalmasınlar diye korunma amaçlı bu odalarda, pedagog eşliğinde, dinlenmesini talep ediyoruz. Fakat bazen bu taleplerimize karşılık bulamıyoruz. “Ne olacak ki? Aman gelsin burada da anlatsın.” gibi yaklaşımlar  görüyoruz. Biraz önce bahsettiğim zihniyet meselesi buradan doğuyor. İnsan haklarını benimseyememek, toplumsal cinsiyet eşitliğine bu suçlara ilişkin aynı hassasiyeti benimseyememekten kaynaklandığını söylemek mümkün. Böyle mağduriyetler ne yazık ki var, bunlarla mücadele etmek, diretmek gerekiyor. Aksi taktirde ne yazık ki, mağdur değil de failin yanında bir yaklaşım görebiliyoruz. Bu da mağdurları daha da yıpratıyor.

Çocukların illegal faaliyetlerde çalıştırılmasında son yıllarda bir artış olduğunu gözlemliyoruz.  Çocukların fuhuş ve pornografide çalıştırılması da bunlar arasında. Bu tür vakalarla karşılaşıyor musunuz?

Bizlerin gördüğü kısımda pornografik ve fuhuşa yönlendirme biçiminde çok fazla vaka var. Buna ilişkin Türk Ceza Kanunu’nda, çocuk haklarına ilişkin sözleşmelerde çok sayıda düzenleme var. Ancak uygulaması yine sıkıntılı. Buna ilişkin bir denetim mekanizmasının olmaması, en basitinden depremzede çocukların nerede olduğunu bilemiyorsak, bu anlamda çocukların da kapalı bir kutu altında gözden uzakta tutulduğunu görüyoruz. Bu bulunamayabilecek bir şey mi? Bu pek kabul edilebilecek bir şey değil. Devlet tarafından istenildiğinde çok kolay bulunabilecek bir alan. Bu alan çok sıkıntılı. Müstehcenlik TCK bağlamında suç fakat uygulaması çok zor.

Yakın zamanda büyük bir deprem ve yol açtığı yıkımla karşılaştık. Derneğiniz deprem sürecindeki çalışmalarıyla da ön plana çıktı. Özellikle depremzede çocukların bazı tarikatlara teslim edildiği görülüyor. Bu konuda çalışmalarınız oldu.

Depremzede çocuklar bağlamında aslında şöyle başladı. İhbarlar üzerine. Müjde hanım bir çok kez bu konudan bahsetti. Öncelikle İstanbul’da aslında bir ekip aracının, ekip aracı dediğim lüks BMW’lerin, çocukların bunlara bindirildiği, bir öğretmene ihbar yapıldıktan sonra  Çağdaş Hukukçular Derneği’nin ihbarı alması üzerine harekete geçildi. İnsan şöyle düşünüyor: Yapılabilir mi? Gerçekten bunu yaparlar mı? İnsanın kanı donuyor. Ancak sonrasında ihbarların arkasındaki delillendirme süreçleri gerçekleştikçe, görünen o ki, bunların hepsi gerçekleşmiş. Biz bu ihbarları suç duyurusuna çevirdik. Buradan belli başlı takipsizlikler geldi. Bunun da denetimine ilişkin. Devletin yapmış olduğu açıklamalar ortada. Çocukların nereye gönderildiği, devletin yükümlülükleri nasıl ihlal edildiği ortada.

Depremzede çocukların tarikatlara teslim edilmesi meselesi var. Bu belgelendi. Siz çocuk hakları açısından bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa kapsamında zaten çocukların korunduğu ortada. Bir sürü taraf olduğumuz sözleşme var. Hem çalışma hayatıyla alakalı, hem de çocuk haklarına ilişkin taraf olduğumuz sözleşme var. Çocuklar refakatsiz kaldıklarında, ebeveynlerinden yoksun kaldıklarında bu demek değildir ki, devletin denetiminin olmadığı kurumlara verelim. Devletin buna sebebiyet vermesi ya da göz yumması hiçbir şekilde kabul edilebilir bir durum değildir.

Deprem olduktan sonra her yer yıkıldı ama o zaman yeniden hızlıca bir aksiyon alınması gerekirdi. Bu çocuklar bir şekilde kendi hayat şartları ve çocuğun üstün menfaati gereği  barınması, yaşaması, beslenmesi sağlık hakkından yararlanması gibi olanakların sağlanması beklenirken bizler çocukların tarikatlara verilmesi ve bunlarla ilişkin ihbarlarla uğraşmakla uğraşmak zorunda kaldık. Çocukların oradaki akıbetlerine dair bir bilgimiz dahi olamadı. Burada yoğun bir ihlal olduğunu söylemek mümkün. Bu aynı zamanda bir suç aslında. Bu devletin gözetme ve bakıma ilişkin yükümlülüklerinin ihlali. Başka üst mahkemelere, uluslararası alana bunlar taşındığında sözleşmelere aykırılık teşkil ettiği açıkça görülecektir.

Deprem sürecinde sosyal medyasından duyduk. Deprem bölgesinde onlarca çocuktan haber alınamıyor. Bunların bir kısmı yakını olduğu iddia edilen kişilere teslim edilmiş.

Kimlik ibraz edilmeksizin, söylem üzerine. Hatta şöyle bazı çocukların depremden sağ çıkarıldığı, çıkarıldıktan sonra ambulanslara bindirildiği görülüyor. Çocuğun ambulans kaydı var ama ambulanstan sonra hastane kaydı yok. O dönem bir hastane irtibat numarası verilmişti orayı aradığınızda çocuğun ilk kaydını görüntüleyebiliyorlar ancak hastaneye ilişkin bir  kayıt bulunamıyor. Bunun normal koşullarda gerçekleşmemesi gerekiyor, deprem anı da olsa olmaması gerekiyor. Devletin bir raporlama yapmış olması gerekiyor. Bunların hepsi şüphe uyandıran ve denetimsizliğin gözler önünde serildiği noktalardı. Çoğu çocuktan haber alınamadı, çoğu çocuğun ölüm haberi geldi. Makamlardan müdahale olduğu gibi ihbarlar aldığımız da oldu.

Başka bir konuya geçeceğim. Çocuklar çok kötü koşullarda çalışıyorlar, işyerlerinde fiziki, psikolojik şiddet görebiliyorlar. Sonuçta bazıları çeşitli sebeplerle dava konusu oluyor. Çocuklar iş mahkemesinde sosyal, psikolojik destek almadan ifade veriyorlar, yanlış mı biliyoruz?

Genellikle uygulama böyle gerçekleşiyor.

Neden bir sosyal çalışmacı ya da psikolog olmuyor?

Yine burada sosyal çalışmacı/pedagog  eşliğinde dinlenme bizim diğer temel kanunlarımızdan da doğan bir gereklilik. Oradaki süjenin çocuk olmasından kaynaklanan bir durum. Ancak hep en temelde bahsettiğim şey. “Aman canım ne olacak ki, gelsin beyanda bulunsun. Biz de zaten buradayız. Orada beyanda bulunsa ne fark edecek.” Yine zihniyetsel bir sorun var. O yaklaşımı, kanun tanımamazlık diye nitelemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Yaklaşımsal ve ihlale dayalı bir durum söz konusu. Zaten işçinin olduğu her yerde sıkıntılar var yargılamalar bağlamında, çocuk işçi olduğunda da ekstra bir sıkıntı ile karşılaşıyoruz. O yüzden ne yazık ki işlevsel yürüyebilen bir alan değil. Hepsinde en temel sıkıntımız tamamen bir zihniyet meselesi.

 

 

 

 

 

 

 

Arşivler