Nail Dertli[1]
Türkiye’de çırak sayısı bir yıldan daha kısa sürede 150 binden 950 bine çıkartıldı[2]. Çıraklık mezvuatında yapılan değişiklikle çıraklara ödenen ücretin artırılması ve okulların çocukları (özellikle yoksul ve okul başarısı düşük olanları) ısrarlı yönlendirmesinin bu artışta belirleyici olduğunu alandan biliyoruz. Geçtiğimiz günlerde zincir marketlerden biri ile MEB arasında öğrencilerin marketlerde çırak olarak çalıştırılmasına ilişkin bir protokol imzalandığının ortaya çıkmasıyla birlikte bu rekor artış yeniden gündeme geldi. Bu yazı da bu güncel ilgiden hareketle çırak işçi sayısındaki bu olağanüstü artışı konu ediniyor. Ancak amacım öğrencilerin şirketlerin emekgücü maliyetlerini düşürmenin bir aracı olarak kitlesel bir şekilde işyerlerine sürüldüğü eleştirisi tekrarlamak değil. Son 10 yılda çırak, stajyer ve kursiyer sayısının sigortalı çalışan işçi sayısına oranının %4’ten %12’ye çıkmış olması bile sorunun bu boyutunu yeterince açık bir şekilde ortaya koyuyor.[3] Ancak sorunun son derece yaşamsal olmasına rağmen hiç tartışılmayan bir boyutu var: Bu artış çocukların yaşam hakkı açısından ne ifade ediyor? Bu yazı çırak sayısının ve çırakların istihdam edildiği işyeri sayısındaki hızlı artışın, çırakların sağlığı güvenliği açısından yaratabileceği riskleri işaret etmeyi amaçlıyor.
Devletin çocuk işçiliğini perdeleme ‘eylem’i olarak çıraklık
Mücadele ve eylem çocuk işçiliğini konu edinen belgelerde sıklıkla başvurulan iki sözcük. ILO belgeleri ve hükümet programlarının deyim yerindeyse “moda” sözcükleri. ILO’nun geçtiğimiz Haziran ayında Güney Afrika’nın Durban şehrinde gerçekleştirdiği Çocuk İşçiliğinin Ortadan Kaldırılması Küresel Konferansı’nda kabul edilen ve çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasına ilişkin beyanların tekrarlandığı belgenin adı da Durban Eylem Çağrısı! Çocuk işçiliği ile mücadele etmek ve bu amaçla eyleme geçmek kuşkusuz son derece değerli. Ancak hangi eylemler ilerleme sağlar ve çalışan çocukların yaşamlarını iyileştirir? Hangileri işleri daha da kötüleştirir? Hangilerinin bir etkisi yoktur?
Türkiye’nin çocuk işçiliği ile mücadeledeki son 30 yıllık birikimi, bu konuda son derece çarpıcı malzeme sunuyor. 30 yılın muhasebesi bu yazının konusu değil, o yüzden bunu şimdilik bir kenara bırakıp Türkiye’nin eylem/mücadele anlayışına ilişkin temel bir tespitte bulunmakla yetinelim: Türkiye’de hükümetlerin temel önceliği çocuk işçiliğinin azaltılması ve ortadan kaldırılmasından çok mevcut durumun mümkün olduğunca perdelenmesidir. Çocuk işgücü anketlerinin zamanlaması ve kapsamı bu perdelemenin en bilinen örneğidir. Aynı şekilde çocuk emeğinin en kötü biçimlerinden biri olan zorla ve zorunlu çalıştırılan, cinsel sömürüye maruz bırakılan, gayri meşru etkinliklerde çalıştırılan çocuklar hakkında uygulanan karartma da çocuk işçiliğinin bu biçiminin tümüyle gözlerden ırak tutulmasına yol açmaktadır.[4] Perdelemenin son halkası ise çırak sayısının kısa sürede olağanüstü bir şekilde artırılmasıdır. Üstelik bu perdeleme ikili bir işlev görmektedir. Birincisi, fiilen işyerlerinde işçi olarak çalıştırılan çocukların mesleki eğitim merkezlerine kaydıyla birlikte bu çocuklar artık işgücü istatistiklerinde çocuk işçi olarak değil, mesleki eğitimine devam eden öğrenciler olarak görülecektir. Gerçekte çocukların durumunda bir iyileşme olmayacak ama bu durum istatistiklerde çocuk işçiliğinde hızlı bir düşüş, okullaşma ve okul tamamlama oranlarında hızlı bir artış şeklinde sunulacak. İkincisi, işletmeler mevcut ya da yeni alacakları işçileri çırak olarak gösterebilecek, böylece çıraklık sözleşmesi ile iş ilişkisinin gerçek niteliğini perdeleyen istihdam pratiklerine yönelebilecektir. Cumhuriyet’in 100. yılına girilirken hükümetin çocuk işçiliği ile mücadeledeki en radikal ‘eylem’inin esası budur.
Çırak çocukların sağlığı ve güvenliği
Bakanlık çırak sayısının 950 bine ulaştığını açıkladı. Ancak çıraklık programının ayrıntısına ilişkin veri sunmadı. Bu yüzden bu çırakların hangi sektörlerde, hangi işkollarında, ne tür ve ölçekteki işyerlerinde çalıştıklarını bilmiyoruz. Bununla birlikte Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı olarak yürütmeye başladığımız çıraklık araştırması kapsamında bir süredir alandayız. Araştırmamız henüz tamamlanmamış olmakla birlikte alan gözlemlerimizden hareketle şunu söyleyebiliriz: Çırakların istihdam edildiği işletmelerde sağlık ve güvenlik standartları son derede yetersizdir. Bu gözlem, bugüne kadarki çıraklık araştırmalarının bulguları ile örtüşmektedir. Çırakların çoğunluğunun iş cinayetlerinin yaklaşık %60’ının yaşandığı KOBİ’lerde istihdam edildiği sır değildir.[5] Aynı şekilde Bakanlığın işyerinde yaptığı ölçümler, işyerlerinde fiziksel, kimyasal ve biyolojik risk etmenlerinin yaygınlığını göstermektedir. Buna rağmen MEB çırak istihdam edecek işyerlerinde sağlık ve güvenlik önlemlerine ilişkin herhangi bir koşul aramamaktadır. Bir işyerinin çırak çalıştırabilmesi için usta öğretici belgesine sahip bir elemanın ve işyerinde yeterli donanımın (çırağın sanatını öğrenebileceği miktarda makine ve takımın) bulunması yeterlidir. Çalışma ortam ve koşulları insan sağlığı yönünden denetlenmeden/değerlendirilmeden yüzbinlerce çocuğun biranda işyerlerine sürülmüş olması çocukların yaşam hakkı için açık ve yakın bir tehlikedir. Alan gözlemlerimiz, çırakların istihdam edildiği işyerlerinin çocuklar için fiziksel ya da sosyal yönden uygun olmadığı yönündedir.[6] Bu koşullarda herhangi bir ön hazırlık yapılmadan çırak sayısının 6 kat artırılması çocukların yoğun şekilde iş kazasına maruz kalması, yaşamını ya da sağlığını yitirmesi sonucunu doğurabilir.
Çocuk kırımının payandası: Sendikasızlaştırmak
Çıraklık uygulamasının hem çocuk işçiliğini hem de istihdam ilişkisinin gerçek niteliğini perdeleyen ikili bir işlev üstlendiğini vurgulamıştık. Bu ikili perdeleme aynı zamanda “işçi benzeri kişi” statüsünde çalıştırılan çırakların kolektif haklarından (sendika ve toplu sözleşme) yararlanmalarını da engellemektedir. Çünkü ulusal mevzuata göre çırakların sendikalaşması yasaktır. Bu yasağın ILO’nun 87 Nolu Sendika Özgürlüğü ve Sendika Hakkı Sözleşmesi’nin ihlali olduğu, teorik olarak usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş olan 87 nolu sözleşmenin bağlayıcı olduğunu belirtmenin bir önemi yok. Gerçekten Türkiye’nin onayladığı ILO sözleşmeleri gözetildiğinde çırakların sendikalaşmasının yasak olduğunu söylemek mümkün değil. ILO Örgütlenme Özgürlüğü Komitesi birçok kararında “Mesleki eğitim sözleşmesi ile istihdam edilen çalışanlar, örgütlenme hakkına sahip olmalıdır” diyor. Dahası “İşçilerin işverene bağlı bulunduğu çıraklık veya diğer statülerin, çalışan örgütlerine katılma ve faaliyetlerinde yer alma hakları üzerinde hiçbir etkisi olmamalıdır.” tespitinde bulunuyor.[7] Ancak uygulama tümüyle farklı. Öyle ki, MEB’in hazırladığı mesleki eğitim/staj sözleşmesinde öğrencilerin yükümlülükleri arasında “sendikal etkinliklere katılmamak” da yer alıyor. Yani MEB, yasağı sendika üyeliğinden sendikal faaliyete kadar genişletiyor. Ayrıca öğrenci disiplin yönetmeliğinde de sendika ve dernek faaliyetlerine katılmanın yasaklandığını özellikle belirtelim. Oysa ki, birçok araştırma sendikalı işyerlerinin sendikasız işyerlerinden daha sağlıklı ve güvenli olduğunu göstermekte, sendikaların güvenlik etkisinin gerçek ve etkili olduğunu ortaya koymaktadır. Çocukları sağlıksız-güvenliksiz işyerlerinde çalıştırmaya yönlendirip, onlara sendikal faaliyeti yasaklamak, işyerlerinde çocuk kırımına kapı aralamaktır. Binlerce yoksul çocuğun yaşamına ve sağlığına mal olacak çıraklığın devlet tarafından teşviki politikasının sonuçlarını önümüzdeki yıllarda iş kazası istatistiklerinde daha net göreceğiz.
Sonuç
Yaşam hakkının insan hakları hiyerarşisinde üstün bir yeri olduğu açıktır. Çocuk hakları bağlamında değerlendirildiğinde devletlerin çocukların yaşam haklarına ilişkin negatif ve pozitif yükümlülükleri vardır. Türkiye’nin de taraf olduğu BM Çocuk Hakları Sözleşmesine göre devletler çocuk ölümlerini azaltacak uygun önlemleri almakla yükümlüdür. Aynı sözleşmeye göre devletler sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getirirken çocuğun yaşam hakkını ve çocuğun yararını öncelikli olarak gözetmek durumundadır. Çırakların çalışacağı işyerlerine ilişkin çalışılan ortamın ve çalışma koşullarının, çocukların sağlığı ve güvenliği çerçevesinde bir değerlendirmeye tabi tutulmadığı bir politikanın, çocuğun iyiliği ve esenliğini öncelemediği, çocukların yaşam hakları açısından yüksek bir tehlike oluşturduğu açıktır. Binlerce çocuğun yaşam hakkı pahasına gözetilen şey, çocuğun değil sermayenin üstün yararıdır.
[1] Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Gönüllüsü
[2] Yapılan mevzuat değişikliği ile çıraklıkta yaş sınırının kaldırılması nedeniyle 18 yaşından büyük kişilerin de çırak olarak çalıştırılması mümkün.
[3] SGK istatistik yıllıklarından hesaplanmıştır.
[4] Kapar, R. (2019). Çocuk emeğinin en kötü biçimleri ve Türkiye. Çalışma ve Toplum, 4(63), 2461-2502.
[5] Bilindiği gibi işyeri ölçeği tek kıstas olmamakla birlikte, genellikle işletme ölçeği küçüldükçe sağlık ve güvenlik standartlarının gerilediği görülmektedir ki Türkiye’de çırakların büyük bir çoğunluğu KOBİ’lerde istihdam edilmektedir. SGK verilerine göre iş kazalarının yalnızca %25’i 50’den az işçi çalıştıran işyerlerinde yaşanırken, ölümlü iş kazalarının %57’sinin bu işyerlerinde gerçekleştiği göz önünde bulundurulursa, çocukların güvenliksiz ve iş kazalarının kayıt altına bile alınmadığı işyerlerinde istihdam edildiğini söyleyebiliriz.
[6] Öyle ki bir çok işyerinde çırakların/işçilerin yemek yiyeceği bir masa dahi yoktur, çocuklar yemeklerini üretim noktasında, tezgahta, yerde yemektedir.
[7]Bu konuda örnek kararlar için bkz. ILO (2018) Örgütlenme Özgürlüğü, Cenevre, 74., https://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—europe/—ro-geneva/—ilo-ankara/documents/publication/wcms_666543.pdf.