Eğitimde Etik Üzerine

 

“Eğitimde etik” konusunun, birkaç sayfalık bir metin içerisinde ele alınamayacak kadar kapsamlı ve karmaşık olduğu kuşkusuzdur. Biz burada konuyu sadece belli başlı boyutları itibariyle ve genel çizgileriyle değerlendirmekle yetiniyoruz. Bu değerlendirmelerimiz ise esas olarak, 30 yılı aşkın süredir eğitici olarak içinde bulunduğumuz Türk eğitim sistemine ilişkin kişisel gözlemlerimiz üzerinde odaklanmaktadır.

Ahlak ve Etik

Yaşamımızın her aşamasında, hep değişik konularda kararlar alarak ilerliyoruz. Bu karar alma süreçlerimizde, hep belli ölçütler dahilinde hareket etmeye, belli ilkelere dayanmaya çalışıyoruz. Başkalarının kararlarını ve aslında tüm insanları ve yaşadığımız dünyayı da hep belirli ölçütlerle değerlendiriyoruz, bu ölçütler her zaman açık bir biçimde tanımlanmamış da olsalar: İyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi… Bunlardan güzel-çirkin değerlendirmesi estetiğin, doğru-yanlış değerlendirmesi bilimin, iyi-kötü değerlendirmesi ise ahlakın uğraşı alanı içerisine giriyor. Her alanda olduğu gibi, ahlak konusunda da farklı yaklaşımlar, doktrinler olması doğal. Bunları, en genel çizgileriyle dinsel ve dünyevi ahlaklar olarak ikiye ayırmak da mümkün. Ahlaka ilişkin konuları değerlendirmek ise ahlak felsefesinin yani “etik”in uğraşı alanını oluşturuyor.

Ahlaki yargılar; daha somut, toplumun kültürel değerleri ve gelenekleriyle daha bağlantılı, daha enformel, yazılı olmayan ama bireyleri etkileyen standartlar olarak düşünülebilir. Buna karşılık etik; daha soyut, evrensel, ideale ulaşmaya çalışan, yazılı kurallar da içeren bir çerçeve sunuyor. Şüphesizdir ki, tarihçi E. H. Carr’ın “Değişmeyen tek şey, değişmenin bizatihi kendisidir” değerlendirmesi bağlamında, insanlık tarihi boyunca gerek ahlâki yargılar, gerekse etik kurallar sürekli bir değişim içerisinde oldu ve olmaya da devam ediyor.

Meslek Etiği

Etiğin önemli bir alanı da, meslek etiğidir. Meslek etiğini, evrensel olma amacındaki etik ilkelerinden, belirli bir mesleğe özgü olarak üretilen bir etik olarak tanımlamak mümkündür. Buna, belirli bir mesleğin gerekirliklerine adapte edilmiş etik de denebilir; siyaset etiği, tıp etiği, medya etiği gibi… Meslek dendiğinde anlaşılması gereken ise, belirli bir alanda eğitim almış, bu alanda hizmet veren ve bir gelir elde eden kişilerce icra edilen uğraşıdır. Bu durum da, meslek etiği dendiğinde de, belirli bir meslek erbabının ya da bu alanla uğraşanların davranış biçimlerini, kalıplarını, uymaları gereken kuralları içeren ilkesel bir çerçeve anlaşılmalıdır. Bu çerçeve, meslek içerisindeki insanların uyması beklenen kuralları içerdiği için, bu haliyle artık bir meslek koduna dönüşmüş olmaktadır. Bu meslek kodu, bir taraftan etik kabul edilen davranışların yapılmasına, diğer taraftan ise etik dışı kabul edilen davranışların engellenmesine yöneliktir. Meslek ayrımı yapılmaksızın, en genel çizgileriyle bir değerlendirme yapıldığında, günümüzde egemen olan başlıca etik ilkelerin şunlar olduğu söylenebilir: Profesyonellik, adalet, eşitlik, tarafsızlık, sorumluluk, bağlılık, hukukun üstünlüğü, insan hakları, emeğe saygı, sevgi, saygı, hoşgörü, demokrasi, özgürlük, şeffaflık vb… Gene en genel çizgileriyle etik dışı davranışların ise şunlar olduğu söylenebilir: Ayrımcılık, kayırma, yolsuzluk, rüşvet, istismar, bencillik, şiddet, taciz, para ve güç ilişkileri vb… Şüphesiz ki, etik olan ile olmayan arasındaki sınırın çizilmesi ve etik kodların tanımlanması her zaman güçlükler barındırmaktadır.

Eğitim Etiği Meslek etiği söz konusu olduğunda, bunun en önemli alanlarından biri de eğitim etiğidir. Gerçi her meslekte etik önemlidir ama eğitim hem her insanın yıllarca içinde kaldığı, hem de yaşama ilişkin insan davranışlarının büyük ölçüde biçimlendiği bir süreç olduğu için, eğitimde etik konusu birçok meslekte olduğundan daha önemli hale gelmektedir. Eğitimde etik, eğitim sisteminin üç temel aktörü itibariyle değerlendirme konusu yapılmalıdır. Bu aktörler; eğitim işlevini yerine getiren kurumlar, bu kurumların yöneticileri ve bizatihi eğiticilerden oluşmaktadır. Bu dizge içerisinde bakıldığında, örneğin Türkiye’de yüksek öğretim söz konusu olduğunda, Yüksek Öğretim Kurulu’ndan daha alt düzeylerdeki birim yöneticilerine ve öğretim elemanlarına kadar uzanan bir dizge söz konusudur. Yüksek öğretimin altında yer alan düzeyler söz konusu olduğunda ise Milli Eğitim Bakanlığı’ndan daha alt düzeylerdeki birim yöneticilerine ve öğretmenlere kadar uzanan bir dizge içerisinde değerlendirmeler yapılması gerekir. Kurumlar söz konusu olduğunda, etik açıdan olması gereken, dizgenin en yukarısından en altına kadar, her eğitim düzeyi itibariyle kurumların işleyişinin esas olarak eğitsel değerler üzerinde kurgulanmış olmasıdır. Oysa Türkiye’de, birinci olarak kurumları yöneten kişilerin niteliklerini de kapsayan kurumsal ve yönetsel yetersizlikler anlamında, ikinci olarak da sistemin işleyişinin eğitsel değerler ve amaçlar üzerinde kurgulanmamış olması anlamlarında bu koşulun sağlanmış olduğunu düşünmüyorum. Eğitim, tüm düzeylerde kalite itibariyle düşük olup, kazandırılması amaçlanan eğitsel değerler de yetersizdir. Türk eğitiminde düşündürücü, geliştirici bir eğitim yerine, ezbere dayalı bir düzen egemen durumdadır. Eğitimin her aşamasındaki bu yetersizlikler yanında, sisteme eğitsel değerlerle bağdaşmayan müdahaleler de had safhadadır. Türk eğitim sisteminde, yüksek öğretim başta olmak üzere, otoriter bir merkeziyetçilik egemendir. Bilimin, bilginin, eğitimin en önemli özelliklerinden biri özgürleştirici “emansipe edici” yanıdır. Sistemin eğitsel etmenler dışındaki, siyaset de dahil müdahalelere bu kadar açık olması, onun bu özgürleştirici yanını zedeler. Sistemde özellikle alt kademelerde yer alanların güvencelerinin yetersiz olması ve bununla birlikte düşünülmesi gereken örgütlenme olanaklarının ve düzeyinin sınırlılığı, kişileri eğitim sürecinde etik davranışlara yönelme konusunda daha güçsüz kılmakta ve etik dışı müdahalelerin etkinliğini artırmaktadır. Eğitimin özgürleştirici yönünü zedeleyen bir başka etmen ise sistemin önemli bir öğesi haline gelen parasal etmenlerdir. Toplumun en yeteneklilere eğitim olanağı sağlaması anlamında “fırsat eşitliği”, eğitsel etik açısından önemli olduğu kadar, toplumsal ve iktisadi rasyonalite açısından da önemlidir. Oysa paranın giderek artan hâkimiyeti, eğitimin her aşamasında egemen hale gelen ve giderek KPSS kurslarına kadar uzanan dershane sistemi ile yaygınlaşan paralı eğitim, kanımca bu değerlerle uzlaştırılması güç bir noktaya ulaşmıştır.

Eğitim etiği, sistemin önemli aktörlerinden biri itibariyle, nihai düzeyde eğitim faaliyetlerini gerçekleştiren eğitici “hoca” itibariyle de değerlendirilmelidir. Bilgiyi diğer insanlara aktaracak kişilerin, kuşkusuz hem bilgiye en üst düzeyde sahip olma, hem de bu bilgiyi başkalarına aktarma anlamlarında gerekli kapasite ve becerilere sahip olması gerekir. Bunu ise eğiticinin alanında her anlamda “profesyonel” olması olarak tanımlayabiliriz. Kanımca; zeka, çalışkanlık, insani ve kültürel bir temel, motivasyon, yaratıcılık, tutku vb. ögeler bu profesyonelliğin altyapısının da olmazsa olmaz bileşenleridir. Eğiticinin, eğitim etkinliklerini yerine getirirken karşılaşabileceği eğitim etiğine aykırı her türlü müdahaleye karşı koyabilmesi için ise kanımca özgür, bağımsız bir kişilik sahibi olması da gerekli olmaktadır. Belki biraz idealize edilmiş ve abartılı bir düşünce gibi gelebilir ama eğiticinin belirli ölçülerde örnek bir kişi olma özelliklerini taşıması gerekir. Eğiticiye ilişkin olarak tanımlamaya çalıştığım tüm bu özellikler, eğiticinin eğittiği insanlara karşı nesnel, tarafsız olmasının da ön koşuludur diye düşünüyorum. Bu nesnellik ve tarafsızlık, koşullar nasıl olursa olsun; eğiticinin eğittiği insanlar arasında cinsiyet, siyasi görüş, inanç ve diğer açılardan bir ayırım yapmaması anlamına gelecektir. Ünlü Amerikalı sosyolog Wright Mills, öğrenciyi “tutsaklanmış dinleyici” olarak tanımlamaktaydı. Eğiticinin kendisiyle aynı bilgi düzeyinde olmayan bu tutsaklanmış dinleyici karşısında kendi görüşlerini empoze edici, kabul ettirici tavırlardan kesinlikle kaçınması da, eğitim etiğinin bir gerekirliği olmaktadır. Eğiticinin görevi, eğitilenin kendi görüş ve tercihlerini oluşturmasına katkıda bulunacak bilgi donanımı ile özgür düşünme yetisini onlara kazandırmak olmalıdır.

Bu değerlendirmelerim ışığında Türkiye’deki duruma baktığımda, eğitimle ilgili kurumlar ve bu kurumların yöneticileri kadar, eğiticilerin de profesyonellik kavramı çerçevesinde toparlayabileceğimiz bu özellikler açısından gayet yetersiz olduğu düşüncesini taşıyorum. Değişik boyutları itibariyle değerlendirildiğinde, Türk eğitim sistemi etik etmenler açısından hiç de parlak bir görünüm sunmamakla birlikte, gönlümüz gene de geleceğe tümüyle umutsuz bakmaya razı olmamaktadır!..

*  Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

(Tablo ve görsellere PDF üzerinden ulaşabilirsiniz.)

Tags: , , , ,

Arşivler