Türkiye bir 1 Eylül Dünya Barış Gününe daha savaş ve çatışmaların neden olduğu ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlarla girdi.
Komşu ülkelere yönelik emperyalist müdahaleler, yüzbinlerce kişinin ölmesine, sakat kalmasına, yakınlarını kaybetmesine; binlerce yıllık medeniyetlerin-insanlığın ortak kültürel miraslarının yok edilmesine yol açtı. Yüzbinlerce kişiyi topraklarından kopartıp yerinden yurdundan etti.
Emperyalist devletlerin bölgedeki egemenlik savaşı, Türkiye’yi de kapsayacak bir çatışma ve savaş tehdidini her geçen gün büyütüyor ve yeni yıkım ve kıyımlara kapı aralıyor. Ancak barış içinde yaşama hakkımızı tehlikeye sokan tek şey savaş ya da çatışma tehlikesi değil.
İş kazalarının önlenmediği, kadın cinayetlerinin durdurulmadığı, ağaç-doğa katliamlarına son verilmediği bir ülkede toplumsal barıştan söz edebilir miyiz? Çocukların tarikat yurtlarında istismara uğradığı, gazetecilerin cezaevlerini doldurduğu, barış talep eden akademisyenlerin üniversitelerden atıldığı bir ülkede toplumsal barış sürdürülebilir mi? Bu çerçevede bakarsak Türkiye için toplumsal barışı sağlayacak uygulamalar acil bir ihtiyaçtır.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre sadece 2019 yılının ilk 8 ayında 55’i çocuk olmak üzere 1174 işçi önlenebilir iş kazalarında yaşamını yitirdi. Kadın cinayetleri hız kesmeden sürüyor. Sadece Ağustos ayında öldürülen 49 kadınla birlikte yılın ilk 8 ayında toplam 294 kadın cinayeti işlendi. Doğaya ve yaşam hakkına yönelik saldırgan uygulamalar hız kesmiyor. Karadeniz’de derelere, Kaz Dağları’nda ağaçlara, orman canlılarına yönelen tehdit; hepimizin geleceğini karatmaktadır. Tüm bu sorunlar diğerleri ile birlikte işyerinde, sokakta, fabrikada, evlerde toplumsal barışı tehdit etmektedir. O yüzden barış talebi ekonomik, sosyal, siyasal sorunlarımızın çözümü için acil bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç ancak demokrasiyle, temel hak ve özgürlüklerin tanınması ve yaşama geçirilmesiyle mümkündür.