Grevci İşçiler ve Grev Kırıcı Göçmenler
Yaklaşık iki ay önce İstanbul’un Maltepe Belediyesinde temizlik işçileri direnişe geçtiler. Hakları için iş bırakan işçiler, biriken çöplerin grev kırıcılar tarafından toplanmaması için denetime başladılar. En çekindikleri şey, taşeron firmaların getireceği taşeron işçilerdi. Çok geçmeden denetimler sonuç verdi. Direnişçiler yanılmamıştı. Kaçak çöp toplarken yakalanan bir işçinin üzerinde belediyeye ait işçi kıyafeti bulunmuştu. Fakat işçilerin şaşkın olmasının bir başka sebebi daha vardı: yakaladıkları grev kırıcı Afganistanlı bir göçmendi! İşçilerin sorduğu bütün sorulara verdiği tek cevap vardı göçmen işçinin: “Türkçe bilmiyorum…”
Bu hadisenin sadece Maltepe yerelinde kalacağını kim iddia edebilir? Zira bugüne kadar daha çok vasıfsız, “alt işler” ya da merdiven altı sektörlerde ve kayıt dışı çalıştırılan mülteci/göçmen işçiler şimdi patronlar tarafından adım adım ana sektörlere doğru hazırlanıyorlar: ucuz, güvencesiz ve yeri geldiğinde grevleri kırmak üzere.
Grev kırıcıların, türedikleri her yerde püskürtülmeleri, grevin başarısı için olmazsa olmazdır. Fakat patronlar tarafından grev kırıcılığına zorlanan insanların da işçi, emekçi oldukları unutulmamalı. Dolayısıyla buradan ileri öncü işçilere, sendikalara düşen görev; üzerlerine grev kırıcılar olarak da gönderilseler, sınıf kardeşlerini ikna etmek ve kendi haklı davalarına dahil etmek için çaba göstermektir.
Mevzu göçmen işçilere geldiğinde sermaye cephesinin emek cephesine göre bir adım daha önde olduğunu görmek için Maltepe direnişi örneğine bakmak yeterli. Yani patronlar göçmen işçileri sınıf mücadelesinde stratejik bir yedek güç olarak organize ederlerken (ki göçmen işçilerin birçoğu bunun farkında bile değil) direnişteki işçiler bunu ancak grev denetimleri sonrasında öğrenebilmişlerdir. Dolayısıyla göçmen işçilerin daha işin başında; hak mücadelesi, sınıf bilinci ve sendikal örgütlenme açısından eğitilmeleri emekçilerin, sendikaların gündemi olmak zorunda.
Biraz uzağa 120 yıl öncesine gittiğimizde Osmanlı’da şunu görürüz: Örneğin İzmir’de ambar, liman, taşımacılık işçilerin çoğunluğu gayr-ı Müslimlerdir. Farklı dilleri konuşan işçileri örgütlemek için bir sendikanın dört dilde faaliyet yürütmesi, yayın yapması gerekir. Ergatis (Irgat) dergisi bunun en güzel örneklerindendir. Günümüze geldiğimizde, artık oldukça farklı dillere sahip mülteci/göçmen işçi topluluklarını aydınlatmak, örgütlemek için de benzer çabalar gereklidir.
Saya Grevindeki Birlik Ne Kadar Yayılabilir?
Suriye savaşı sonrası yaşanan büyük göç, emek sahasını da değiştirdi. Türkiye’de 1.4 milyon kadar Suriyeli işçi var. Göçmen işçilerle birlikte bu rakam 2 milyona dayanıyor. Peki, geride kalan 8 yılda yerli ve göçmen/mülteci işçilerin ortak hak mücadelesine dair ne biriktirdik? Birkaç küçük tekstil atölyesinde iş bırakmalar ve büyük saya grevinden öte örnek vermek ne yazık ki pek mümkün değil.
Böyle olduğu içindir ki; sayada yaşanan iş bırakma eylemlerinin tecrübesi iyi analiz edilmeli. Öncelikle belirtmek gerekir ki; diğer bütün iş kollarında olduğu gibi sayada çalışan işçilerde de Suriyeli işçilere karşı baskın bir önyargı vardı. Yerli işçiler Suriyelileri fiyat düşüren bir rekabet gücü olarak algıladılar ve başlarda birliğe pek yanaşmadılar. Öyle ki, İzmir Işıkkent Ayakkabıcılar Sanayi Sitesinde 2 bin Türkiyeli işçi “Suriyeli işçi istemiyoruz” sloganıyla yol kapattı. Ama bu çabalar göçmen emeğinin hızla yayılmasına engel olamadı. Ta ki Adana grevine kadar. Adana’daki işçiler farklı bir şey yaptılar ve iş bırakma eylemine Suriyeli işçileri de dahil ettiler. Ortak komiteler kurdular ve iki dilde açıklamalarda bulundular. Adana grevi, peşinden diğer kentleri de sürükledi ve hemen her yerde Türkiyeli ve Suriyeli işçiler ortak eylemler düzenlemeye başladı.
Saya (ayakkabı) işçileri en son Kayseri, Antep ve Adana’da greve çıktılar. Hepsinde de ücret artışı sağladılar. Daha önce (2017’de) 16 büyük kentte 50 bin sayacının grevi gündeme gelmişti. Ama bu devasa işçi ordusunun bir sendikası yoktu! Kurabildikleri ortak komiteler ve birkaç dernek vardı, o kadar.
Peki neden sendika yok? Çünkü işçilerin çoğunun sigorta kaydı yok, içlerinde çalışma izni olmayan mülteciler de çok. Sendikalar bu yüzden tıpkı tekstilde olduğu gibi saya işçilerinin örgütlenmesine yanaşmıyor. Oysa Türkiye işçi sınıfının mücadele tarihinde fiili grev ve sendikalaşma deneyleri oldukça fazla.
Sayada sınıf yapısı ve çalışma koşulları modern fabrikalara göre ilkel; biraz manifaktür biraz da lonca sistemini anımsatıyor. Ama yine de saya grevi, yerli ve yabancı işçilerin ortak örgütlenmesi için incelenmesi gereken bir model. Çünkü bugün okul sıralarında oturan yarım milyon mülteci çocuk, yarınki fabrikaların yeni proleterleri olacak.
Sendikal Bilinç Mesleki Eğitim Merkezlerine İnmeli[1]
Mülteci/göçmen işçiler bugüne kadar daha çok kayıt dışı sektörlerin can simidi yapıldı. Fakat TİSK raporu sonrasında durum değişmeye başladı. Büyük patronlar, merdiven altında sömürülen kayıt dışı göçmen emeğinin bundan böyle kayıtlı olarak fabrika hayatında da sömürülmesini teklif ettiler, yasal düzenlemeler istediler. Sonrasında üç aşama halinde adım adım bu hedef örüldü:
- Hükümetin 10’uncu Kalkınma Planı (2014-2018) kapsamında; göçmen işgücünün piyasada tutulabilmesi için “Turkuaz Kart” uygulamasına gidildi.
- “15/01/2016 tarihli Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma İzinlerine Dair Yönetmelik ve 26/04/2016 tarihli Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi ve Uluslararası Koruma Statüsü Sahibi Kişilerin Çalışmasına Dair Yönetmelik çıkarılarak” göçmen emeğinin yasal sömürüsü için çalışma izinleri çıkarıldı.
- “Türkiye’nin nitelikli işgücü çeken ülkeler arasındaki küresel rekabete dâhil olabilmesi…” için 13/08/2016 tarihli ve 6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu kabul edildi. Böylece işgücü piyasası ve uyuma ilişkin temel idari ve yasal düzenlemeler de halledilmiş oldu.
Kısacası, küresel bir rekabet meselesi haline gelen “göçmen emeğinin ithalatı” konusunda Türk burjuvazisi “Piyasada artık ben de varım” dedi. Elbette bütün bu süreç boyunca mülteci ve göçmen emekçilerin sendikalaşması, hak talep etmesi düzenlemelerde görmezden gelindi. Çalışma izni alan, sigortası yapılan yabancı işçilerin iş kanunundan yararlanacağı söylendi, hepsi o kadar. Çalışma izni başvuru yetkisinin patronlara verilmesi, göçmen emekçinin bu izni ancak 8 yıl sonunda ve “kendini patrona ispatlaması” durumunda alabiliyor olması da patronlar lehine olan ama sendikalar aleyhine yapılan düzenlemelerdi. Mevsimlik tarım işçileri ise sigortalı çalışmadan muaf tutularak tarım kapitalistlerine adeta altın tepside sunuldu!
Son üç yılın pratik sonuçlarına baktığımızda bu düzenlemelerin sahada henüz ciddi bir karşılık bulduğunu söylemek zor. Zira resmi rakamlar çalışma izni verilen göçmen işçi sayısının 31 binlerde kaldığını söylüyor. Siyasal belirsizlik, “güvenli bölge”lere kaç kişinin gönderileceği, “geçici koruma” statüsü gibi unsurlar da kayıt dışı çalışmayı perçinliyor. Bu nedenle büyük fabrikalarda ve KOBİ’lerde henüz stratejik hamleler gözlenmiyor. Ama gelişmenin seyri ister istemez bu yönde olacak. Bunun somut kanıtı ise meslek liselerinde, mesleki eğitim merkezlerinde yetişen yeni kalifiye iş gücü. Buralarda kalifiye yeni bir göçmen işçi kuşağı yetişiyor. Dolayısıyla sendikaların mesleki eğitim müfredatına “hak bilinci, iş kanunu, grev, toplu sözleşme, sendikal örgütlenme” gibi maddeleri ekletmesi gerekiyor, bazı derslere de bizzat sendikacıların katılması. Göçmen işçilerde hak bilincinin gelişmesi için sendikaların buraları zorlaması gerekiyor.
Sendika Tüzükleri Değişmeli
Türkiye’de 2 milyona civarında göçmen/mülteci işçi olduğunu söyledik. Ama bu dinamik sendikaların pek gündeminde yok. Bu bakımdan DİSK/Gıda-İş Sendikasının gerçekleştirdiği kongre bir kırılmaya vesile olmalı. Peki, bu kongrede mülteci/göçmen işçilere dair hangi kararlar alındı?
Birincisi, Gıda-iş bu kongresiyle “göçmen/mülteci işçiler dairesinin kurulmasını” tüzük maddeleri arasına ekledi. (Bu madde üst konfederasyon DİSK’in tüzüğünde de yer alıyor)
İkincisi, divana sunulan önerge oylanarak şu karar alındı: “Göçmen ve mülteci işçilerin sendikalarda örgütlenmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Bütün sendikalarda göçmen/mülteci işçi büroları kurulmalı ve göçmen işçiler her kademe ve düzeyde sendika yönetimlerinde temsil edilmelidir.”
Üçüncüsü, sendikanın çalışma raporunda mülteci işçilere geniş yer verildi. Küçük bir bölüm: “…Patronların göçmen emeğine bakışının bir yansıması da onu bir rekabet gücü olarak kullanmasıdır. Böylece işçi sınıfının 200 yıla varan mücadelelerle kazanılmış hakları tasfiye edilmek istenmektedir. Fakat ne göçmen ne de mülteci işçiler yerli işçilerin yoksullaşmasından sorumludur. Bunu iddia edenler işçi sınıfının birleşik, enternasyonal mücadelesine zarar verenlerdir… Dokuzuncu yılında mülteci işçiler Türkiye işçi sınıfının bir parçasıdır artık. Bütün diğer iş kollarında olduğu gibi gıda iş kolunda da gelişme bu yöndedir. Sendikalarımız yerli mülteci ayırımı yapmadan bütün işçilerin ortak sendikada birleşmesi için çalışmaktadır. Göçmen ve mülteci işçilere seslenen sendikamız örgütlenme çağrıları yapmaktadır…”
Peki, sendikalar benzer şekilde Gıda-iş’in attığı bu adımı atabilir mi? Bu soruyu yanıtlamak için Türkiye’de sendikaların göçmen emeği karşısındaki pozisyonlarına bakmakta fayda var. Zira Hükümetin etrafında kümelenen sendikacılık akımı sınıf kardeşliğinin yerine “ümmet kardeşliği”ni geçiriyor. Daha çok Türk İş’te zuhur bulan sendikal çizgide ise “yerli ve milli sendikacılığın” keskin çizgileri hâkim. Buna göre herkesten ve her şeyden önce yerli ve milli işçilerin çıkarları önde geliyor. Tezgâh kardeşliği ile sınıf kardeşliğini önde tutan ve enternasyonal bir mücadele anlayışına sahip olan sendikal çizgi ise diğer ikisine göre nesnel bakımdan daha zayıf. Dolayısıyla ileri öncü işçilerin gayreti olmadan sendikaların göçmen emeğine yaklaşımında köklü bir değişikliğe gitmeleri o kadar da kolay değil.
Kısacası, sermayeye karşı mücadelede göçmen işçilerin örgütlenmesi sorunu, sendikalarda geleneksel ümmetçi, milliyetçi çizginin de değişmesini gerekli kılıyor.
* Evrensel Gazetesi Haber Müdürü
[1] Bu konuda daha ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Ercüment Akdeniz (2019) “Dipten Kalifiye Bir Göçmen Mülteci İşçi Kitlesi Geliyor”, Evrensel, 02.12.2019.