“Çalışan Çocuklar: Eğitim, Sağlık, Hukuk ve Çocuk İşçiliği ile Mücadele” Paneli Gerçekleştirdik

 

Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı ve Mülkiyeliler Birliği, 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü çerçevesinde çocuk işçiliğini çeşitli boyutlarıyla ve kapsamlı şekilde ele alan bir panel düzenledi. Siyasal, toplumsal ve ekonomik koşullar nedeniyle her geçen gün daha da yakıcı bir mesele haline gelen çocuk işçiliği karşısında herkesin daha gür bir sesle durması gereğine olan inançla panelin ardından dinleyicilerin de katılacağı bir forum gerçekleştirildi.

Mülkiye Kültür Merkezi Prof. Dr. Oral Sander Konferans Salonu’nda yapılan panelin oturum başkanlığını 29 Ekim Kadınları Derneği Başkanı Şenal Sarıhan yaptı. Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Av. Özlem Durgut, Eğitim-Sen MYK Eğitim ve Yükseköğretim Sekreteri Sinan Muşlu ile Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı Gönüllüsü Sebiha Kablay’ın yer aldığı panelde Türk Tabipleri Birliği (TTB) İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kol Başkanı Metehan Akbulut da bir konuşma yaptı.  Konuşma metinlerini özet olarak dergimizde yayınlıyoruz. Dileyen okurlarımız konuşmaları Yotube’tan da izleyebilir: https://www.youtube.com/watch?v=f8M494dM-bE&t=1489s.

 

 

 

Mülkiyeliler Birliği Başkanı İlker Akçasoy:

“TÜİK, çocuk işçiliğinin  gerçek boyutuyla yüzleşmemizi engelliyor.”

Covid 19 pandemisi sonrasında çocuk işçiliği sorunu daha da derinleşti. Bir taraftan dünyada ve Türkiye’de Ekonomik krizin üzerimizdeki etkileri, işsizlik, yoksulluk gibi aynı zamanda bu sorunun beslendiği alanlardan birisi. Ülkemizde de yaşadığımız bu sorunları göz önünde bulundurduğumuzda TÜİK’in çocuk işçi sayısının gerçeği yansıtmadığını hepimiz biliyoruz. Örneğin TÜİK, çırak-stajyer olarak çalışanları çocuk işçi olarak kabul etmiyor; mülteci çocukları çocuk işçi saymıyor. İstatistiklerle oynayan ve bunu da bir yönetim aklının hizmetine seferber eden TÜİK, bizim bu sorunun gerçek boyutlarıyla yüzleşmemizi engelliyor. Sadece bununla mı kalıyor? Hayır aynı zamanda eğitim sistemi bugün tamamen bir  çocuk işçiliği yaratma amacı üzerine Liselere geçiş sınavından ve buna bağlı yerleştirmelerden mesleki eğitim sistemindeki düzenlemelere kadar, çocuk işçiliğinin daha da tırmandırılması doğrudan siyasal iktidar eliyle teşvik ediliyor.   Bütün bunlar yaşanırken her gün gazetelerden acı gerçeklerle karşılaşıyoruz. Çocuk işçiler aynı zamanda iş cinayetlerine kurban gidiyor. İki kurum olarak, Fişek Enstitüsü ve Mülkiyeliler Birliği olarak bu konuyu ısrarla ele almaya, gündeme getirmeye devam ediyoruz, edeceğiz.

 

****

 

29 Ekim Kadınları Derneği Başkanı Şenal Sarıhan

“Sadece konuşmak, önermek yetmez; istemlerimizi yasal yaptırımlara bağlamalıyız”

Bugün burada çalışan ve  emekleri sömürülen, aslında uluslararası sözleşmeler ışığında çalışmamaları da gereken çocukların işçi olması noktasındaki hukuksuzluğa ve haksızlığa karşı yaptırım  ortaya çıkaran bir siyaset kurumu anlayışının inşa edilmesinde demokratik kitle örgütlerinin çabalarının önemli bir katkısının olduğunu yeniden yeniden düşündüm. Bunların bilince çıkarılması gerektiği inancım tazelendi. Sadece konuşmak değil, sadece söylemek değil, sadece öneride bulunmak değil eylemli bir biçimde bizim istemlerimizin yasal yaptırımlara bağlanması, yasal yaptırımlara bağlanmasının da yetmediği bir düzlem içinde, bütün insanlık yararına  insan haklarına dayalı hukukun inşası gibi noktalarda, kağıt üzerinde kalan ama yaşama yansımayan düzenlemelerin aynı zamanda yaşamımız içerisinde yer alması konusunda bugün burada önemli bir çabanın doğacı inancındayım.

Fişek Vakfı temelinde sayın Oya Fişek’e teşekkür etmek isterim. Yıllardır bu konuda verilmiş emekleri var. Birçoğumuzun kadın ve çocuk meselesini eşit gibi gördüğümüz, ikisini aynı başlık altında ve aile kurumu içinde kadının da çocuğun da konumlandırılmaya çalışıldığı, “çocuklar bizim geleceğimiz” diyerek “kadınlarımız”, “çocuklarımız” diyen anlayışın üst üste geldiği, bunu buradan soyutlayıp  çocuklar özne olarak çocuklar, kendi gelecekleri için, kendi bugünleri ve yarınları için meselesi üzerinde, bir de işçi çocuklar (en çok ezilen ve sömürülen) bu noktaya dikkat çektikleri için de teşekkür etmek istiyorum.

 

***

 

Türk Tabipleri Birliği (TTB) İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kol Başkanı Metehan Akbulut:

“Çocuk işçiliğinin toplumsal eşitsizliklerin yeniden üretilmesine yol açtığını gözden kaçırmamalıyız”

Ne güzel, toplantımızı 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü’nde gerçekleştiriyoruz. Çocuk işçiliğini birçok yönüyle ele alıp tartışacağız. Yasaklanması, tümüyle kaldırılması için neler yapılabileceğimizi de hep birlikte konuşacağız. Toplantının mücadelemizde katkı sunmasını diliyorum.

TTB’ye gönderilen yazıda bize düşen konunun başlığı “Çocuk İşçilerin Bedensel ve Ruhsal Gelişimi” olarak bildirildi. Verilen başlığın sınırları içinde konuşmanın güçlükleri olsa da bize çizilen çerçeveye sadık kalmaya çalışacağım.

Öncelikle vurgulamak isterim ki çocuk işçilerin sağlık durumlarını, bedensel, ruhsal ve mental/zihinsel gelişimlerini çok net ve doğru olarak istatistiki verilerle ortaya koyabilmek ve değerlendirebilmek mümkün değil. Bunun birkaç nedeni var.

Birincisi çocukların büyük bir kısmı ülkemizde olduğu gibi hemen tüm dünyada kayıtdışı çalıştırılıyor. Bırakınız gelişimlerini yaralanma, sakatlık, iş cinayeti gibi akut durumlar bile istatistiklere “işle ilişkili” olarak yansımamaktadır.

İkincisi ise çocuk işçiliği ile sağlık arasındaki ilişkinin dinamik doğası. Yani çocuk işçinin sağlığı, gelişimi bugünle ilgili olduğu kadar geçmişleriyle de ilişkili.

Örneğin çocuk işçilerin hemen hepsi yoksul ailelerin çocukları. Yoksulluk ise hepimizin bildiği gibi sağlığı doğrudan etkileyen bir faktör. Yoksul oldukları için iyi beslenemeyen, sağlıklı bir çevrede yaşayamayan, sağlıklı konutlarda barınamayan çocuklar zaten gelişimlerini sağlıklı bir şekilde sürdüremiyor. Dolayısıyla daha baştan dezavantajlı konumdalar.

Bu zorluklara rağmen çok net olarak söyleyebiliriz ki yapılan çalışmalar, çalıştırılan çocukların aynı sosyoekonomik düzeye sahip olan ancak çalışmayan yaşıtlarından birçok açıdan daha geride olduklarını ortaya koymakta.

Örneğin ülkemizde yapılan kapsamlı bir saha araştırmasında çırakların; çalışmayan yaşıtlarından ortalama olarak 2,9 cm daha kısa boylu, 1,6 kg daha düşük ağırlıkta olduğu saptanmıştır. Bu ne anlama geliyor çocuk işçiler çalıştırılmayanlara göre bedensel olarak daha geri durumdalar.

Yine düşük ve orta gelirli ülkelerde çocuk işçiliğinin bedensel ve ruhsal sağlık üzerine etkilerini inceleyen bir sistematik derleme var. Burada çocuk işçilerde bedensel gelişim geriliği yanında ruhsal sorunlar ve davranışsal bozukluklarının daha fazla olduğu saptanmış.

Ulaşılan sadece bu sonuçlar bile, çocuk işçiliğinin hemen ortadan kaldırılması gereken bir olgu olduğunu gözler önüne sermekte.

Bir başka vurgu yapacağım konu ise ağır ve hafif işler hakkındaki yanlış bilgilendirmelerle ilgili. Ağır işlerde çalışmanın çocuk sağlığını ve gelişimini olumsuz yönde etkilediği konusunda herkes hem fikir. Çocuklar ağır işlerde çalıştırılmasın deniyor.

Ancak “hafif” işlerde çalışmanın bir zararı olmadığı hatta yararlı bile olacağını iddia edenler var. Bu kesinlikle doğru değil. Farklı çalışma alanlarından elde edilen veriler “hafif” işlerde çalışmanın da çocukların sağlığını ve gelişimini olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymaktadır.

Temel biyolojik nedenlerle bile çocukların çalıştırılması kabul edilebilir değildir. Her şeyden önce çocuklar basit olarak daha küçük yetişkinler değildir, fiziksel ve zihinsel olarak farklıdırlar. Kültürel algılamaları da öyle.

Çocuk her açıdan gelişim dönemini henüz tamamlamadığı için, özellikle çalışma hayatındaki çeşitli etkenler, tüm gelişimini olumsuz etkileyebilmektedir.

Küçük yetişkinler olmadığını söyledim. Çocuklarda büyüme ve gelişme tek başına hücre ya da doku artışı olmayıp, bedeninin pek çok sisteminin koordineli ve “sağlıklı” çalışmasının bir ürünüdür

Bedensel açıdan baktığımızda:

  • Çocukların derileri daha ince olduğu için, zehirleyici maddeleri derileri daha kolay emer.
  • Çocuklar daha hızlı ve derin nefes aldıkları için havada bulunan tozu ve zararlı maddeleri daha fazla solurlar.
  • Çocuklar deri yüzeyleri daha geniş ve daha hızlı nefes aldıkları için daha çok su kaybederler.
  • Çocuklar yetişkinlere göre kurşun ve cıva gibi ağır metalleri vücut ve beyin dokularında daha fazla biriktirirler.
  • Çocukların büyüme ve gelişme açısından çok önemli olan hormon sistemleri kimyasallardan daha fazla etkilenir.
  • Çocukların yapıları hala gelişmekte olduğundan tehlikeli maddeleri daha az uzaklaştırabilirler.
  • Çocukların sağlıklı gelişim için daha fazla uykuya gereksinimi vardır.
  • Çocukların vücut ısı düzenleyici sistemleri henüz gelişmemiş olduğu için sıcağa ve soğuğa daha duyarlıdırlar.

Ruhsal açıdan baktığımızda:

Çocukların erişkinlere göre daha duyarlı ve kırılgan; okul çağı ve ergenlik gelişimin özel bir dönemi. Benliğin oluşumu, yeterlilik duygusu, soyut düşünmenin tamamlandığı, mental birikimin yapıldığı, kendi akran gruplarıyla sağlıklı özdeşimlerin kurulduğu bir dönem.

Böyle bir dönemde iş ortamının zorlukları, istismar, şiddet, sokakta olmak, zorlayıcı koşuların içinde olması, güvencesizlik eğitimden uzak olması, ekonomik istismar gibi çok yönlü olumsuz faktör gelişimine ket vurmakta ve ruhsal sorunların ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Konuyla ilgili yapılan çalışmalar incelendiğinde anksiyete ve depresif bozukluklar ile intihar riskinin yüksekliği yanında düşük benlik algısı ve kendini yetersiz görme öne çıkmaktadır.

Çocuk işçiliği bir veya daha fazla istismar biçimiyle ilişkili.

Çocuk işçilerde akran sorunları, duygusal ve davranışsal bozukluklar daha yaygın.

Çocuk işçilerin sorunlarla baş edebilme ve psikososyal sağlık düzeyleri çalışmayan çocuklara göre daha bozuk.

Çocuk işçilerde ruhsal sağlık sorunlarının ortaya çıkmasında özelikle uzun çalışma süreleri, günlük ya da yıllık izin haklarının olmaması, düşük destek mekanizması önemli rol oynamaktadır.

Bunları daha da detaylandırabiliriz. Ancak zaman darlığından detaylara girip uzun uzun anlatamayacağım. Belki tartışma bölümünde biraz daha detaylı konuşabiliriz.

Çok boyutlu ve çalışma alanlarına göre ayrı ayrı konuşmakta yarar var. Göçmen/mülteci çocuklar, tarımda, sanayide, seks işçiliğinde, sokakta çalıştırılan çocukların hepsini ayrı başlıklarda ve etraflıca ele almalı ve değerlendirmeliyiz.

Yukarıda saydıklarımla ilgili birkaç örnek vermek istiyorum. Örneğin en basitinden uykuyu ele alalım. Uykusuzluk herkeste yorgunluk ve dikkatsizliğe yol açar. Uykusuzluk nedeniyle yaralanmalar, sakatlıklar hatta ölümler görülüyor. Elbette çocuk işçiler içinde geçerli. Bunlar dışında gelişme çağındaki çocuklar için en önemli gereksinimlerden biri de yeterli ve “sağlıklı” bir uykudur. Çok erken kalkan, geç saatlere kadar çalışan çocukların yeterince uyumadıkları için gelişimleri de sekteye uğruyor.

Ya da sokakta çalıştırılan çocukları düşünelim. Bu dilencilik olabilir, mendil satma olabilir, cam silme olabilir. Fark etmiyor. Sokakta çalıştırılan çocukların büyük bir bölümü bir süre sonra sokakta yaşamaya başlıyor. Bunların fiziksel, duygusal, sosyal ve bilişsel gelişimleri büyük risk altında. Çünkü sokakta yaşam zor.

Bu çocuklarda uyuşturucu kullanım önemli bir sorun. Örneğin; neden uçucu maddelere, uyuşturucuya gereksinim duyuyorlar? Şiddete karşı durabilmek, dayak yediğinde acı çekmemek, soğuğa dayanabilmek, yaşadığı koşullara karşı güçlü ve cesaretli hissedebilmek, utanma duygusuyla baş ederek başkalarından bir şeyler talep edebilmek, sokaktaki grupların ortak yaşam biçimine ayak uydurabilmek için uyuşturucuya sığınıyorlar.

Uyuşturucu ise başlı başına gelişim ve sağlık açısından sorun. Ardından sağlıkları ve gelişimleri başta olmak üzere birçok sorunu beraberinde geliyor.

Elbette burada sokakta çalıştırılan çocukların hepsi madde kullanıyor demek istemiyorum. Örneğin kâğıt toplayıcılarıyla ilgili böyle bir algı yaratılmış durumda. Bu doğru değil. İfadelerimin de böyle anlaşılmasını istemem. Sadece bir soruna dikkat çekmek istedim.

Birkaç kez vurguladım. Çocuk derken fiziksel, ruhsal ve mental/zihinsel olarak gelişimini tamamlamamış insanlardan söz ediyoruz.

Çocuk işçisi derken araba camı silenlerden sokakta dilenenlere, sanayide çalıştırılanlardan zorla seks işçiliği yaptırılanlara kadar pek çok alandaki çocuklardan söz ediyoruz.

Sadece gelişimleri değil ayrıca deneyim azlığı ve tehlike bilincinin yeterince gelişmemiş olması nedeniyle çocuk ve genç işçilerde iş kazası oranları da daha yüksek.

Küçük yetişkinler olmamalarına rağmen çoğu kez yetişkinlerle aynı ortamlarda çalıştırılıyorlar. Yani çalışma ortamları erişkinlere göre tasarlandığı için başta ergonomik sorunlar olmak üzere ciddi sağlık sorunları ortaya çıkıyor ve kazalar oluyor. Tezgahın boyu, kullandıkları aletlerin boyutları erişkinlere göre tasarlanmış.

Çocuk işçiliği ağırlıklı olarak kayıt dışı yapıldığından, işçi sağlığı önlemlerinin de doğal olarak alınmadığı işyerleri. Çocuklar bu koşullarda daha fazla risk etmeni ile karşılaşmaktadırlar.

Aynı şey eğer varsa ki genellikle olmuyor; Kişisel koruyucu donanımlarla ilgili. Kişisel koruyucu donanımlar maskeden tutun, eldivene, gözlükten emniyet kemerine kadar çocuklara göre tasarlanmış değil. Dolayısı ile iş kazası ve meslek hastalığı riskleri daha fazla.

Dolayısıyla asıl kritik soruların;

* Çocuklar neden işçi olmamalı?

* Çocuklar nerede ve hangi koşullarda çalıştırılıyor?

olduğunu düşünüyorum. Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar çok önemli.

Toparlayacak olursam; çocuk işçiliği dediğimiz çocuğu çocukluğunu yaşamaktan alıkoyan, potansiyelini ve saygınlığını eksilten, fiziksel ve zihinsel gelişimi açısından zararlı işler. Çocuk işçiliği kesinlikle kabul edilemez ve yasaklanmalıdır.

Ne yapmalıyız meselesini sanırım birazdan konuşacağız. Ama zamanım varsa kısaca görüşlerimizi ifade edeyim.

Bir yandan çocuk işçiliğini yaratan yapısal etmenleri tamamen ortadan kaldırmaya çalışırken diğer yandan da kısa ve orta erimde çocuk işçilerin korunması, konu ile ilgili tüm kesimlerin duyarlılıklarının artırılmasını sağlamalıyız. Örneğin bu tür toplantıları bilgilendirmeler çoğaltmalıyız. Fişek Enstitüsü ve Mülkiyeliler Birliğine bir kez daha teşekkür ediyorum.

Çocuk işçiliğinin toplumsal olarak da eşitsizliklerin yeniden üretilmesine yol açtığını asla gözden kaçırmamalıyız.

İşsizlik, yoksulluk, göç, kayıt dışı istihdam çocuk işçiliğin temel nedenleri. Aynı zamanda Çocuk işçiliği ucuz iş gücü olduğundan sermayenin ilgi alanına girmekte ve sistem buna göz yummakta. Dolayısıyla sınıfsal bir sorun. Yani bu olguları var eden kapitalist üretim biçimi ve onun ortaya çıkarmış olduğu eşitsizliklerdir.

Dolayısıyla çocuk işçiliği ile doğrudan mücadele aynı zamanda kapitalizm ve emperyalizmle mücadeleyi de içermektedir.

***

 

Eğitim-Sen MYK Eğitim ve Yükseköğretim Sekreteri Sinan Muşlu

“Eğitimde özelleştirme eşitsizlikleri derinleştirdi”

Çocuk işçiliği konusu kounuşulduğunda ilk akla gelen alan doğal olarak eğitim. Çocuk işçiliği sorununun kökeninde yatan şey; yoksulluk, işsizlik. Bu ekonomik düzlemi yaratan sistem ise kapitalizm. Aslında böyle bir ekonomik sisteme karşı mücadele yürüterek çocuk işçiliğiyle mücadeleyi yürütmek gerekir. Elbette gelir dağılımındaki eşitsizliğe karşı verilecek mücadele de önemli bir mücadeledir. Mevcut sistem içerisinde okullaşmayı artırmaya dönük yürütülecek çalışmalar oldukça önemli çalışmalardır ama kapitalizm gibi bir ekonomik sistem var olduğu müddetçe öyle bir sorunla daima karşı karşıya kalacağımızı bilmek durumundayız. Çocuk işçiliğini tamamen ortadan kaldırmak istiyorsak, bu ahlaksız ekonomik düzeni değiştirmek durumundayız. İmkansız gibi görünebilir ama kapitalist ekonomik sistemin artık aşılması gereken bir sistem olduğuna dair tartışmalar tüm dünyanın gündemindedir.

Türkiye’de bu nasıl evriliyor? AKP iktidarı şu anda tüm toplumu açlık sınırında yoksullaştırmak, ucuz iş gücü olmaya mahkum etme ve uluslararası tekelleri bu ucuz iş gücüne davet etme gibi bir model geliştirmek istediğini açıkça ilan etti. Yani Çin modelinin Türkiye versiyonu. Baş edemedikleri ekonomik krize de böyle bir çerçeve çizmiş oluyorlar. Bunun eğitime yansımaları var elbette. Öncelikle böyle bir ekonomik sistemde eğitime erişimdeki eşitsizlikler gittikçe derinleşiyor. Her çocuk, her aile eğitime aynı düzeyde erişemiyor. Eğitim alanının özelleştirmeye yaygınca açılmasıyla birlikte bu eğitime erişimdeki eşitsizlik giderek derinleşiyor ve okullaşmadan kopuş da giderek yaygınlaşıyor. (…)

17 bin köy okulu kapanmış. 17 bin köy okulu kapandığında buranın belirli bir bölümü taşımalı eğitimden faydalanabilmiş ama önemli bir bölümü taşımalı eğitimden de faydalanamaz durumdadır. (…) Özellikle hayvancılıkla uğraşan ailelerin çocukları okulda kayıtlı ama mayıs başında hayvancılıkla uğraşıyorsa köyden yaylalara doğru bir göç başlıyor. Bu göç ekim ayına kadar sürüyor. Yani aldığı eğitimi de tam zamanlı almış olmuyor. 4+4+4 olarak dilimize yer eden eğitim sistemini durdurmak için Eğitim Sen olarak önemli bir mücadele verdik. (…) 4+4+4 sisteminden önce 900 bini aşkın olan okuldan kopma oranı 2019 verilerine göre yaklaşık 1 milyon 500 bin. Yani pandeminin etkisini de düşünürseniz ki pandemi sürecinde eğitime ulaşamayan çocuk sayısı 6 milyon. Pandemiden sonra bunun ne kadarının eğitimden koptuğu, uzaklaştığı dolayısıyla da çocuk işçiye dönüştüğü konusunda sağlıklı hiçbir araştırma ve çalışma yok. Milli Eğitim Bakanlığı, telafi eğitimi dedi, biz de telafiyi okuldan kopan çocukları tespit edip yeniden okula kazandırmakla başlayın dedik. Telafi, kayıpları tespit edip yerine koyma işidir. Milli Eğitim Bakanlığı tespit yapmadan, yaz kamplarını bu topluma telafi eğitimi diye yutturdu. (…)

Köy okullarının kapatılması, çocuk işçiliğini artırmıştır. Mesleki teknik Anadolu liselerindeki çocuklarımızın büyük bir bölümü aslında çocuk işçidir. (…)

Türkiye’deki 100 çocuk işçiden 34’ü okula gitmiyor. Bir de böyle bir durum var. MESEM’dekilerin hepsi okula gidiyor diye gözüküyor. Meslek liselerindekilerin tamamı okula gidiyor diye gözüküyor. Ya da biraz önce anlattığım örnekteki gibi yaylada çoban işçilik yapan çocuk okulda görünüyor. Bir de mevsimlik tarım işçileri var. Eski Bakan Ziya Selçuk’un 16 bin dediği, uluslararası kuruluşların 400 bin dediği mevsimlik tarım işçileri var. Onlar da martta nisanda göç yollarına düşüyorlar, ekimde kasımda okula geliyorlar. Devamsızlık işleniyor mu, işlenmiyor. Takibi yapılıyor mu, yapılmıyor. O çocuklar gittikleri yerde eğitim görüyor mu, görmüyorlar. Görmeleri gerekmez mi, gerekir. Takibi yapılması gerekir mi, gerekir. (…)

Okuldan kopan çocuğun zihinsel, fiziksel gelişimi aksıyor. Yeterli bir zihinsel ve fiziksel gelişim yaşamıyor. Okuldan kopan çocuğun sosyal gelişimi engelleniyor. Yani akranıyla, öğretmeniyle büyümesi gereken, oyun içinde öğrenmesi gereken çocuk yetişkinlerin içerisinde türlü türlü şeylere de maruz kalarak yetişkin ortamında büyüdüğü için sosyal gelişimi de engelleniyor. Bunun psikolojik etkileri de yaşanıyor. Bir dizi sorun… Bu rakamların her birindeki tek tek insanı bu yaşamış olduğu engellerle düşünmeliyiz ki, çocuk işçiliğiyle mücadelemizi bu duyguda yürütebilelim. Özellikle okul öncesi ya da ilkokul çağında olup anadili farklı olan çocuklar bu süreçten en fazla etkilenen çocuklardır. Sayısı çok fazla olan mülteci çocukların pek çoğu şu anda ülkemizde ağır alanlarda işçi olarak çalışıyorlar.

 

****

Ankara Barosu Çocuk Hakları Merkezi Başkan Yardımcısı Av. Özlem Durgut

“Çocuk işçiliğinin ekonomik bir şiddet şekli olduğu perspektifinden bakarak mücadele etmeliyiz”

Uluslararası mevzuattan bahsedeceğim. Bu alanda çocuk hakları açısından en önemli belge olan Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi. Çocuklarla ilgili temel hakları düzenliyor. Çocuk işçiliği ile ilgili 32. Maddesi bizim açımızdan önemli. Maddeye göre, taraf devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul etmektedir. Bu bağlamda işe başlama belli bir yaş belirlenmesi gerektiği, bu yaş altında olacak bir çalışmanın cezalandırılması gerektiğiyle ilgili bir madde. Yine BM’nin Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi var. Bu belgenin önemi de çocukların ücretle çalıştırılmasını, para karşılığı çalıştırılmasını yasaklıyor olması. Sözleşmenin özü bu. Yine ana sözleşmedeki en az yaş sınırı belirlemesi gerektiğini vurguluyor. ILO’nun  önemli düzenlemeleri var. Bunlardan biri 138 nolu asgari yaşa ilişkin sözleşme ve tavsiye kararı, 15 yaşından küçüklerin çalıştırılmasını yasaklıyor. Bizdeki düzenleme de buna paralel. Ülkelerin seçimlerine göre 14 ve 13 için sadece hafif işlerde çalıştırılmasına onay veriyor. Yine çocukların sağlığını güvenliğini tehlikeye düşürebilecek her türlü çalışmayı yasaklıyor. Bu ücretli/ücretsiz çalışan bütün çocukları kapsaması açısından önemli. (…)

Bugün Türkiye’de 400 bin çocuk tarım işçisi olarak çalışıyor. Toplam çalışan çocuk nüfusunun %45’ini oluşturuyor bu. Bu çocuklar eğitimine devam edemediği gibi zor koşullar altında yaşamını sürdürüyor. Göçmen ve sığınmacılara ait sayılar da bunun haricinde.

Çocuk işçiliğinin sonlandırılması şimdilik en azından mümkün görülmese de en azından en kötü biçimlerdeki biçimlerinin bitirilmesi için yoğunlaşmak gerekiyor. Çocuk işçiliğinin sosyal bir oldu olgu olduğu yönündeki kabullenişe dayalı bir tavır yerine, bunun bir ekonomik şiddet şekli olduğu perspektifinden bakarak mücadele edilmeli. İlgililerin bu alanda çalışanların da çocuğun üstün yararını ve çocuk haklarını gözeterek hareket etmeleri gerekir.

 

*****

Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü Sebiha Kablay:

“Çocuk işçiliği ile ilgili düzenlemeler çocuk işçiliğini önlemekten çok onu normalleştiriyor”

Çocuk işçiliği ile ilgili düzenlemeler gerçekten çocuk işçiliğini önlüyor mu yoksa normalleştiriyor mu bunu ele almak istiyorum.  Genel olarak ulusal ve uluslararası düzenlemeler üzerinden üç temel soruna dikkat çekeceğim.

18 Yaş altı Her birey gençse neden çalışan çocuklara genç işçi deniyor?

Bunlardan birincisi tanımlama sorunu. Uluslararası sözleşmelere baktığımızda 18 yaşın altındaki her bireydir çocuktur diyor. Ama iş çocuğun çalışmasına geldiğinde birdenbire bu kavramlar değişiyor. Örneğin bizim yönetmeliğimizde de böyle, 15-18 yaş arasındaki çocuk birden bire “genç işçi” olarak nitelendiriliyor. Çocuk işçi kavramı ne zaman kullanılıyor? 14-15 yaşında ise o zaman “çocuk işçi” kabul ediyor. Hani biz 18 yaşın altındaki her bireyi çocuk olarak kabul ediyorduk? Çalıştığı zaman neden genç işçi diyoruz? 14 yaşın altında çalışan çocuklar da var, onlara ne diyeceğiz? Onların adı yok. Böyle bir tanımlama sorunumuz var temel olarak. Bu ulusal ve uluslararası düzenlemelerde yerleşmiş durumda ne yazık ki.

Çocukların Çalıştırılması Normalleştiriyor

İkinci önemli sorun çocukların çalışmasını normalleştiren düzenlemeler. Düzenlemelere baktığımız zaman düzenlemeler iki konuya odaklanıyor. Birincisi asgari yaş konusu. Yani çocuk hangi yaşta çalıştırılabilir, ona odaklanıyor. İkincisi ise en kötü çalışma biçimlerinin engellenmesine odaklanıyor. Asgari yaş ve en kötü biçimlerdeki çalışma söz konusu değilse, çocukların çalışması normaldir diyor, “çocukları korumak” adına çalışma süresini, izin süresini, eğitime ayıracağı süreyi ayarlayacağı bir takım düzenlemeler yapıyor. Bu düzenlemeler en kötüsüne karşı korumuş oluyor güya. Aslında, çocukların çalışmasını normalleştirmiş oluyor. Çocuk çalıştıracaksanız onun kurallarını üretmiş oluyor. Bu düzenlemeler en kötü biçimlerdeki çalışmalara odaklanmışsa en kötü biçimlerdeki çalışmayı engelliyor mu? Hayır buna odaklanıyorlar, bunları bile önleyebildiğini görmüyoruz.

Çocuklar Yetişkinlerin Sahip Olduğu Haklardan Mahrum Kılınıyor

Üçüncü önemli sorun, çocukların yetişkinlerin sahip olduğu haklardan çocukların mahrum kılınması, faydalandırılmaması. Burada özetle iki konuya dikkat çekmek istiyorum. Bir tanesi örgütlenme konusu. Çocuklar çalışma hayatına girdiğinde çalışması normal, emeğinden faydalanılması normal ama örgütlenme noktasında baktığımızda çocukların sendikal örgütler kurmasının önünde engeller olduğunu görüyoruz. Çünkü sendika kurucusu olabilmek için 18 yaşını doldurmuş olmanız gerekiyor. Ayrıca bu sendikaların yönetim kademelerinde görev alabilmeleri için de 18 yaşın doldurulması gerekiyor. Üye olabilmek için de 15 yaş sınırı var. Peki bu yaşlara uymayan çocuklar haklarını nasıl savunacak? Belki de bunların farklı yerlerde örgütlenmeleri gerekiyor ama yasalar bunun önüne engeller dikmiş durumda.

Mem çocuk işçilerin hem mesleki eğitimde olan çocukların önemli bir sorunu da 18 yaş öncesi yapılan çalışmaların sosyal güvenlik sisteminde sigortalık süresinden sayılmaması. Prim ödeme gün sayısından sayılıyor ama sigortalılık süresinden sayılmıyor. Bu çocuklar çalıştı, yıprandılar, yetişmeleri etkilendi, daha çok yıprandılar, belki daha erken yaşta malul olacaklar, ölecekler bilemiyoruz.  Çalıştırılan bu çocukların haklarının , özellikle sosyal güvenlik haklarının uzun vadeli sigorta kolları açısından bu şekilde engellenmesi söz konusu.

 

 

 

 

Arşivler