Liman-İş İstanbul Bölge Başkanı Sinan Ceviz: SGK işten çıkış kodları kara liste işlevi görüyor
Liman-İş Sendikası İstanbul Bölge Başkanı Sinan Ceviz ile Türkiye’deki sendikal durum üzerine söyleşi yaptık. Sendikal örgütlenmenin her aşamasında işçilerin baskıyla karşı karşıya kaldığını vurgulayan Sinan Ceviz, SGK’nın kullandığı işten çıkış kodlarının ise sendikalaşan işçilerle ilgili bir çeşit kara liste işlevi üstlendiğini vurguladı.
Türkiye’de sendikalı işçi sayısı düşük, toplu sözleşmelerin kapsamı dar. Genel olarak sendikaların bugünkü durumuna ilişkin ne söyleyebiliriz?
Türkiye’de sendikal hareketin dönemsel bir kriz yaşadığını söyleyebiliriz. Sendikal hareket Türkiye’de bunu daha önce de farklı dönemlerde, farklı şekillerde, farklı sorunlar temelinde yaşamıştı. Türkiye’de sendikal hareketin 12 Eylül darbesinin ardından, 89 bahar eylemlerinden sonra gelişim gösterdiğini görüyoruz. Yüzde 300’lere varan zamların alındığı, grev ve direnişlerin bir çok yerde başladığı bir dönem bu. En temel özelliği olarak işçi sınıfının yeniden ayağa kalktığı bir dönem olarak tarif ederiz bu dönemi. Ama aynı zamanda kamu ağırlıklı bir ayağa kalkıştı bu.
Kamu fabrikalardaki örgütlü işçilerin önemli direnişlerinin yaşandığı bir süreç izledik. Aynı zamanda Türkiye’de özelleştirme tartışmaları özellikle 1995’ten sonra daha da hızlandı. 90’ların sonuna doğru bir taraftan özelleştirmeler sürdü. Neticede özelleştirme karşıtı mücadele belli bir düzeyde ilerledi ama özelleştirmelerin önüne ne yazık ki geçilemedi ve sendikalar erime süreci yaşadı. Üye kaybı yaşadı. Birçok temel hakkın geriletildiği bir süreç yaşandı.
2000’li yıllar da bu yönüyle yoğun tartışmalara sahne oldu. Özellikle son 10 yıldır sendikaların özel sektörde örgütlenmeye ağırlık verdiği bir sürece girdik sendikaların çoğu açısından. Önceden kamu içerisindeki örgütlü güçler/sendikalar özel sektördeki örgütsüz işçileri hedefleyen, onlara yönelen, örgütlenme deneyimlerini artıran bir süreç yaşamamıştı. O bakımdan başta bir kriz diye tarif etmek istedim. Şimdi bu özel sektörde örgütlenme süreci, Türkiye’deki sendikaları sahadaki çalışmalarını yeniden dizayn etmeye zorladı. O bakımdan sancılı bir süreç yaşıyoruz. Yöntemler geliştirilmeye çalışılıyor. Uzmanlarla bir takım işler örgütlenmeye çalışılıyor. Üniversitelerin başta ekonomi olmak üzere çeşitli bölümlerinden mezun olan arkadaşlarımız sendikalarda istihdam ediliyor ve bunlar bir taraftan sözleşme, bir taraftan örgütlenme olacak şekilde her problemi çözmek üzere mevzilendiriliyor. Bunun kendi içinde ayrı açmazları var. Örgütlenme çalışmaları, sahada, sendikaya üye olmuş işten atılmış, hali hazırda sendikalaşmayı başarmış işçi, öncü arkadaşlarımızın sendikalarda mevzilendirilmesi yerine daha çok dil bilen eğitimli kişilerin istihdamıyla sağlanmaya çalışılıyor. Bu şöyle anlaşılmasın, bu arkadaşların sendikalarda çalıştırılmasını reddetmek için söylemiyorum. Sadece bir yöntem geliştirilmeye çalışıldığını ve bunun kendi içinde bazı açmazları olduğuna dikkat çekmek için söylüyorum. Elbette eğitimli hocalarımız, belli akademik deneyimi olan kişilerin işçi mücadelesinde bir rol oynaması gerekir. Ama sahadaki örgütlenmeyle ilgili şunu savunanlardanım: Sahadaki örgütlenmede işçi arkadaşların görev alması, onların mevzilendirilmesi lazım.
Bir taraftan sendikalar örgütlenmek üzere yöntemler geliştirmeye çalışıyor, bir taraftan da toplu sözleşme yetkisindeki engeller gibi mevzuattan kaynaklı bir çok zorlukla karşılaşıyor sendikalar. Şuanda Türkiye’deki sendikal hareket, önündeki engellere dönük ciddi bir ses yükseltebilir düzeyde değil. Buna gücü olmadığından değil, fikri bakımdan böyle bir noktada durmuyor henüz.
Sendikalaşma sürecinin önündeki engellerden bahsettiniz. Nedir bu engeller?
Özel olarak tepeden anlaşma yoksa, işte çeşitli sebeplerden işveren ve sendikacı masaya oturup işi işçiye sormadan yukarıdan bağlama durumu yoksa, şunu çok net söyleyebiliriz: Bütün örgütlenme aşamalarında işçiler baskı görüyor. İşten atılıyor, ikna odaları oluyor. Çalıştığı sektörde, atıldığı yerde iş bulamıyor. İşte diyelim ki, Ambarlı Limanında Karhan Gümrükleme’de en son biz örgütlendik. Orada bir Veysel diye bir arkadaşımız vardı, o beraberindeki 75 arkadaşımız işten atıldı. Ambarlı limanında iş bulamıyorlar. Ambarlı Limanı’ndaki diğer işyerlerine giremiyorlar. Çünkü işverenler şuna bakıyor: İşten atılma kodları var ya, bu kodlara bakıyorlar. Özel bir liste yayınlanmasına gerek yok. Eskiden bu şöyle oluyordu, yine bunu kendi içlerinde yapıyorlar da. Diyelim ki Antep’te dokuma işverenleri sendikası, birliği var. Bir yerde bir direniş oldu, orda işveren eyleme karışan işçilerin bir listesini veriyordu, kendi lokal ağı içerisindeki diğer işverenlere. Ya da Ambarlı Limanı’nda var, 3-5 firma birbiriyle paylaşabiliyordu bu listeyi ama artık işçilerin işten çıkış kodlarına bakıyorlar. Kod 49 diye geçiyor. Sendikal sebep aslında diyor. Buna bakıyor ve elinde bir liste olmasa da, bu kodla çıkarılan işçiyi işe almamayı tercih ediyor. Tazminatlı işten çıkmamışsa, “burada bir şey var. İtiraz etmiş, sendika demiş” diyor. Aslında SGK kodu, o bilgiyi otomatikman işverene veriyor.
SGK kodları kara liste işlevi mi görüyor yani?
Aslında öyle. Orada bizim itiraz ettiğimiz bu. Pandemide de çok konuştuk, öncesinde de çok gündeme gelmişti. Diyor ki yüz kızartıcı suç. Tazminat almadan işçinin işten çıkarılmasını gerektiren hırsızlık vb gibi gayri ahlaki davranışla ilişkilendiren bir madde. Sendika mücadelesi sürdüren işçilerin çok azı tazminat alabilir. Çok enderdir, belki yüzde 20’sidir. O da genelde şöyle olur, işçiyi çağırır işveren. Başka gerekçeler sunar, biz seni işten çıkaracağız der. Önüne de bir belge uzatır. Der ki, bana dava açmayacaksın. İşçi onu imzalarsa o koddan çıkarmaz. O yüzde 20lik kesim budur. Geriye kalan yüzde 80’lik kesim, kod 49’dan çıkartılır, yüz kızartıcı suçtan. Bu aslında şudur, işçiyi terbiye etmeye çalışıyor. SGK koduna düşüyor, diğer işveren onu almamayı tercih ediyor. Aynı zamanda tazminat vermiyor. Git dava aç sürün diyor. Mahkemelerde sürün. Mahkeme de biliyorsunuz şöyle. Eskiden işçi ücretsiz şikayet edip dava açabiliyordu, şimdi dava açabilmesi için para gerekiyor. Ben bir yerde örgütlemeye çalışıp engellenmediğimiz bir yer hatırlamıyorum. Bir yere girdiğimiz, işçinin atılmadığı, davalık, mahkemelik olmadığımız yer yok. Bu hemen hemen her sektör için geçerli bu. Bu tüm sendikalar için geçerli. En uzlaşmacısından en mücadeleci sendikasına kadar geçerli. Sarı sendika dediğimiz sendikalarda bile, orda bile kapının önüne koyuyor.
Diğer taraftan sendikalar da son derece işçiye yabancılaşmış, bürokratik yapılar haline gelmiş durumda çoğunlukla. Bürokratik sendikal yapıları dönüştürmek mümkün mü?
Türkiye’de gerçek anlamda sınıf sendikacılığı pratik olarak yerine getirilemiyor. Fikri anlamdan bahsetmiyorum, uygulamadan bahsediyorum. Bir çaba var, bir tartışma var. Bu dönüşüm sendikacıların kendi arasındaki tartışmayla olacak şey değil. Türkiye’de 89 bahar eylemleri bir deneyim yarattı. Bir çok sendika merkezi mücadeleci başka bir noktaya geldi. Sonra buraya operasyonlar yapıldı, sendika merkezleri yeniden dizayn edildi. Çünkü şöyle olmuyor burjuvaziye karşı yürütülen sınıf mücadelesinde sendikalaştık, toplu sözleşme yaptık, tamam diyebileceğimiz bir şey değil. Karşı tarafın da sürekli hamleleri oluyor.
İşçiler arasında özne olarak kendisini işin dışına çıkartan ve sendikayı bir ürün ya da hizmet pazarlayan bir kuruluş gibi gören bir yaklaşım var. Sendikacıların yaklaşımı da buna çok alan açıyor. Vaatte bulunan, “sen bir üye ol, sendikaya güven, neler alacağız neler” diyen bir sendikacı profili var. İşçiyi bir özne olarak dışında tutan bir eğilim bu. Bu tehlikeli tablonun önce değişmesi lazım.
Geçtiğimiz yıl hatırlarsınız bir çok işyerinde ek zam eylemleri, mücadeleleri oldu 130 işyerinde. Bunların önemli bir çoğunluğu sendikasız işyerleri. Sendikalara gitmedi mesela. Grev yaptı, kazanımlar da elde etti. Bu bir arayış, mücadele bakımından bir eğilimi ifade eder ve böyle böyle değişeceğini düşünüyorum. Şunlarla da karşılaşıyoruz, mevcut sendikalar içerisinde sendika yönetimlerinin yaptığı uygulamalara, onların sözleşmesine karşı çıkan, buna karşı eylem yapan, sendika değiştiren ya da başka şekilde kendilerini ifade eden eylemler de görüyoruz. Bir takım bağımsız sendikaların kurulması da bu arayışın bir parçası. Ben bunun giderek sınıfın ana gövdesinde bir fikre dönüşeceğini, sınıf sendikacılığının ne demek olduğu, nasıl olması gerektiği fikrinin kuvvetleneceğini düşünüyorum. O zaman sendikalarda bir dönüşüm yaşanacağını düşünüyorum. Böyle böyle olacak. Kolay olmayacak, hızlı olmayacak. Bu süreç tamamlanmadan dönüşümün çok mümkün olduğunu düşünmüyorum.