Covid-19 Salgınında Türkiye’de Yoksullaşma Dinamikleri ve Sosyal Yardımlar

 

Giriş

Dünya ve Türkiye, Covid-19 salgınına neoliberalizmin yoksullaştırıcı etkileri altında girdi. Neoliberalizm, sosyal politikanın çerçevesini yoksullukla mücadeleye, hedef nüfusu en yoksullara, bunun için temel politika aracını ise sosyal koruma ağlarına ve sosyal yardımlara indirgeme eğilimindeydi. Bu nedenle insanlık, sadece salgın sürecinde ortaya çıkan yeni eşitsizlikleri ve yoksullaştırıcı etmenleri değil, neoliberal anlayış ve önkabulleri de karşısında buldu. Yeni eşitsizlikler ve yoksulluk karşısındaysa eski politika çerçeveleriyle hareket edildi. Meta ilişkilerini, sömürüyü ve gelir ile refah kayıplarını ortadan kaldıran ya da sınırlandıran eğilimler oldukça zayıf kaldı. Çalışma yaşamı ve çalışma dışı yaşama dönük kimi önlemler alınırken, emekçiler ve yoksullar esas olarak neo-liberal kapitalizmin asli özellikleri karşısında yaşam ve geçim mücadelelerini, Covid-19’un ağırlaştırdığı koşullar altında sürdürdü. Yeni eşitsizlikler ve yoksulluk karşısında eski politikaların biçim değiştirerek aynen korunduğu bir sosyal politika ortamı karşımıza çıktı. Bu yazıda bu ortama ağırlıklı olarak sosyal yardımlar bakımından eğilmeye çalışacağız.

 

Salgın sürecinde yeni eşitsizlikler ve yoksulluk dinamikleri

Salgın, sosyal politikalarla korunan sınıf ve katmanların yaşam ve geçimine yeni eşitsizlik ve yoksulluk halleri eklemiştir. Türkiye için yapılan bir araştırmada, imalat, inşaat, konaklama ve yiyecek, kültür, sanat, eğlence, dinlence ve spor gibi sektörlerin süreçten ekonomik anlamda olumsuz etkileneceği hesaplanmıştır (Bayar, vd., 2020a: 15). Küresel boyutta beklenen daralmanın en şiddetli yansımaları işsizlik ve buna bağlı gelir kayıpları alanında görülmektedir (Birleşik Metal-İş, DİSK-AR, 2020; Taymaz, 2020). Yoksulların gelir kayıplarının daha çok olacağı, toplam gelirden aldıkları payın azalacağı ve salgınla birlikte gelir dağılımının zengin sınıfları daha da zenginleştirecek şekilde daha da dengesizleşeceği tahmin edilmektedir (Bayar, vd., 2020b: 14).

Salgın sürecinde çalışma yaşamı yoksullaşmanın birincil kaynaklarından biri halinde gelmektedir. Düzensiz ve güvencesiz çalışma emekçilerin ve yoksulların bir bölümünün giderek asli bir özelliğine dönüşmüştür. İşçi sınıfının bu kesimi gelir kayıplarına daha sık ve çok maruz kalmaktadır. Borçluluk daha yaygındır. İşten çıkarmalar ve işyeri kapanmalarından kaynaklanan işsizliğe bağlı gelir kayıpları ilk sırayı almaktadır. İşçilerin yarıdan çoğu net ücretini alamamakta, borçlar artmakta, fatura, kredi kartı borcu, kira, tüketici kredisi ve konut kredilerinin ödenmesinde güçlük çektiklerini ortaya koymuştur (Birleşik Metal-İş, 2020). Fazla mesaiye kalamama ve ek iş yapma olanaklarının daralmasıyla gelen gelir kayıpları da yoksullaştırıcı etkilere sahip olmuştur.

Kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izne çıkartılanlara ödenen nakdi ücret desteğinin kayıplar karşısındaki tazmin edici niteliği kısıtlıdır. Bu önlemlerin dışındaki kayıt dışı çalışanlar için ise durum daha da dramatiktir. Fesih yasağı ve nakdi ücret desteğinin kayıtdışı çalışıp işsiz kalanlar için koruyucu bir niteliği yoktur. Salgın sürecine işsiz girenler için de benzer bir durumdan söz edilebilir. Bu kesimin aşağıda ele alacağımız 1000 TL’lik sosyal yardımların 2 ya da 3’üncü fazına yönlendirildiği söylenebilir. Ancak yine bu nakit desteğin hane dışına çıkıp iş arama davranışını erteletecek bir niteliğe sahip olmadığının altını çizmek gerekir.

Yoksulluğun işsizlik, ücretsiz izin ve kısa çalışmaya bağlı gelir kayıplarının ertesinde başladığını söylemek de çok doğru olmayacaktır. Bu biçimde yoksullaşanların ağırlıklı olarak, çalıştıkları dönemde de yoksul oldukları, dolayısıyla çalışan yoksulluğundan daha şiddetli bir işsiz yoksulluğuna geçiş yaptıkları düşünülebilir.

Salgın ve yoksulluk ilişkisi, sadece doğrudan çalışma yaşamıyla bağlantılı gelir kayıpları bakımından açıklamak yeterli olmayacaktır. Bulaş riskinin yoksullar arasında çok daha yüksek, ortaya çıkan haritalarda salgının emekçi ve yoksul mahallelerinde çok daha yaygın olduğu görülmektedir. Uzun süre yetecek, toplu market alışverişleri yerine, kimi emekçi kesimlerde günlük kazanca ya da hanedeki nüfus büyüklüğüne dayalı gereklilik ve alışkanlıkların da ürünü olarak günlük ya da kısa süreli alışverişler yapmak daha yaygındır. Yakınında böylesi marketler olmayabileceği gibi olsa bile veresiye yazdırabilme olanaksızlıklarını da göz önünde bulundurmak gerekir.  Tüm bu eğilimleri birleştirdiğimizde, bu süreçte emekçi ve yoksullar daha çok dışarı çıkmak zorunda kalmış, çıktığı durumlarda da özellikle toplu taşım araçları kullanarak daha uzun süre yolda zaman geçirmiştir. Yoksullaşma riski ile daha çok karşı karşıya kalanlar arasında evden çalışabilecek işlerde istihdam edilme eğilimi daha düşüktür.

Evde kalınabilecek olsa bile hanenin fiziksel ve sosyal şartları da bulaş riskini pekiştirebilmektedir. Daha kalabalık ev ve mahallelerde çok daha fazla kişiyle temas durumu, emekçi ve yoksul saflarda çok daha yaygındır. Daha küçük mekanlar daha çok kişi tarafından kullanılmaktadır. Bu anlamda hasta olunsa bile izolasyon olanakları bulunmamaktadır. Ayrıca bağışıklık sistemini doğrudan etkileyen gıda ve yemek yeme alışkanlıkları ve tüketim eğilimleri de sınıfsal olgulardır. Tüm bu sınıf içi ve sınıflar arasındaki eşitsizlik biçimlerini bir araya getirdiğimizde, salgının emekçi sınıfların daha alt katmanlarını ve yoksulları daha çok etkilemesi açıklanabilmektedir.

Eşitsizlik ve yoksullaşmanın kaynaklarından biri de kadın emeği alanıdır. Kadının hane içi iş yükü artmış; cinsiyet temelli eşitsizlikler derinleşmiştir (Erdoğdu, 2020; KEİG, 2020). Kadının, işgücüne daha düşük oranla katıldığı için gelir kaybı daha azdır. Ancak kadınlar hanede çalışan bireylerin elde ettikleri gelire olan bağımlılıkları sebebiyle daha kırılgan bir kesim haline gelmiştir. Kadını ikincilleştiren dikkat çekici bir diğer veri ise, kadının hane ve erkeğin gelirine bağımlı olduğu hanelerin yarısının kazançlarının salgından olumsuz etkilenen sektörlere dayanıyor olmasıdır (Bayar, vd., 2020: 5, 18, 24).

İş ve gelir kayıpları sonucunda, çalışan bir kişinin bakmakla yükümlü olduğu nüfus olan bağımlılık oranının düşmesi, yani bakmakla yükümlü olunan nüfusta artış eğilimleri görülebilir (Bayar, vd., 2020b: 13). Geleneksel refah rejiminin aileselci kalıntılarını harekete geçirebilen bu eğilimler, dayanışmacı davranışlara dayalı gelir kayıpları ve buna bağlı bir yoksullaşma süreciyle sonuçlanabilir.

Bu kesimlerin kendi adlarına devlet karşısında talep örgütleyememesi, kolektif temsil ilişkileri geliştirememesi, konfederasyon ve meslek örgütlerinin ise üretilen taleplerin önemli bir bölümünü kayıtlı işgücü temelinde ortaya koymasının da bu kesimler açısından ek bir savunmasızlık biçimi olduğunu belirtmek gerekir.

 

Salgın ve sosyal yardımlar

Salgın sürecinde sosyal politikalar altında doğrudan çalışma yaşamını ilgilendiren düzenlemelerin yanı sıra sosyal politikalarda diğer önemli gelişmeler merkezi sosyal yardımlar alanında yaşanmıştır.

Türkiye’de belirli bir gelirin altında kalan herkese, yurttaşlık esasına dayalı olarak sunulan nakit bir yardım programı bulunmamaktadır. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarınca başvuru esasına dayalı olarak yapılan düzenli sosyal yardımlar, sosyal güvence/sigorta yoklamasına dayalı olmaları nedeniyle kayıtlı çalışan yoksullar açısından dışlayıcı bir yapıya sahiptir. Düzenli sosyal yardımlar, sosyal güvence ve diğer ödemeler (sosyal güvenlik kuruluşlarından aylık ve gelir alma, işsizlik sigortası, nafaka,[1]  harçlık[2]) ile çalışma ve muhtaçlık geliri yoklamalarına dayalıdır. Muhtaçlık geliri, asgari ücretin net tutarından bir bekar işçi için belirlenmiş asgari geçim indiriminin çıkartılmasının ardından kalan tutarın üçe bölünmesi ile hesaplanmakta (2020 yılı için 701,32 TL), kişi başına düşen geliri bu tutarın altında kalan haneler ise muhtaç kabul edilmektedir. Düzenli sosyal yardımlarda, başvuru sahibi hanede sosyal güvenlik kapsamında bir kişinin olması başat eleme nedenidir. Bunun Engelli Aylığı (18 yaş üstü) ve Yaşlı (65 yaş üstü) Aylığı şeklinde iki istisnası bulunmaktadır. Bu iki programda başvuru sahibi hariç olmak üzere, hanede sosyal güvenlik kapsamında bir kişinin olması durumunda, diğer yardımlarda olduğu gibi muhtaçlık geliri yoklaması yapılmaktadır. Yaşlı Aylığını hak edişte, başvuru sahibi ve eşine ait gelir toplamı baz alınmaktadır. Ayrıca sosyal güvenlik yoklaması şartı aranmaksızın doğrudan gelir testine dayalı olarak muhtaç olduğu kabul edilenlere gıda, yakacak ve eğitim materyali yardımları yapılmaktadır. Bu yöntemlere temel oluşturacak bir mevzuat var olmakla birlikte, Vakıfların Mütevelli Heyetleri, takdir yetkisi temelinde hane bazında mevzuatla uyumlu farklı yardım kararları alabilmektedir. Ayrıca, çalışma ya da çalışabilirlik yoklaması mevzuatta adı konmadan yer bulmuş ve uygulamada yaygın bir biçimde rastlanan bir eleme/dışlama ya da içerme yöntemidir.

Merkezi idare, sosyal yardımlar konusunda birbiriyle çakışmayan gruplara 3 faz olacak şekilde 1000 TL’lik tek seferlik yardım yapılmasını öngörmüştür.

  • İlk faz kapsamında halihazırda düzenli sosyal yardımlardan yararlanan 2 milyon 111 bin kişiye yardım yapılmış; aktarım, kayıtdışı çalışan yoksul ve işsiz yoksul hanelere yönelmiştir.
  • İkinci faz kapsamında, gıda, yakacak, eğitim materyali yardımı alıp kayıtlı ve kayıtdışı çalışan yoksul ve işsiz yoksul hanelere, Vakıf Mütevelli Heyetlerinin kararlarıyla nakit yardım yapılan hanelere ve hanede kişi başına düşen geliri 701,32 TL (muhtaçlık kriteri) ile 981 TL (GSS 0) arasında olanlara yardım yapılmıştır. Bu kesimin 2 milyon 300 bin kişiyi kapsadığı belirtilmiştir.
  • Üçüncü faz kapsamında ise, her iki fazdan yararlanmamış olanlar arasından, ölüm aylığı/geliri alıp muhtaçlık esasına dayalı olarak ihtiyaç sahibi kabul edilenlere ve başvuran kişinin SGK’dan aylık ve gelir alan olmaması halinde sosyal güvenlik kapsamında birinin olduğu hanelerden ihtiyaç sahibi kabul edilenlere yardım yapılmıştır. Bu sonuncu grup içerisinde kişi kısa çalışma ödeneği alıp örneğin eşi başvuru yapıyorsa, başvuru kabul edilmemiştir. Ancak işsizlik ödeneği, emekli aylığı, maluliyet aylığı ve nakdi ücret desteği gibi SGK’dan aylık ve gelir sahiplerinin, örneğin eşlerinin başvurusu kabul edilmiştir. Hiç sosyal yardım almamış olup, ihtiyaç sahibi kabul edilenler de bu faz kapsamına alınmıştır. Bu fazla birlikte SGK kapsamında olan ve kayıtlı çalışanı olup ihtiyaç sahibi olduğu kabul edilen hanelere doğru bir genişleme yaşanmış, ihtiyaç tespiti süreçlerinde daha esnek olunmasına yönelik telkinlerde bulunulmuştur.

Sosyal yardımlara ayrılan harcamalarda da artışlar görülmüştür. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının Vakıflara aktardığı aylık periyodik pay artırılmıştır. Kimi sosyal yardım türlerinin ödeme miktarları da yükseltilmiştir. Salgın nedeniyle temel ihtiyaçlarını karşılayamamak ve ihtiyaç sahibi konumuna gelmek, Afet ve Acil Durum Hallerinde Zarar Görenlere Yapılacak Sosyal Yardımlara İlişkin İlke Kararı’nın 2’nci maddesinde yer alan “acil durum hali” olarak tanımlanmış, bu ilke kararının 6.1 maddesindeki 30 günlük sürenin 90 gün olarak uygulanmasına karar verilmiştir. Böylelikle, süre genişletmesine gidilerek acil durum olarak ilan edilen süre artırılmıştır.

 

Bir değerlendirme ve sosyal devlet sorgulaması…

Salgından en çok emekçi sınıflar ve yoksul kesimler etkilenmiş, derinleşen eşitsizlikler, çalışan ve işsiz saflarda yoksulluk riskini artırmıştır. Türkiye’de sosyal ve ekonomik yapının Covid-19 salgını benzeri olağanüstü dönemlerde, emekçileri ve yoksulları korumak bir yana, yeni işsizler ve yoksullar üreten dinamiklere sahip olduğu açık bir biçimde görülmüştür. Yoksulluğun çalışma yaşamına katılma biçimlerinden kaynaklanan nedenleri belirgin bir biçimde ortaya çıkmıştır. Yoksulların ya da yoksullaşma tehlikesiyle yüzyüze olanların ücret gelirine ve çalışmaya bağımlı bir geçim örüntüsü içerisinde oldukları, bu gelir türü kesildiğinde savunmasız kaldıkları bir kez daha görülmüştür. Neoliberalizmin birikmiş sorunlarına, salgın sürecinin var olan sınıflar arası ve içi eşitsizlikleri derinleştiren ve yoksulluğu artıran etkileri eklenirken, devletin sosyal ve ekonomik yaşama dönük sorumlulukları yeniden hatırlanmış ve sosyal devlet yeniden gündeme gelmiştir. İşçi ve memur sendikaları konfederasyonlarının yanı sıra demokratik kitle örgütleri ve akademisyenler, sosyal harcamaların artırılması, yaygın ve bedelsiz kamu hizmetleri, zorunlu mal ve hizmet üretimi dışında tüm işlerin 15 gün süreyle durdurulması, düzenli gelir desteği, fesih yasağı, işsizlik sigortası ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanma şartlarının askıya alınması ve işsizlik sigortası fonu kaynaklarının işsizler ve yoksullar için kullanılması taleplerinde bulunmuş; ancak bu taleplerin hemen hiçbiri karşılanmamıştır.

Salgın süreci, sosyal güvenliğe erişim bakımından da var olan eşitsizlikleri derinleştirmiştir. Önlemlerin, kayıtlı çalışmaya dayalı tabakalı sosyal güvenlik anlayışını aynen koruduğu gözlemlenmektedir. Genel bir sınıflandırma yapmak gerekirse, kayıtlı çalışanlar için -oldukça yetersiz- nakdi ücret desteği ve hak edenler için kısa çalışma ödeneği öne çıkartılmışken, sosyal güvenlik kapsamında olanlara doğru giderek genişleyecek şekilde kayıtdışı çalışan yoksul kişi ve hanelerin sosyal yardımlara yönlendirildiği anlaşılmaktadır. Sosyal yardımlarda da belirli bir gelir düzeyinin altında kaldığı belirlenen tüm hanelere düzenli bir nakit destek yerine, 3 faz olacak ve birbiriyle çakışmayacak şekilde seçimli ve hedefli gruplara yönelik tek seferlik 1000 TL’lik yardım yapılması öngörülmüştür.

Türkiye’de uygulanagelen nakit sosyal yardım programlarının hedefli, seçimli ve şartlı özellikleri ayrı ayrı ya da birlikte taşıdığı görülmektedir. Hedefli yardımlar, gelir, varlık ve servet yoklamalarına dayalı olarak yoksullara; seçimli programların ise kadın, çocuk, engelli ve yaşlılar gibi belirli kesimlere yöneldiği görülmektedir. Şartlı programlar ise yararlanıcı kişi ve hanenin çalışma, eğitim ve sağlıkla ilgili belirli davranışları yerine getirmesini şart koşmaktadır. Salgın sürecinde uygulanan sosyal yardımlar, şartlı değil; ama hedefli ve seçimli özellikler taşımış, ancak belirli eleme yöntemleri kullanılmayarak yoksulluk riskiyle karşılaşan ve belirli bir gelirin altında kalan tüm kişi ve haneleri kapsayıcı bir nitelikte olmamıştır. Özellikle ilk iki faz yardım için oldukça açık bir biçimde görülen bu nitelik, üçüncü faz ile kısmen aşılmaya çalışılmış gözükmektedir. Başvuru sahibinin SGK’dan aylık ve gelir alan bir kişi olmaması şartıyla, hanenin başvurusunun kabul edilmesi, yoksulluk riskiyle karşı karşıya kalan ve yoksullaşan kişi ve hanelerin kapsanmasına dönük bir genişleme politikası olarak değerlendirilebilir. İhtiyaç tespitinde daha esnek davranılmasına dönük telkinler de bu kanımızı doğrular niteliktedir.

Salgın sürecinde sosyal yardımlar alanında evrensel nitelikli ve düzenli bir gelir aktarımı yapılamamıştır. Aktarımlar tek seferlik ve birbiriyle çakışmayan gruplara yöneliktir. Bu nedenle yararlanıcı kitlenin kapsamının genişletilmesi; yoksulların belirlenmesi ve yardımın götürülmesinde sürdürülmesi gereken bir çaba olarak öne çıkarken, götürülen yardımın tek seferlik olması, sosyal yardımın halihazırda sınırlı olan koruyucu niteliğini tekrar sınırlandıran bir etmen olmuştur. Bu yönüyle salgın sürecinde belirlenen sosyal yardım önlemlerinin yoksulluk riskiyle karşı karşıya kalanların ve yoksullaşanların yaşam ve geçimine bir güvence kaynağı olarak dahil olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir.

Salgın süreci, yoksulluğun azaltılmasını sosyal yardımlara indirgeme eğilimindeki hakim anlayışı pekiştirmiştir. Yoksulluk karşısında, ağırlıklı olarak devletin işgücü piyasasına doğrudan müdahalesini içermeyen ücret dışı gelir mekanizmalarına yönelen neo-liberal şartlanma varlığını güçlü bir biçimde salgın sürecinde de sürdürmüştür. Ne salgın sürecinin derinleşen eşitsizlikleri ve yoksulluğu ne de yükselen tepki, talep ve beklentiler, makro politika tercihlerini etkilememiş, sosyal politika alanına yön veren neo-liberal ideoloji ve ona bağlı önkabuller değişmemiştir.

Başta da belirttiğimiz üzere, meta ilişkilerini, sömürüyü ve gelir ile refah kayıplarını sınırlandıran bir sosyal politika yaklaşımının varlık kazandığından söz etmek mümkün değildir. Yeni eşitsizlikler ve yoksulluk karşısında eski neo-liberal politika şartlanmalarının kısmi biçimler değiştirerek aynen korunduğu bir sosyal politika ortamı karşımıza çıkmaktadır. Devletin Anayasadan kaynaklı sosyal devlet ilkesi temelinde şekillenen çalışma hakkı, işsizleri korumak, işsizliği önlemek ve sosyal güvenliği sağlamak görevlerini yoksullar nezdinde yerine getirebildiği söylenemez. Bu haliyle, kimi sosyal politika önlemlerine bakıp, sosyal politikaların basit, aritmetik bir toplamı değil, eşitsizlikleri bertaraf etmeye ve azaltmaya yönelmiş bir devlet biçimi ve bu yönde ileri bir kurumsallaşma olarak addedilmesi gereken sosyal devletin güçlendiğini ileri sürmek mümkün değildir. Sosyal politikanın geleneksel ilgi alanını oluşturan bağımlı çalışanlar, sosyal ve ekonomik bakımdan zayıf ve güçsüz kesimler, özel olarak korunması gereken dezavantajlı gruplar ve yoksullar, yaşam ve geçim mücadelelerini, neo-liberal kapitalizmin varlığını koruyan ve salgınla katmerlenen tarihsel eğilimleri ve özellikleri karşısında hâlen güçlükle sürdürme çabasındadır.

 

Kaynakça

Bayar, A. A.; Günçavdı, Ö.; Levent, H. (2020a) “Covid-19 Salgının Kadınların Çalışma ve Hane Yaşamı Üzerine Etkileri”, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü Politika Raporu: İstanbul.

Bayar, A. A.; Günçavdı, Ö.; Levent, H. (2020b) “Covid-19 Salgının Türkiye’de Gelir Dağılımına Etkisi ve Mevcut Politika Seçenekleri”, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü Politika Raporu: İstanbul.

Birleşik Metal-İş (2020) Covid-19 Sürecinde Gelir kaybı ve Borçluluk Araştırması, Birleşik Metal-İş Sendikası: İstanbul.

DİSK-AR (2020) İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu, DİSK. http://disk.org.tr/wp-content/uploads/2020/05/DISK-AR-Mayıs-2020-Istihdam-Issizlik-Raporu.pdf (08.06.2010)

Erdoğdu, S. (2020) “Covid-19 Krizi ve Kadın İstihdamı ve İşsizliği”, http://www.keig.org/covid-19-krizi-ve-kadin-istihdami-ve-issizligi/ (30.06.2020)

KEİG (2020) Korona Salgınının Yarattığı Kriz Kadın Emeği Açısından Ne İfade Ediyor?, http://www.keig.org/korona-salgininin-yarattigi-kriz-kadin-emegi-acisindan-ne-ifade-ediyor/ (01.06.2020)

Taymaz, E. (2020) “Covid-19 Tedbirlerinin Türkiye Ekonomisine Etkisi ve Çözüm Önerileri”, https://sarkac.org/2020/04/covid19-tedbirlerinin-turkiye-ekonomisine-etkisi-cozum-onerileri/ (01.06.2020)

 

[1] Nafaka bağlanmış ya da bağlanması mümkün olanlar.

[2] 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanununa göre harçlık ödenenler.

Tags: , , ,

Arşivler