“Çocuğun yeri neresidir?” sorusunun yanıtı yalındır. Çocuğa bile sorsanız size, “Bunu bilmeyecek ne var: Evi, annesinin babasının yanı.” der. Yaşama baktığımız zaman bu sorunun yanıtının, bu kadar yalın olmadığını, bir çok etmenin de itmesiyle farklılaştığını görürüz. Ama bu “gerçeklikler” bizim görevimizi değiştirmez. Biz “çocuğu”, eviyle, annesiyle babasıyla barışık kılmak zorundayız. “Barışık” sözcüğü tam da yerine oturuyor. Çünkü bu sorun, aynı zamanda ülkenin bugününde de, yarınında da “barış” içinde yaşayabilmesinin anahtarıdır.
Bir başka yanıtı yalın soru da, “Çocuğun zamanının büyük bölümünü geçirmesi gereken yer “sokak” mıdır?” sorusudur. Buna da, hiç kuşkusuz “Hayır, okuldur” denilecektir. Ama yaşama baktığımız zaman bu sorununun yanıtınında yine, bu kadar yalın olmadığını görürüz. İrdelemeyi “eğitim” kavramından başlayarak, “olanaklar” ve “boş zaman” kavramlarına kadar giden geniş bir yelpaze içinde yapmamız gerekir.
Toplum, kendisini doğrudan ilgilendiren böylesi önemli bir konuda, yalnızca devletten gerçekleştirmesini bekleme lüksüne sahip değildir. Çünkü, “barış” ve “çocuk”, toplumu doğrudan ilgilendiren ve etkileri, en derinden hissedilen konulardır. Bunun için de sivil toplum örgütleri, bu konularda ortaya çıkan sorunların daha iyi anlaşılması ve sorunların çözümüne katkı olması için modeller üretmeli; konuyu derinlemesine anlamaya çalışmalı ve benzerlerinin ortaya çıkması için “engelleri” iyi tanımlamalıdır.
Toplum, kendisini doğrudan ilgilendiren böylesi önemli bir konuda, yalnızca devletten gerçekleştirmesini bekleme lüksüne sahip değildir. Çünkü, “barış” ve “çocuk”, toplumu doğrudan ilgilendiren ve etkileri, en derinden hissedilen konulardır. Bunun için de sivil toplum örgütleri, bu konularda ortaya çıkan sorunların daha iyi anlaşılması ve sorunların çözümüne katkı olması için modeller üretmeli; konuyu derinlemesine anlamaya çalışmalı ve benzerlerinin ortaya çıkması için “engelleri” iyi tanımlamalıdır.
Kentli olmak, kentte yaşamak değildir. Kentte yaşamak, nimetlerden daha çok yararlanmayı olanaklı kılar. Kentteki nimetler ile kırsaldaki nimetler arasındaki fark şudur : Kırsaldaki nimetler doğanın verdikleridir; kentteki nimetler ise, insan yapımı. Doğanın verdiği nimetler sınırlıdır; başka doğa olaylarından etkilenerek azalabilir, çoğalabilir ama yok da olabilir. Kentteki nimetler, insan yapımıdır, ama erişimi sınırlıdır. Çünkü bu sınır, diğer insanlar tarafından konulmaktadır. Burada verilmesi gereken mücadele, herkesin olabilen en geniş nimet paketine erişmesidir; paylaşımın adaletli hale getirilmesidir.
Demek ki her kentli, her nimete erişememekte. Ne kadar çok nimetten yararlanabilirse, biz onu o kadar kentli saymalıyız. Ama nimete erişmek için bazı koşullar gerekir:
- Önce onun bir nimet olduğunu bilmek gerekir. Sözgelimi: Elektrik. Eğer hiç elektrikle tanışmamışsak, ondan yararlanarak kullanacağımız elektrikli ev aletlerinin bize neler kazandıracağını da bilemeyiz.
- Sonra bu nimeti nerede bulacağını bilmek gerekir. İlaç almamız gerekiyorsa, önce doktora, sonra eczaneye gitmemiz gerek.
- Birbirine benzeyen, birbirinin yerine geçen o kadar çok nimet vardır ki; “kıyaslamak” ve “seçmek” gerekir. Kumar da bir eğlencedir; spor karşılaşması da. Bunların arasındaki farkları ortaya koymak ve kendisini bazı eğlencelerden uzak tutmayı seçmek gerekir.
- Bir nimeti bilmek yetmez; istemek ve istediğine hiçbir etki altında kalmadan, özgürce karar vermek gerek. Evlilik öyle değil mi? Evlilik, seçenekler arasından, sevdiğini seçen için, bir nimettir. Ama bunu yaparken, karşılıklı olarak kararını özgürce verebilmek gerekir.
- Bir nimeti bilmek ve istemek yetmez onu elde edebilmek gerekir. Sözgelimi, kitabın bir nimet olduğunu bilirsiniz ama onu elde edebilmek için, ya paranız olacak ya da kütüphanenin yolunu bileceksiniz.
- Kendisi de yeni nimetler üreterek, hem kendi seçeneklerini çoğaltmalı ve hem de başkalarınınkini.
Nimet havuzuna katkıda bulunmalı ki, kendisinin de pay alabileceği kadar büyük bir havuz oluşsun.
Ama bir sorunumuz var: Bizi şu anda etkisi altında bulunduran küreselleşme, “paylaşım özürlü”dür. Nimetlerin merkezdeki bir avuç insan tarafından alınmasını; külfetlere geri kalan milyarlarca insan tarafından katlanılmasını öngörmekte ve bunu başarmaktadır.
Nimet sözcüğünün yerine “insan hakları”nı da koyabilirsiniz. Yalnızca insan olmaktan ötürü kazanılan haklar bunlar. Ama eğitim yoksunluğu, tüm insan haklarının da kullanılamadığını gösteren “en” temel göstergedir. Küreselleşmenin paylaşım özürlü yaklaşımına “eğitime erişim” konusunda da tanık olmaktayız.
Kentli olabilmek, insan ürünü nimetlere nasıl erişilebileceğini öğrenmeyi gerektirir. Bu nedenle eğitim görme hakkını, kupkuru bir okuryazarlık anlamında ele alamayız. Söz konusu eğitim, kişiliği geliştirmeye, olgunlaştırmaya elverişli bir öğretime dayanmalıdır. Bütün başka hakların anlaşılması, bu hakka bağlıdır. Bilinmedikçe, uygulanmadıkça, topluma mal edilmedikçe, “hak”ların hiç kimseye faydası yoktur.
1968 yılında bir düşünür şöyle diyordu : “İnsan haklarının tam anlamıyla uygulanması, gerçekleşmesi bakımından eğitim görme hakkının önemi üzerinde dururken, insanların yarısından çoğunun en köklü haklardan yoksun kalmaya devam ettiklerini, başka bir deyimle, bu insanların insan olmak hakkından vazgeçtiklerini, içinde yaşadıkları dünyada var oldukları halde, o dünyanın dışında yaşadıklarını, yalnızlık, karanlık içinde kaldıklarını; kendilerine de, toplumun yerleşmesine, gelişmesine, ilerlemesine de, yardımları katkıları olmadığını, olamayacağını; üstelik toplum için yük olmaktan başka bir işe yaramayacaklarını düşünmek, elbette ki, çağımızın en acı gerçeği, en korkunç felaketidir.” (3)
Değil dünyanın ne denli uçsuz bucaksız olduğunu, kendi yaşadıkları kenti, bu kentte var olan nimetleri tanımayanlar ne kadar çok.
Gönüllü örgütlerin bu dev sorunla tek başlarına başa çıkmalarına olanak yok. Ama ışık yakmalarına, karanlıkta birbirine yaklaşarak ayakta durmaya çalışmalarına olanak var. Işığa yaklaşma cesaretini gösteren, anne-babaları gibi, “karanlıkta” kalmamaya çalışan gençlere güç vermesine olanak var.
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Vakfı’nın Ankara’’da Boztepe Mahallesi’nde yürüttüğü Genç Kız Evi uygulaması böyle yol gösterici girişimlerden biri (4). Örnekleri çoğaltmamız ve bunların ışığında “kavramsal çerçevemizi” yeniden yeniden sorgulamalıyız. Ta ki, bunu “sosyal devlet politikası” haline getirinceye kadar.
KAYNAKÇA:
(1) Fişek A.Gürhan : 7.Sokakta Yaşayan ve Çalışan Çocuklar Sempozyumu’nda Yapılan Konuşmadan Özetlenmiştir (8-9 Kasım 2008, Şanlıurfa).
(2) Tütengil Cavit Orhan : Türkiye’de Köy Sorunu, 1969.
(3) Tuncel Bedrettin : Eğitim Görme Hakkı, “İnsan Hakları” içerisinde, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yayını, 1969 s.47.
(4) Fişek Oya : Genç Kız Evimiz Şehre Tepeden Bakar, Çalışma Ortamı, Mart Nisan 2005, Sayı : 79 s.14. (www.genckizevi-haber.php).
* Prof. Dr. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fak. Öğr. Üyesi Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni